Dr. Yasir Abdulaziz
TT

Basına konuşma riskine girmeden önce…

Hubert Humphrey (1911-1978), 1960’ların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısıydı. O, politikacılarla medya arasındaki ilişkiye dair bakış açısını şöyle ifade ederdi: “Gazetecilerle konuşmak her zaman risklidir. Çünkü onlar söylediğiniz her şeyi haber yaparlar. “
O tarihten günümüze kadar yayınlanan uzmanlık çalışmaları ve araştırmalar, siyasetçilerin, liderlerin, kanaat önderlerinin ve seçim adaylarının iletişim becerilerine, özellikle de topluluk önünde ve medya ile konuşma yeteneğine sahip olması gerektiğini gözler önüne serdi.
Siyasetçiler ve medya arasında yaşanan heyecan verici gerçekleri anlatan tarih, bu becerilere sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu doğrulayan ders ve derslerle doludur. Hatta, daha önce Buckingham Sarayı basın ofisinde çalışmış uzman bir danışman olan Zaki Cooper, politikacıların etkili iletişim becerilerini geliştirmelerinin hukuk ve ekonomi alanlarındaki bilgilere sahip olmalarının daha önemli olduğuna inanıyor.
Bu bağlamda yakın tarih bize göstermektedir ki iletişim becerilerinde ustalaşmış dünya liderleri, siyaset ve yönetim cihetinden eksikleri bulunsa da büyük atılımlar gerçekleştirebilmiştir. Bu çerçevede, Amerikalı akademisyenler, eski başkan Ronald Reagan’ın, ülkeyi ondan öncesi ve ondan sonrası olarak iki ayrı döneme ayıran başarıları nedeniyle birçok unvanı hak ettiğine inanıyorlar. Ancak diğer tüm unvanlardan ziyade, onu en iyi ifade edecek unvan “Great Communicator” (Muhteşem İletişimci) olacaktır.
Elbette ki bu durum, iletişim becerileri kendisinin en güçlü taraflarından biri olan Barrack Obama için de geçerlidir. Hatta bazıları, siyaset ve bilim yeteneklerinin değil de iletişim ve halka hitap etme becerilerinin onu başkanlık koltuğuna taşıdığını söylerler.
Teknolojik gelişmeler ile iletişim araçlarının değişmesi ve sosyal medyanın yaygınlaşmasına rağmen, topluluklara konuşmak ve medya organlarında boy göstermek liderler ve siyasetçiler tarafından hala kullanılmaya devam edilen en önemli iletişim yöntemlerindendir.
Aristoteles, halka konuşabilmeyi “her konuda halkı ikna edebilecek bir yetenek” olarak tanımlamıştır. İbn Rüşd ise “herhangi bir konuda insanları ikna etmeye yarayacak şeyleri düşünme yeteneği” tanımını kullanmıştır.
Bu durumda bizim karşımıza iki problem çıkıyor. Birincisi, siyasetçiler bir medya organına röportaj vermenin veya halka hitap etmenin amacını bilmemesi, İkincisi, siyasetçi halka açık bir konuşmada hata yaptığı veya dili sürçtüğü zaman ağzından çıkan söz silahtan atılan bir mermi gibi olması ve geri alınamaması.
Liderler ve siyasetçilerin halk ile iletişimin amacı -bazılarının anladığının aksine- sadece ve sadece “itaat yaratmak”tır. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi lider veya siyasetçi olursa olsun, halkla iletişim kurmasındaki niyeti budur. “İtaat yaratmak” kavramı, herkesten mutlak destek elde etmek anlamına gelmez. Destekçilerin desteğini artırmak, tarafsız kalanları kendi tarafına çekmek, muhaliflerin eleştiri ve bahanelerini azaltmak, siyasetçiye veya onun çalışma sistemine zarar verecek rakiplerin gücünü kırmak anlamlarına gelir.
Geçtiğimiz hafta bir yandan siyasetçilerin toplumdaki yıldızlarla arasındaki çetrefilli ilişkiyi, diğer yandan da siyasetçilerin medya ile ilişkilerini gün yüzüne çıkaran iki olay yaşandı. İlki, BBC tarafından 1990’larda Prenses Diana ile yapılan röportaj ile ilgili olarak yürütülen bağımsız soruşturmanın sonuçlarının ortaya çıkmasıydı. Bu sonuçlarda, ilgili röportaj hususunda gazetecilerden birinin Prenses ve erkek kardeşini “kandırdığı” ve özür dilemesi gerektiği ifade ediliyordu. Bu “kandırma”nın varlığının kabul edilmesine rağmen bu röportaj, kraliyet ailesinin bazı üyelerinin Prenses’in aileye zarar verdiğini ve Veliaht Prens’in evliliğini mahvettiğini düşünmesine neden oldu.
İkinci olay ise, Lübnan Dışişleri Bakanı Charbel Wehbe’nin, Körfezdeki Arap ülkelerine hakaret ettikten sonra istifasını sunmadan önce yaptığı kötü niyetli açıklamalarla ilgiliydi. Wehbe, bu açıklamalarında, ülkesinin diplomasisine liderlik eden bir politikacıya yakışmayacak bir ayrımcılık ve kendini üstün görme eğilimi göstermişti.
Dışişleri Bakanı Wehbe’nin konuşmalarının sadece kendisini temsil ettiği söylenemez. Tüm hükümet bundan sorumludur. Çünkü iletişim konusunda yeterli eğitim ve beceriye sahip olmayan kişilerin bakan olarak atanmaması gerekir. Aksi halde herhangi bir iletişim başarısızlığının veya dil sürçmesinin sonuçları korkunç olacaktır.