Abdulaziz Tantik
TT

İman’a dair…

(Fenomenal Bir Bakış)
İnsan, yaratılışında inanma duygusu ile birlikte yaratılmıştır. Kişi, güven duygusu ile birlikte kendi varlığını sürdürme ve geliştirme potansiyeli taşımaktadır. ‘Ben hiçbir şeye güvenmiyorum’ demenin bir karşılığı yoktur. Çünkü güvenmeden bir insanın yaşama imkânı yoktur. Sürekli mütereddit, şüphe içinde kendi korkuları ile baş başa kalan birinin psikolojik vasatının doğru olması beklenemez! Bu yüzden insan güven duymak ve bu güven üzerine bina ettiği ilişkiler ağını yaşamak ister.
İman etmek, inanmayı aşan ve onu perçinleyen bir özelliktir. İman, tam bir teslimiyettir. Güven o kadar yoğun ki ‘ne söylense’ herhangi bir tereddüt duymadan anında yerine getirmekten kaçınmamayı sağlar. Burada asıl sorun güvendir. Bir insan güvenini nasıl oluşturur? Bu soruya verilecek cevap bize imanın kalbe yerleşme hikâyesini sunacaktır.
İman, insanın hayatını bütün katmanları ile birlikte belirleyecek olan inanç ve eylem dizgesidir. İman sadece inanç sahibi olmayı değil, o inancın karşılığı olan ameli de gerçekleştirmeyi içerir. Çünkü inancına muhalif işler yapan kişi inancı tezada düşmüş addedilir. Bu yüzden amel imanın içinde yer alır. Fıkıh açısından amel imanın bir cüzü ve bütünü olmadığı için günahkâr kişi imandan çıkmış sayılmaz! Ancak, günahta ısrar kişiyi imandan da uzaklaştırarak çıkışına neden olacağına dair ihtarlar sürekli yapılmaktadır.
İman en temelde bir teslimiyettir. Bu teslimiyeti ise samimiyet ile perçinlemek ve sadakat ile doğrulamaktır. İman bu anlamı ile halis bir şekilde ilahi olana tam bağlılık ve Allah’ı görüyormuşçasına davranışlar ortaya koymaktır. Bu süreçte iman sürekli kavileşerek kendi varlığını kişide sağlamlaştırır.
Her şeyde olduğu gibi imanda da artış ve eksilme olmaktadır. Kişideki aymazlık, unutkanlık, dünyaya dalma, kendini kaybetme gibi hallerde imanda zaaflar belirir ve azalmaya yüz tutar. Tövbe ederek bu durum geriye dönüştürülebilir. Ama tövbe etmezse kişi, Allah onu sınayarak Varlığını hatırlatır ve acziyetini ortaya çıkartır. Hala kişide değişime ve düzelmeye dönük bir iz, emare oluşmazsa o artık imanını kuytu bir yere bırakarak yaşamaya devam edeceği için iman yoksunluğu yaşamaya başlar. Bu da kişiyi dünyaya tam olarak yöneltmeye başlar. Dünyaya tam yönelen kişi, dünyanın meşgaleleri ile birlikte kendini kaybeder ve kendi unutkanlığında yok olur gider.
İman, varlığa bir anlam yüklemek ve en önemlisi kişinin kendi varlığına bir anlam yüklemesidir. Anlamı olmayanın imanı da olamaz! Anlam, ilişkiler ağının niteliğini belirler. Kişinin düşünce ve eylemlerinin istikametini tayin eder. Anlam beraberinde bir sorumluluğu taşır. Anlam kişiye sorumlu davranmayı ilzam eder. İman sorumluluk yüklenmeyi kolaylaştırır. Kişinin sorumlu davranması, inanca dayalı olduğunda ve iman üzere olduğunda alışkanlık kesbeder ki buda onu doğal kılar. Bir şey doğal olduğunda onu yapmak normalleşir.
