Bülent Şahin Erdeğer
TT

İnanç(sızlık) popülizmi: Oysa İman-Küfür çok boyutlu süreçlerdir

Gerek iman gerekse de karşıtı olan küfür kavramlarının gerçekte neyi ifade ettiğini hakkıyla anlamamız için hem bilgi sistematiğinde semantik bir arkeoloji kazısı yapmalı hem de bu anlam alanının Kur’an bütünlüğünde hangi bağlamlarda kullanıldığını tespit etmemiz gerekir. Pek çok kelime ve kavramda olduğu gibi bir kavramlar da tarihsel süreç içerisinde anlam genişleme ve daralmalarına uğramış, farklı tarihi dönemlerde olulan farklı bağlamlarda farklı terimsel anlam değişimleri yaşamışlardır.
İman, kök anlamı itibariyle bir konu hakkındaki gerekçei delil ve argümanları berlirli bir sorgulama süreci ulaşılan güven / emin olma halidir. Bu emin olma güven duyma dolayısıyla berberinde o konu hakkında bir huzuru getirir.
Semantik olarak yukarıda belirttiğimiz anlam alanı Kur’an bağlamında da aynı şekilde kullanılmıştır. Kur’an’dan öğrendiğimiz iman pek çok farklı dinamiği ve boyutu olan aktif bir süreçtir. Sosyolojik, psikolojik beslenme ve zayıflama kanalları vardır. Dolayısıyla kişinin Marks’ın Praxis dediği eylemlilik içinde teoriyi şekillendirme sürecinin İman sürecinde de salih amel boyutu bulunmaktadır.
Kişi imanını diri tutmak için hem ruhsal olgunlaşma sürecini kesintiye uğratmamalı hem de bu kişisel olgunlaşma- rüşde erme- çabasını toplumsal ilişki ağlarını, yardımlaşma, başkaları için mücadele/fedakarlık etme gibi eylemliliklerle erdemlerle bu olgunlaşmayı gerçekleştirebilirler. İşte iman dediğimiz süreç böylesi bir karşılıklı beslenmeyi içerir.
Kişinin Allah’ın varlığına iman etmesi yetmez ayrıca şirk koşmadan iman etmesi yani onu birlemesi de gerekir. Kur’an açıkça şirk koşulan bir imanın değersiz geçersiz bir iman olduğunu belirtir.
Sadece iyi insan olmak ve erdemlerin seküler boyutlarını yerine getirmek kişiyi imanlı kılmaz. Elbette iman etmesi için gerekli altyapıyı hazırlar. Ama dünyevi iyilikleri yapmanın ileri aşaması kişinin olgunlaşmasıdır ki işte onun için tüm kainatın yaratıcısıyla sağlıklı/doğru bir ilişki kurulması gerekir. Yani Allah’a iman etmemiş biri aynı zamanda gerçek anlamıyla erdemli ve iyi biri olmayı “tamamlamış” sayılmaz. Aynı durum diğer yönden de geçerlidir. Erdemler konusunda kendisini yetiştirmemiş, olgunlaştırmamış biri de gerçek anlamıyla Allah’a hakkıyla iman etmiş sayılmaz. Bu ikili ilişkiyi kopartan her görüş imanı da salih ameli de vicdanı da iyi olmayı da anlayamamış demektir.
İman emin olmaktan geliyor demiştik. Bu da delilleri bilmeyi, tartmayı ve bir karar vermeyi gerekli kılıyor. Yani bilinçli tahkiki bir tercihi.
Bugünlerde “trend olan” ateizm ve deizm sempatizanlığı ve eğilimi bu iman sürecini ya yok saymakta ya da bu praksisi parçalamaktadır. Ateizm Tanrı’nın varlığını bilinçli inkarı içermektedir. Ateizmin de gerek popüler moda olan avami/vulgarize versiyonları gerekse de egzistansiyalizm (varoluşçuluk) gibi felsefi versiyonları Tanrı ile bilinçli bir inkar-mücadele ilişkisi kurmaktadırlar.
Ayrıca bazı müminlerde muhayyel bir ateist karakteri var. Bu “ateist” Gerçek İslam’ı bilmediğinden ateisttir ve kendisine ayetler okununca aydınlanacaktır. Oysa Ateist ya da deist olmanın tek sebebi bilgisizlik ya da yanlış anlama değildir. Dinin kısıtladığı disiplini pek çok insanın arzularına, istediklerini yapabilme özgürlüklerine engel olmaktadır. Bu engelleme seküler arzular için oldukça “sıkıcı”dır. Hazlarını terbiye etme arzularına egemen olmak ise zor ve özgürleştirici bir iradeyi gerekli kılar. Pek çok insanın inançsızlığının, dindarlıktan uzak durmasının sebebi bu keyfiliği kaybetme gerçeğidir. İmanın bir süreç olduğunu belirtmiştik. Bu sebeple elbette inanan davetçiler yanlış anlamaları gidermekle ve vahyin gerçekleri ile geleneksel hurafeler arasındaki farkı göstermekle sorumludurlar. Ancak her inkar durumunu buraya bağlamamalıdırlar. İhsan Eliaçık gibi isimlerin ateizm-deizm sempatizanlığı bu gerçeği ıskalamakla kalmamakta kendi sekülerleşmelerini, keyfiliklerini meşrulaştırmak için imanın içi boşaltılmaktadır.
İşte bu noktada sekülerleşen eski dindarlar doğrudan Allah’ı reddetmeden seküler, hazcı, keyfi ritüelsiz ibadetsiz bir yaşam sürebilme imkanını Deizmde buldular. Ya da buna Deizm dediler öyle olmasa da.
Bu yaklaşım(lar)a göre kişinin bir dini olmasa da hatta Tanrı’yı inkar etse bile cennete gidebilir. Yani ne Cennetten/kurtuluştan vazgeçiyor ne de tam anlamıyla bir dindarlığı kabul edebiliyor. Herhangi bir tutarlılığı olmayan bu yaklaşımların teolojik ve felsefi ciddiyetten uzak popüler bir kahinlik olduğu aşikar.
Peki geleneksel iman-kurtuluş söylemleri ne derece isabetli? Onu da başka bir yazımızda irdeleyelim.
Kalın sağlıcakla…