Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru -3-

Sözleşmenin tarafı olan insan…
Bir sözleşme tarafların tanımı ile başlamalıdır. Sözleşme karşılıklı bir güvenin tesisi ile ortaya konabilecek bir özellik kazanmalıdır. Sözleşmenin garantisinin hukuk olduğu söylemi elbette ki önemlidir. Ancak, sözleşmenin taraflarından birinin sözleşmeyi açık veya gizli ihlalinin giderilmesinin imkânlarını tartışmak elzemdir. Dolayısıyla bir sözleşme eşit taraflar arasında gerçekleştirilmelidir.
Sosyal sözleşmede taraf olan insanın bir tanımı ve bu tanım üzerinden neler yapabileceğini kestirmek önemli ve vazgeçilmezimiz olmalıdır. Çünkü yaşadığımız modern tecrübe sözleşmelerin bir karşılığının olmadığını bize göstermiştir. Hem ulusal sözleşmeler, hukuksal taahhütler, hem uluslar arası sözleşmeler dikkate alındığında bu sözleşmelerin hep nedense güçlülerin lehine işlediğini göstermiştir. Demek ki bir sosyal sözleşme aynı zamanda felsefi bir bakış ve metafizik unsurları da kapsamalıdır. İnsan tanımı kadar sosyal tanımı da elbette önemini koruyacaktır. Ama ağırlığı insana vermek sözleşmenin geçerliliğini artıran bir özelliktir.
Her sosyal sözleşme bir garantör aramayı makul görür. Garantör olmadan bir sözleşmenin yapılması kolay olmasa gerek! Sözleşmede tarafların eşit şartlarda olması garantör isteğini geride bırakmaya imkân sağlar. Ama taraflar her zaman aynı gücü eşitlikle taşımayı sürdüremezler.
Bu noktada bir sosyal sözleşmenin aynı zamanda bir felsefi arka plana yaslanması gerektiğini ilzam eder. İşte ortaya koyduğumuz anlam, sorumluluk, karşılık, adalet ve barış, özgürlük ve denge kavramları aynı zamanda bize hem metafizik bir karakter inşa etmeye imkân sağlar, hem de yeni bir sosyal sözleşmenin felsefi arka planını sunabilir. Bu kavramların her insan teki için önemli ve gerekli oluşu kadar, farklı kültür ve medeniyetlerle, farklı felsefi ve düşünsel yaklaşımları da içerecek bir düzeyde ve açık bir yapı olarak kurmakta fayda var. Örneğin, anlam dediğimizde en geniş anlam alanı ile saçma/anlamsızın zıttı oluşudur. Saçma/ anlamsız, gereksiz /hiçliğin yok sayıldığı bir zemine dikkat çekmektir. Anlam, yapılan her şeyi gerekçelendirmek ve bu gerekçelendirmeyi gerçek/doğru üzerine bina etmeyi işaret eder. Farklı gerçeklikler veya doğrular, sözleşmenin gereğini yerine getirmekten alıkoymamalıdır.
İnsan, anlam arayışını sürdüren, arada unutsa da bu anlam arayışının onun bizzat kendi gerçeklik doğasını oluşturduğunu gören ve bilendir. Bu yüzden yanlış bir iş yapana saçmalama deriz. Bu saçmalama, anlamı dışarıda bırakan bir işlemle alakalıdır. İnsan, anlamlıdır. Bu anlamlılığı yaratılışı ile birlikte başlayan bir sürece işaret eder. Ayrıca varlık katmanlarında bilinç sahibi bir varlık olarak anlam yükleyen yegâne varlıktır. İsim koyma, tanım yapma, tarif etme ve ifade gücü insanı çok farklı bir konuma taşımaktadır.
