Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap dayanışması: İhtiyaçlar ve imkanlar

Arap Dışişleri bakanları, Etiyopya’nın sebep olduğu ve gerilimin savaş durumuna yükselmesine yol açsa bile yıllardır üzerinde ısrar ettiği “Nahda Barajı” sorunu hususunda Mısır ve Sudan’a destek olmak amacıyla Katar’ın Doha kentinde bir araya geldiler. Barajın kademeli olarak ve daha uzun aşamalarla doldurulması Etiyopya’ya hiçbir zarar vermez. Ancak üç yıl önce tüm Arapların, selefi Tigrana’dan daha az saldırgan olacağını umarak destekledikleri yeni Etiyopya hükümeti, daha büyük bir saldırganlık gösterdi. Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya ve Eritre arasında çok uzun zamandan beri süren çatışmayı sona erdirmiş ve buna karşılık Etiyopya Başbakanının Nobel Barış ödülü kazanmasını sağlamışlardı. Üstelik bu “düşmanlar”, 30 yıllık baskıcı yönetimden ve Amhara ve Oromo gibi diğer büyük etnik gruplara karşı da zulümler yaptıktan sonra ülkede iktidarı bırakan Etiyopya’daki Tigrayanlara karşı vahşi, kanlı ve insanları yerinden eden bir savaş yürüttükleri bir ittifak noktasına ulaştılar.  Bu soykırım henüz bitmiş değil. Zira Nobel Barış Ödülü sahibi Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, komşularına zorbalık politikalarına geri döndü ve farklı sebeplerle bu zorbalığın şiddetini iyice artırdı. Bu sebeplerden biri de dışarıda sorunlar yaratarak halkın dikkatini oraya çekip Etiyopya halkını oyalamak.
Bu kadar detayı neden verdim? Çünkü Araplara zorbalık yapmak ve onları zayıflatmaya çalışmak tüm komşu ülke ve kuruluşlar tarafından takip edilen bir politika haline geldi. Özellikle de 2001’de yaşanan olay ve teröre karşı küresel savaştan sonra.
Sadece Arap ülkeleri değil, bazı İslam ülkeleri de hedef haline geldi. Her biri uluslararası ve bölgesel ikili veya üçlü ilişkilerle kendini korumaya çalıştı. Ancak kimse bundan sağ kurtulamadı. İran ve Türkiye’ye bağlı ya da ABD ve Rusya’nın himayesindeki milislerin sızdığı 4-5 ülke var. Milislerin sızamadığı ülkelerde de terörist gruplar bir dereceye kadar şiddet uygulamaya devam ediyor.
Araplara karşı zorbalık olgusu özellikle bu yıl daha da şiddetlendi. Bu olgu, soğuk savaş sonrası dönemde Afganistan ve Irak’ın işgalinden bu yana Soğuk Savaş Dönemi sonrası ve Jr. Bush döneminde Oslo Anlaşması’nın yıkılmasından beri devam ediyor. Ama şimdi ABD Başkanlığı’nda yeni bir değişim zirvesi yaşanıyor. ABD yönetiminin uzlaşmaya meyilli olduğu düşünülüyor. Bu sebeple nükleer anlaşmaya geri dönüyorlar. Ancak hiçbir zorba bir bedel ödemeden davranışını değiştirmek istemez. Bu aralar Amerikalılar ve Türkler müdahale alanlarında biraz sükûnet gösteriyor. Türkler, elbette Libya, Doğu Akdeniz ve Doğu Suriye’deki tüm iddialarından ve Irak’taki PKK’ya karşı yürüttükleri operasyonlardan vazgeçmeden Araplarla yakınlaşmaktan bahsediyorlar. İranlılar da milisleri aracılığıyla her yerde huzursuzluk ve çatışmalar çıkarıyor.
Bu nedenle, yaklaşık 20 yıldır gerçekleştirilmek için uğraşılan bir oldubittiyi dayatmayı amaçlayanlara karşı stratejik Arap güvenliği açısından tehlikeli bir dönemdeyiz. Bu yüzden etkin bir Arap dayanışması kurmak sadece sorunlu devletleri düzeltmek için değil, aynı zamanda yıllardır tacize uğrayan ülkelerin güvenliğini sağlamak için gereklidir.
