Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru -6-

Karşılıklılık…
Bir insanın yapıp ettikleri karşısında bir ceza ve mükâfat elde ettiği zemine karşılık bulma denir. İnsanın eyleminin ve düşünce zemininin kendi hayatında ve sosyal hayatta bir karşılık ürettiği temel gerçeğini görmesi ve ona göre davranması insan olma bağlamında önemli bir yere sahip olmalıdır. Çünkü hayatta bir boşluk bulunmamaktadır. Ne yapılırsa yapılsın, mutlaka bir karşılık üretecektir. Bu üretilen karşılık ise insan veya sosyal hayat için iyi veya kötü olarak tavsif edilebilir bir özellik taşıyacaktır. İşte bu yüzden bir sosyal sözleşmenin garantörlüğü olarak anlamın ve sorumluluğun bir karşılık bulması bağlamında mükafat ve ceza doğru olana tekabül eder.
İnsan, yaptıkları ile bir karşılık bulmadığı zaman veya bu karşılığa karşı koyacak güce sahip ise şiddete açık bir pozisyonu meşrulaştırır. O zaman kendisini bağlayacak bir şey olamayacağı kanısına uygun olarak yaptığı eylemin sonuçlarına dikkat kesilmez! Bu da bize toplumsal fesadın kaynağını açıkça göstermektedir.
Tekil anlamda insan, kendi yaptıkları ile hesaba çekilmeyeceği anlayışına sahip olursa saçmalama hakkını kullanacaktır. Aslında her insan saçmalamaya özlem duyar. Herhangi bir baskı olmadan eylemde bulunmak ve sorumlu tutulmamayı özler. Bu insanın özgürlük algısı ve kendisini durduracak bir gücün eksikliği ile orantılı bir şekilde yıkıcı bir konum kazanır. Anlam arayışı beraberinde ilişkinin niteliğini taşır. Her nitelik arayışı ise zımnında anlamı taşır. Her anlam ise sorumluluğu ihtiva eder. Karşılığı gözetmeyen kişi ise önce anlamı devre dışı tutar ve sonrada sorumsuzluğunu ilan ederek yaptıklarının sonuçlarına katlanmama arzusunu deklare eder. Bu da sosyal hiyerarşide dengenin bozulmasını sağlar. Bir yapı bozumu olarak karşılıksızlık, yeni bir sistemin inşasına zemin oluşturur. Ancak bu arada ciddi bir bozgunculuğu beraberinde taşıyarak güveni zedeler. Bu yüzden anarşi yerine sistemin geçmesi için insanlar gerektiğinden fazla fedakârlık göstererek sosyal barışın zeminini sorunlu kılarlar.
Denge hayatın nirengi noktasıdır tespitinde bulunmuştuk. Karşılıklılık ise bu dengeyi sağlıklı bir zemine taşıma konusunda en önemli zeminlerdendir. Bu zeminin belirleyici vasfı yanında koruyucu vasfı da önemlidir. İnsanların eylemlerine fren görevi görmesi açısından da kıymete haizdir.
“İnsanın başıboş bırakılmadığı” tezi temel bir önermedir. Yaşamın kendi koşulları içinde bakıldığı zamanda bu temel önermenin gerçeğe dönüştüğünü gözlemleriz. İnsan, herhangi bir koşul aramadan eylemde bulunduğu zaman etrafına zarar vermekten kaçınamaz. Bu yüzden her eylemini dikkatle ve bir anlama havi olarak, sorumluluk içinde atması onun dengeli olarak varlığını sürdürmesine neden oluşturur. Kişinin, kendi iç dengesini bulmasını sağlayacak olan şey yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenmesi ve kendisini teslim edeceği bir vasatın oluşudur. İnsan, yeryüzünde salt kendisinin var olduğunu düşündüğünde ve ne yaparsa yapsın, yanında kar kalacağını düşündüğünde yıkıcı bir özellik kazanır. Bu özelliği kendi iç bütünlüğünü de parçalar. İç bütünlüğünü kaybeden kişinin anlam ve sorumluluk duygusu zedelenir ve sadece yıkım projesi oluşturmaktan başka seçenek bırakmaz! Yıkım projesi ise bir sosyal projenin varlığını tehlikeye atar. Bu tehlikenin giderilmesi için yıkımın durdurulması ve onu önleyecek önlemlerin hayata geçirilmesi şart olmaktadır. İşte bu şartları oluşturan en önemli etken; karşılıktır. Böylece kişiler, kendilerini yalnız, sorumsuz ve anlamsız bir yaşama teslim etmenin nasıl bir gerçeklik zemini oluşturduğunu anlayarak yıkıcılıktan vazgeçerler.
İnsan, öğrencilik hayatında, iş hayatında, sosyal hayatta, eğer yaptıklarının bir karşılığını görmeyeceklerine inanırlarsa onlara herhangi bir şey yaptırmak imkânsız gibi olur. Çünkü insanı frenleyen ve onu daha doğru olana yönelten şey yaptığının karşılığını gördüğünde hayatının çekilmez bir yaşama dönüşmesi korkusudur. Tabii ki insan, herhangi bir beklenti, korku vesaire olmadan da bu karşılık duygusuna sahip olabilir. Bu insanın fıtri boyutunu görme ve onun doğal bir refleksi olarak bir Tanrı inancına sahip olması ve iyi bir insan olmanın Tanrı karşısında ona bir kıymet kazandıracağı duygusu ile hep sorumlu ve bir anlamı gözeterek eylemlerine yön verir. Fakat insanların kahır ekseriyeti ise duyguları ile hareket eder. Eğer yaptıklarının bir karşılığı yoksa kendisini frenleyemeyerek rastgele davranarak kötü sonuçlara neden olabilir. Bu yüzden insana kendisini dengede tutacak bir ilkeler ve bu ilkelere uymadığı zaman dışlanacağı tecrübesi yaşatılmalıdır. Ki o zaman insan kendine çekidüzen vererek başkalarının da dikkate alınması gerektiği gerçeğine uyanır.