İnsanın kendisi bir anlamdır, başlı başına…
Anlam, insana kurgu yapma yeteneği vermiştir. Kurgu yapmak ise neyi, nerede, nasıl ve neden yapması gerektiği konusunda insana fazladan bir yetkilendirme tanımaktadır. İşte bu yetkilendirme beraberinde bir sorumluluğu taşımaktadır. Çünkü anlam olan insan, anlam üretirken bu ürettiği anlamı sorumlulukla yerine getirme arayışını da taşıma zorunluluğunu doğurur. Farklı kültürel veya düşünsel havzalara sahip olmak bu durumu ortadan kaldırmıyor. Bu da farklılıklara rağmen, yeni bir sözleşmeyi kurarken anlam ve sorumluluğu taşıyan insana güven duymayı tecrübe ettirmeyi sağlar. Burada sorumluluğun insan açısından anlamı, anlamayı doğal bir sürecin sonucu olarak ortaya koyan bir varlık olduğudur.  Çünkü insan başıboş bırakıldığı andan itibaren saçmalar, yapı bozumuna uğratır, kurgular üzerinden kendi haklılığını inşa etmeyi becerir. Buna müsamaha gösteremeyiz. İşte karşılık, yani kişinin anlam ve sorumluluğunu yerine getirirken karşılaşacağı mükâfat ve ceza burada devreye girmelidir. Yani bir sözleşme salt bir sözleşme olarak kalamaz! Beraberinde bir karşılığı da taşımalıdır. İnsan bu karşılığın her adımda karşısına dikildiğini tecrübe ile bilir. Ancak insanın unutkanlık gibi bir özelliği olduğu için hatırlamakta zorlanmaktadır. Burada hatırlatıcı bir pozisyonu sürekli canlı tutmalıyız. İnsan, hatırlayıcı bir pozisyonu sürekli canlı tutarsa unutma belasından kurtulacağı için sözleşmeye bağlı kalmayı da başarır.
İnsan, anlam ve sorumluluğu doğal olarak karşılık ile taçlandırır. Bu karşılığın güvencesi bir sosyal sözleşmenin bel kemiğini oluşturur. Bu yüzden sosyal sözleşme dayatılarak elde edilecek bir sonuç değil! Bilakis, gönüllülük esasına dayalı olmalıdır. İnsan bu sözleşmeye gönüllü katılmalı ve kendini gerçekleştirmekten vazgeçmeden bu sözleşmenin gereklerini yerine getirmelidir. Bu sözleşme insana haysiyetini geri kazandırmalı ve bu insan, sözüne güven duyulan bir karakteri taşımalıdır. Anlam ve sorumluluk zaten kişiye karakterini geri kazandıran temel kavramlardır. Burada bir tekliği, tek bir düşünceye tabi olmayı değil, birliği, birlik içinde çokluğu içinde taşıyan bir yapının sosyal sözleşmenin zeminini kurması gerektiğini belirtiyoruz. Çünkü eşitlik, sosyal sözleşmenin kalıcı oluşunu sağlayacak olan zeminini işaret eder. Sözleşmede birileri üstün ve öncelikli olamaz! Her insan, eşit bir zeminde sosyal sözleşmenin tarafı ve bu taraf olma ona insan olma şerefini geri verdiği gibi inandığı gibi yaşama hürriyetini de bağışlamış olmalıdır. Burada ana nokta ilişkiler ağı içinde her kesin sözleşmeye uygun davranması ve kimsenin kimse üzerinde otorite olmayacağı bir zemin kurabilmektir.
Bu sözleşmeye taraf olan kişi aynı zamanda adil olmalıdır. Adalet duygusu insanın karakteristik yapısını kurarken onun güvenilir biri olacağının temelini de inşa eder. Adalet sahibi bir insan, haksızlığı ve yalanı yok sayar. Bu da bir sorun olduğunda çözümü konusunda ciddi bir zemin kurmayı sağlar. Sorun anlam ve sorumluluk üzere çözüme kavuşurken karşılığını ise adalet üzerinden sağladığınızda vicdan; hem ferdin vicdanı ve hem de mahşeri/sosyal vicdan yatışır. Bu da sorunun çözümünü kolaylaştırır.
Bir sözleşmenin sürekliliğini sağlayacak olan şey ile bir insana güvenin sürekliliğini sağlayacak olan şey aynıdır: adalet… Adalet, insana olan güveni sağlamlaştırırken, sözleşmenin kalıcılığının teminatı olmayı da beraberinde taşır. O yüzden bir sosyal sözleşme insandan bağımsız ele alınamaz. Burada insan tekil boyutu içinde sözleşmenin tarafı olmalıdır. Yeni bir döneme geçtiğimiz bu zeminde, tekilliğin önemi artarak devam etmektedir. Eski klasik yaklaşımların reel zeminde bir karşılığı kalmamaktadır. Bu yüzden geçmişi yeniden değerleri üzerinden ayağa kaldırma arzusu da ancak tekil insanın kendi anlam ve sorumluluk hassalarını güçlü hale getirerek bu sosyal sözleşmenin hem tarafı ve hem de garantörü olduğunda gerçekleşebilir olur.