Bir şeyin artması ve eksilmesi demek o şey ile ilgili daha dikkatli olmayı gerekli kılar. İman, en büyük hazinesidir insanın… Bu hazineyi çok korunaklı bir şekilde itina ile saklamalıdır. İmanı korumak, amel iledir. İnandığın değerleri bir şahsiyet haline getirerek onu kişileştirdiğinde imanı tam bir güvenceye almış olursun. Güvenceye alınmış iman, teslimiyeti çoğaltır. İman, amel ile bezendikçe kendini kuvvetlendirir. İman kuvvetlendikçe artar, arttıkça ise karakteri belirlemeye başlar. İşte iman karakteri sağlam bir şekilde oluşturduğunda artık o kişi, imanının tanığı olarak varlık sahasındaki yerini alır. Bu tanıklık sadece kendisi için değil diğer insanlar içinde bir tanıklığı taşıyarak imanın bir gerçeklik zemini inşa etmesine imkân sağlar.
İman, insanın Allah’ın yaratıcı vasfını kabule, kendisinin yaratılışının yegâne sahibi/Rabbi olarak görme, varlığın Rabbi olarak kendi Rabbinin namütenahi varlığını ve kudretini idrak ederek inanmaktır. İman, kişinin yeryüzüne gönderilişinin bir hikmeti oluşunu ve bu hikmet gereği bir imtihana tabi kılınışı idrak ettirerek ona göre davranışlar geliştirmeyi bir zorunluluk addettirir.
İnsanın bilmediği, görmediği, anlamadığı, somut olarak hissedemediği bir Varlığa gönülden bağlanarak O’na yönelmeyi ve her emrini ‘başım gözüm’ üstüne diyerek kabullenmeyi sağlayacak vasatı imanıdır. İnsan iman ile şerefli bir varlık olur. Bu şerefini muhafaza ve Allah katındaki değerini artıracak olan şey ise imanı için yaşamını sunmasıdır. İman bir bağdır. Kişinin diğerleri ile kuracağı bağı belirleyen iman, aradaki ilişkilerin gücünü gösteren bir özelliğe de sahiptir. 
İman, görüleni görülmeyen için feda etme imtiyazıdır. Hiçbir insan görmediği bir şeyi gördüğü şey ile değiştirmek istemez. İman bu istemeyi sağlayandır. Çünkü iman gaybe/görülmeyene dairdir. Güven duymak bu anlamı ile görülmeyene ve geleceğe dair beklentiyedir. Kişi, ölüm ve sonrası ile ilgili herhangi bir bilgiye sahip değildir. İlahi kitaplar bize bu bilgiyi verirler. İnsan bu bilgiye iman ederek ölüm sonrası için hazırlık yapar. Yani ölüm sonrasına olan güven burada ve şimdi olanı değiştirmeye başlar.
Her insan kendi güveninin nasıl oluştuğuna dair bir tecrübeye sahiptir. Üzerine yeterince tefekkür ederse herhangi bir şeye karşı oluşan güvenini düşünerek nasıl oluştuğuna dair bir idrake sahip olabilir. İnsanın sürekli güven ile güvensizlik arasındaki salınımı onun ilişkilerini direk etkiler. Güven, yaptığınız bir işten elde ettiğiniz güzel hâsıla ile birlikte o şeye karşı güveninizi artırır. Güven artırıcı her eylem ve ilişki tanımayı beraberinde taşıyarak güveni çoğaltır. Bu işi yapmaya devam ederek o şeyden aldığınız verim devam ettikçe güveninizi artırır. Bu durum süreklileştiğinde artık o konudaki güveniniz tam olur. Bu somut durumlar için böyle. Peki, soyut durumlar için aynı özelliğe mi sahiptir? Soyut olgularda durum farklılaşır tabii ki…
İnsan hem soyut ve hem de somut tecrübelere sahip olabilecek düzeyde yaratılmış bir varlıktır. Bu yüzden somut durumları tecrübe ederek oluşturduğu güven duygusunu, soyut olgular üzerinden oluşturduğu tecrübe üzerinden de duygularını güçlendirebilir. İnsan gelecek kaygısını nasıl aşabilir? Geleceğe dair bir güven oluşumunu sağlayacak beklentilere sahip olması yeterli. Bu beklentiyi oluşturacak göstergeler onun geleceğe dair güven duymasını sağlar. İnsan varlıkla hep ikili bir ilişki kurabilecek bir potansiyeli vardır. Burada ve şimdide var olmak ile gelecekte var olmak veya soyut/öte dünyada var olmak arasındaki gerilim… Aslında kişi, somut dünyada elde ettiği tecrübe üzerinden öte dünyaya dair bir tecrübeye sahip olabilir. Bu yüzden inançlarını sağlamlaştırarak imana dönüştürmeleri ve imanını amel ile taçlandırarak her kulluk ediminde yeni bir tecrübe elde ederek o tecrübeyi bir üst aşamaya taşıyan kişi, öte dünya ile sağlıklı bir bağ kurabilir.