Doha’da bir araya gelen bakanlar, Mısır ve Sudan’ın sadece şikâyet için değil aynı zamanda temyiz için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gitmesine destek verme kararı aldı. Gerçek şu ki son 10 yılda Güvenlik Konseyi’nde Arap ülkelerinin sorunlarına dair alınan kararlar ya hiç uygulanmadı ya da olması gerektiği gibi uygulanmadı. Bunun kanıtı, milislerin hâkim olduğu ülkelerin hala kargaşanın ve hatta çöküşün ağırlığı altında olmasıdır. Güvenlik Konseyi’nde alınan kararlar Arap Birliği ülkeleri tarafından desteklendi mi? Evet desteklendi. Ancak bu ülkelerden sadece birkaçı bu kararları takip etti ve farklı koşullar altında bunları uygulamaya çalıştı. Arap Birliği’ndeki devlet arasında bir Arap askeri gücünün gerekli olduğunu savunanlar olduğu gibi şu veya bu rejim ya da milis konusunda keskin bir şekilde farklı görüş benimseyen de var. Son olarak bu devletler birçok uluslararası müdahaleye maruz kaldığı için aralarında ihtilaf çıktı ve alınan uluslararası kararların bozulması kaçınılmaz oldu.
Bugün tamamen yeni bir aşamaya giriyoruz. Müdahale edilen taraflar Biden’dan bazı dayatmaların garantisini almaya istekliler. İstikrar arzumuz ve milislerden kurtulma hırsımız olur olmaz birçok kötülük üretiyor. Amerikalılar ve tüm dünya, devletlere ve toplumlara yönelik baskılarının yarattığı dini, etnik ve coğrafi gerilimler sonucunda “el-Kaide”, “DEAŞ” ve benzeri terör örgütlerinin nasıl oluştuğunu görmedi mi? Yeni yönetim, bir zamanlar Afganistan, Filistin, Irak ve Suriye’de yaşanan gerilim ve baskıların feci sonuçlarını gördü.
Ayrıca Arap ülkeleri, istikrar ve ulusal barışın çıkarına etkide bulunmak için müdahale etme yetenekleri konusunda yeni bir farkındalığa sahipler. Bunun kanıtı da Mısır’ın Gazze, Libya ve Etiyopya’da yaşanan krizlerdeki tavrıdır. Tüm bu krizlerde Mısır artık sadece ateşkesle yetinmedi. Sorunlara, daha ziyade Araplar ve kısmen uluslararası toplumdan aldığı yardımla Arapların ve Arap mahallelerinin güvenliğine hizmet eden ve herkesin çıkarını dikkate alan çözümler aradı. Mısır mantığı diyor ki; bazı ülkeleri savaşa sevk eden şey Arap dayanışmasının ve ortak Arap çalışmasının olmamasıdır. Komşular ve uluslararası güçler kararlı olduğumuzu hissederlerse müdahale ve saldırıdan geri dururlar. Bu nedenle Mısırlıların ve Sudanlıların yaptığı geniş diplomatik hamlelerle ortam hazırlandı ve tüm Araplar Güvenlik Konseyi’ne gidiyorlar. Konsey bu uluslararası anlaşmazlığı çözmezse Araplar sorunu bizzat kendileri çözmek için hazırlar. Tıpkı Güvenlik Konseyi’nin çözüm için alacağı bir kararı uygulamaya hazır oldukları gibi.
Filistin için de böyle pozisyona ihtiyacımız var. Gazze’nin yeniden inşası sürecinde Mısır’a yardım etmek gerekiyor. Tüm Arapların iki devletli çözümün umutlarını yeniden keşfetmesi için Biden yönetimine baskı yapması daha da önemli. İbrani devletindeki barış ekibi şu an güçlü görünmüyor. Ama yerleşim, işgal ve Mescid-i Aksa’nın yıkılması politikalarıyla bölgede var olan büyük gruplar istikrar umudunun kalmadığını hissederse güçlenecektir. Filistin’de artık bir öncümüz var o da Mısır. Filistin’de çözüme ne kadar yaklaşırsak İran ve Türkiye’nin iddialarının sonuçlarından o kadar kurtulacağız. Çözüm için eğer müzakereler ikinci gereklilik ise birinci gereklilik Filistin için gereken ancak henüz elde edilememiş birlik pozisyonunun sağlanmasıdır. Arap ülkeleri Mısır’ın bunu başarmasına yardımcı olabilir. Filistin’in bölünmesi Arap Birliği rüyasını yıkıyor ve bizi eylem ve gerici savaşların çukurlarında yaşamaya mecbur bırakıyor.
Peki Arap dayanışması politikasını sağlamak kolay mı? Tabi ki hayır. Çünkü uzun süredir devam eden bir bölünme var. Ancak dayanışmayı yeniden sağlamanın sayılamayacak kadar faydası var. Ayrıca dostları ve düşmanları yeniden düşünüp değerlendirmemizi sağlar. Sorunlar azalmadı. Ancak Arapların ve bölgenin birliğine ilişkin geleceğe bakış, herkesin kurtuluşunu sağlamak için dayanışmaya yöneliyor.