Dolayısıyla insan adalet sahibi bir varlık olduğunda birlikte yaşamanın anlamını da keşfeder ve barış içinde varlığını keşfeden ve ilişkilerini bu yumuşak zeminde güçlendiren biri olur. İnsan, öncelikle kendisi ile barışık olduğunda başkası için güvenilir bir hale gelir. Kendisi ile barışık birinin bir başkası ile barışık olmanın tecrübesine haiz olacağı için onunla daha kolay bir barışıklığın içinde yer alır. Bu barışıklığı zaten anlam, sorumluluk ve karşılığın sağladığı zemin üzerinden adalet ile taçlandırdığı zaman barış kalıcı hale gelir. Barış kalıcı hale geldiğinde ise insan, etrafı ile sahici ve sağlıklı bir ilişki kurmayı başarır. Bu sahici ve sağlıklı ilişki ise sosyal sözleşmenin garantörü olmayı hak eder. İşte barışı sağlayacak zemin sözleşmenin de kalıcılığını işaret eder. Bu temel gerçekliği insanın öğrenmesi ve barışın kendisine sağlayacağı vasat üzerinden anlam ve sorumluluğunu yerine getirmenin kolaylılığını hissetmelidir. Bu hissiyatı kazanması ise elbette ki barışık bir ortamın tecrübesine sahip olmakla sağlanabilir.
Tam bu noktada barışıklığın yeni bir sosyal sözleşmede bir tanıklık konumu kazandığını bize göstermektedir. Bu barışıklığın dar bir çerçevede de olsa uygulanabilir ve tecrübeye konu edilebilir bir olguya dönüşmesi ise zorunludur. Yukarıdan itibaren kullandığımız her kavram bir diğer kavram ile birebir ilişkili ve birbirini tamamlayan unsurlardır. Yekdiğerini bir diğeri ile çatışma zeminine taşımamayı öğrenmeliyiz. Yani yeni bir sosyal sözleşme yeni bir yaklaşımı zorunlu kılıyor. Bu yeni yaklaşımın ilk adımı anlam ise onu takip eden adımı elbette ki sorumluluk olacaktır. Karşılık ise adalet ile dengelenir. Ve barışık olma dengeli bir biçimde korunduğu sürece insan yaptığı sözleşmenin tarafı, denetleyicisi ve koruyucusu olmaya adım adım yaklaşır. Tam bu noktada bütün bu atmosferi sağlayacak ve bu atmosferin yırtılmasının önüne geçecek olan özgürlük kavramını devreye koymalıyız. İnsan, yaptığı her eylemi ve sürdürdüğü her sözleşmeyi özgür iradesi üzerinden gerçekleştirdiğinde anlamı karakterine dönüşür ve sorumluluğunu yerine getirmekten asla canı pahasına vazgeçmez! Bu yüzden özgürlük bu sistemin atar damarıdır.
Özgürlük ve özgür irade insan açısından sorumluluğunu barışık bir şekilde ve adalet ile yerine getirmesi konusunda bir vasat inşa eder. İnsan özgür bir varlıktır. Bütün kısıtlılığına rağmen, insan özgürlüğü üzerine bina edilmiş anlam ve sorumluluğunu üstlenir. Bu yüzden anlamın anlam, sorumluluğun sorumluluk, karşılığın karşılık, barışın barış, adaletin ise adalet olarak karşılığını bulacağı bir zemini özgürlük inşa eder. Ve özgürlük de kendi güvenliğini denge üzerinden kurar. Denge özgürlüğünü sahici ve sağlıklı bir zeminde tutmaya imkân sağlar. Denge her kavramın pozitif boyuttan negatif boyuta yönelmemesinin teminatıdır.
İşte insan, yeni bir sosyal sözleşmenin zeminini kuran bu kavramlar üzerine ilişkilerini kurduğu zaman sosyal sözleşmenin de garantörü olacağı gibi kendi karakterinin sağlam, sahici ve sağlıklı olmasının da vasatını kurar…