İnsan, başkasını dikkate alarak kendi eylemlerine yön vermelidir. Başkaları yokmuş gibi davranmak, kendini de yok saydıracak bir zeminin varlığını zorunlu kılar. O zaman kendisinin yok sayılmasının acısını derununda hisseder ama iş işten geçmiş olur. Bu yüzden her insan teki kendisinin dışında başkalarının var olduğu gerçeğini bilmeli ve bu bilgiyi de ancak karşılığın can acıtıcı boyutu ile veya sorumluluk duygusunun verdiği sükunet ile hesaba katarak davranışlarına yön vermelidir.
Kendi iç huzurunu sağlayan kişi, başkaları ile birlikte var olan bir sosyal yaşamın da huzurunu sağlayacak bir tecrübeye sahip olacaktır. Sosyal yaşam adı üzerinde birlikte var olmanın boyut kazandığı bir zemindir. İşte bu zeminde barışın esas olması elzemdir. Barışın sağlanabilmesi içinde biri diğerinin haklarına tecavüz etmeyecek bir düzene ihtiyaç vardır. Bu düzeni sağlayacak olan şey ise karşılık esasının sahici ve sağlıklı bir şekilde yürürlüğe girmesini sağlamaktır. Burada adalet duygusu önemli bir işleve sahiptir. Karşılığın verildiği sosyal zeminde adalet duygusu zedelenmemelidir. Zedelenen adalet duygusu, karşılığın yaralayıcı yüzü ile karşılaşarak toplumsal barışı ve sosyal sözleşmeyi zedeler.
Sosyal zeminde birden fazla topluluğun var olduğu, olacağı açıktır. Bu toplulukların kendi aralarındaki ilişkilerde adalet ölçüsünü gözetebilmeleri için hem karşılık esasına hem de bu karşılık esasını garanti eden bir güce olan ihtiyaç açıktır. İşte sorun burada baş göstermektedir. Garantörlüğü sağlayacak olan şey, her insan tekinin anlam arayışı ve bu anlam arayışına dayalı bir sorumluluk duygusudur. Kişi, kendisi için istediğini kardeşi/diğeri için isteyerek kendi anlamını garanti altına almış olur. Yani başkasına olan güvence döner size de güvence olur. Bu nokta sivil bir idrakin olmazsa olmazıdır. Bu idrak üzerine kurulu olan sosyal sözleşmenin garantörlüğü önemlidir. Ancak bu garantörlüğü güçlendirecek şey ise bu sözleşmenin karşılık esasının yürürlüğe girmesini sağlayacak olan ortak yaklaşım ve ortak kabullerdir. Elbette ki başka garantörlük sistemleri de bulunmaktadır: devlet aygıtı gibi, ortaklaşa oluşturulan güvenlik gücü gibi… Ya da güven üzere seçilmiş elit bir ahlaki kesim gibi…
Ama her güç gibi ortak güç de zaman içerisinde gücü kötüye kullanma arzusunu hissedebilir. Gücün sağladığı avantajlara kanarak yanlış yollara saparak görevi kötüye kullanmaya yeltenebilir. İşte burada bu gücü durduracak olan şey ise toplumsal idrak ve bu idrake dayalı toplumsal kabuldür. Burada adalet sistemi ve hukukun adalet dağıtımındaki dengesi de önem arz eder.
Karşılık duygusu iki temel yapıya haizdir. İlki, gözlem ve somut durumlara dair oluşan idraktir. Somut bir karşılık kişide somut bir duygu oluşturarak onu yönlendirir. İkincisi ise soyut bir idraktir. Yaratıcı bir Kudretin varlığı ve yaratılmışlığın derinden algılanmasının sağladığı anlam ve sorumluluk duygusunun kişide meydana getireceği soyut idrak ve bu idrake dayalı olarak kişinin kendisiyle ve diğeriyle kuracağı ilişkide ki samimiyet ve sahicilik üzerinden oluşturacağı idrakin sosyal yaşama yansımasıdır. Böylece kişi, herhangi bir beklenti içinde olmadan başkaları ile ilişkide onların haklarını korumayı içgüdüsel olarak kabul ederek davranmayı içselleştirebilir. Böylece kendisinden bir kötülük meydana gelmeyen kişinin oluşturacağı olumsallık üzerinden aynı davranışı bir ilke olarak kabul ederek sosyal sözleşmeye dayanak kılmak. Ama tek başına bu yeterli olmayacaktır. Kişiler hep aynı özelliği taşımayacaklardır. Ama olumlu örneklik bağlamında bu durum yeterliliği sağlar.
Karşılık, ikili veya çoklu ilişkiyi doğru bir zemine taşıma konusunda kendi üzerine düşeni yapmaya açık ve kabiliyetli bir ilkedir. Bu ilkenin varlığı zayıfı güçlüye karşı korumaya yeter. Güçlünün bu ilkeye dayalı olmayı benimsemesi ve ona uygun davranması ise adaletin ikamesi için yeter şarttır.
Bu temel gerçeği birçok olay, olgu ve durumda gözlemlememiz mümkündür. Sadece meseleye sade bir bakış yeterlidir. Yeni bir sosyal sözleşmeyi karşılık esasına dayandırarak anlamlandırmak birçok sorunu baştan çözüme kavuşturabilir. Bu temel gerçeği dikkatten kaçırmadan yaşamın temel gerçekliğine sorumluluk duygusu ile önem vermeliyiz.