İmanın artması ve eksilmesinin insanın iki hasleti olan unutkanlık ve hatırlamak ile birebir ilişkisi vardır. Kişi unuttukça kendinden uzaklaşır ve uzaklaştıkça unutkanlığı içinde debelenip durur. Bu da onu imandan uzaklaştırmaya ve imanını zaafa uğratmaya devam eder. Ancak hatırlama ile birlikte tövbe kapısı aralanır ve hatırlamayı güçlendirdikçe imanını artırır. Çünkü insan unuttukça nankör olur, hatırladıkça ise kadirşinas biri olur. Tabii ki unutmanın ve hatırlamanın farklı bir boyutu da vardır. Kişi, kendisine yapılan kötülüğü unutmalı, yapılan iyiliği ise sürekli hatırlamalıdır. Kişi, kendisine yapılan kötülüğü sürekli hatırında tutarsa, hem o kötülüğü yapan kişiye karşı sürekli olumsuz duygular besler, hem de kendi psikolojisinin dengesini bozar. Bu yüzden hatırlama ve unutmayı yerli yerinde kullanmak kişiye büyük bir avantaj sağlar. İnsan, yaratıldığını ve ilahi lütuf ile var olduğunu hiç unutmamalıdır ki Rabbine karşı nankörlük yerine şükür sahibi olabilsin…
İman, kişiyi bilinenden bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu yolculukta iman sürekli kendisine eşlik eder. İman üzere varlığını idame eden kişi, Allah’a ve O’nun gönderdiği Kitaba, Resule ve Resulün uygulamalarına tam bir teslimiyet ve bağlılıkla hayatını öte dünyaya ayarlı kılarak bu dünyayı ancak öte dünyanın bir tarlası olarak görerek yaşamaya başlar ve devam ettirerek varlığının hitamına kadar bu tavır üzere kalır. İşte bu kişi, cennet biletini peşin olarak almış kişi diye kayıtlara geçer. Çünkü her adımda kişi, mükâfat veya cezaya müstahak olacağını kendisi belirliyor. Tabii ki ilahi yardım ve sürekli gözetim hali hep var olacaktır ki kişi, zaten ilahi rahmet ve ikram sayesinde varlığını idame ettirdiğini bildiği gibi, iman etmesinin ilahi bir ikram olduğu bilincini unutmamalı ve süreklileştirilmiş bir şükür hali imanının mücessem hali olur.
İman, kişinin, yaşamın, eylemin, düşüncenin, varlığın ve ilişkiler ağının ziynetidir. Kişi kendini bundan arî kılmamalıdır. Kişi müstağniliği ancak kendisini yabancılaştıracak ve Rabbinden uzaklaştıracak şeylere karşı göstermelidir.
Her şey zıddı ile kaimdir. İman inkâr ile zıttır. Ama aynı zamanda iman inkâr ile tamama erer. Yani kişinin kendini bir şey sanmasının ve dünyadaki meta ile avunmasının bir karşılığı olmadığını bilmelidir. Dünyayı inkâr, onu yok saymak değil, dünyayı iman ile tezyin etme anlamına gelmelidir. Nefsi yok saymak değil, ama nefsin iman ile taçlandırılması anlamına gelmelidir.
Gerçek iman sahipleri, hem bu dünyada ve hem öte dünyada Allah’ın huzurunda selam ile divana durmaktadırlar. Ne mutlu iman erlerine ve gönüllerine imanı silinmez bir nakış gibi yazanlara selam olsun…