Abdulaziz Tantik
TT

Yeni Bir Sosyal Sözleşmeye Doğru -7- Adalet…

Bir sosyal sözleşme, doğal olarak yasama üzerinden korunacağı gibi asli olarak gönüllülük esasına göre korunduğunda anlamlı ve kalıcı bir özellik taşır. ‘Sivil’ alanda vicdani bir sorumluluk olarak kabulünü sağlayacak olan şey ise; adaletin; hem hukuki hem vicdani boyutta var olmasıdır. Adalet, bir şeyin toplumsal zeminde kabulünün ve reddinin bir sorun, yabancılaşma ve karışıklığa neden olmamasını sağlar.
Adalet, toplumsal zeminde bir karşılığın oluşturacağı tahribatı ortadan kaldıran ve hazmedilmesini sağlayan temel bir yapıdır. Adalet duygusu zedelenmiş bir toplumda oluşan her olaya, olguya karşı gösterilen tepkinin olumlu veya olumsuzluğu bir tarafa, yıkıcılığı belirgindir. Bu zeminde yabancılaşma ve ötekileştirilme açığa çıkar. Bu da bir sosyal sözleşmeyi anlamsızlaştırır.
Bir sosyal sözleşmede adalet, olmazsa olmazlardandır. Adaleti ikame etmek ise anlam, sorumluluk ve karşılıklılığın doğru ve sivil bir zeminde kendi hayatiyetini sağlamasıdır. Adalet ise bu kavramların yerli yerinde dal budak salarak kökleşmesine imkân tanır. Özellikle farklı toplumsal yapıların ve düşünce zeminlerinin karşılığı yaşarken adalet duygusunun zedelenmemesi önemlidir. Çünkü adalet duygusu zedelendiğinde karşılığı bir düşmanlık, yabancılaşma ve ötekileştirme olarak yorumlayarak barışın zedelenmesine zemin oluşturur. Barış zedelendiğinde ise sorun büyür ve ardından sosyal sözleşme anlamını yitirir.
Barışın ikamesi ve bozulmaması için adalet duygusunun yerli yerine konulması ve ona yönelik bir şüphenin varlığının açığa çıkmaması elzemdir. Adalet duygusunu zedeleyen en önemli amil ise hukuki zemindeki iltimasın, kayırıcılığın, göz göre göre hukuka uygun davranmamadır.
İki zeminde adalet duygusu yara alır. Birincisi, vicdani zeminde… İkincisi ise yasama zemininde…
Vicdani zeminde adaletin yara almaması için her farklı yapıya eşitliğin tam olarak icra edilebilmesi önemlidir. Yani kişi veya topluluk, kendisi için istediğini diğeri için de isteyerek vicdani olarak sağlam bir zeminde durmalıdır ki adalet zarar görmesin. Ama eşitliği bozan ve bunun bir haksızlığa mebni olduğunu düşündürten bir yaklaşım, vicdanlarda ciddi bir tepki oluşturur. İşte bu tepkisellik, vicdanlarda bir isyanı besler. Bu isyan ise hukuki zeminde de başlayacak bir adaletsizlik duygusu ile birlikte ayağa kalkarak toplumsal bir karmaşaya neden olur.
Toplumsal zeminde yapılacak hataların, yanlışların, kasıtlı olmadığı sürece vicdanlarda bir makes bulmaz. Çünkü vicdan; hem toplumsal zeminde hem bireysel zeminde hassas ayarlara sahiptir. Bu ayarlar, öyle kolaylıkla değişime zorlanamaz! Yaşadığımız bu günlerde bu meselenin daha iyi anlaşılır oluşunu besleyen bir sürü olay ve olgunun görülmesi, yapılan onca propagandaya rağmen, kamu vicdanı yeterli düzeyde ikna edilememektedir. İşte bu yüzden toplumsal vicdanı yaralamaktan uzak durmalıyız. Çünkü toplumsal vicdan yaralandığında yeniden iyileştirmenin zorluğu ise tarihi olaylarda mündemiçtir. Birçok kültürün ve medeniyetin yıkılışının en önemli nedeni olarak toplumsal vicdanın yıkılışını örnek verebiliriz. Modern şiddet unsurlarının bir türlü toplumsal vicdanda makes bulmaması ve reddedilmesi de buna örnek verilebilir. Her türlü faşizm; sınıfsal ve ırksal fark etmez! Genel bir kabule dönüşmemektedir.
Bir sosyal değişimin mihveri, adalet duygusunun zedelenmesi ve bir daha adaletin ikame edilemeyeceği duygusudur. O zaman kamu birlikte hareket ederek değişimi hayata geçirmektedir. Toplumun gözleri önünde yapılan açık bir haksızlık asla tasvip görmez! Propaganda aracılığı ile nispi bir örtme mümkün görünse de hakikatin açığa çıkma alışkanlığı yüzünden çok çabuk bir şekilde mesele çözülür. Bu yüzden kurgu üzerinden yeni bir toplumsallığı inşa her zaman sorunlu olmuştur. Eğitim ile fertleri terbiye edilmiş ve hak, hukuk, adalet duygusu gelişmiş kültür ve medeniyetlerde kötülük neşvünema bulamaz! Kötülüğün bir toplumsal uzlaşma oluşturduğu görülmemiştir. Bu durum insanın sahip olduğu adalet duygusunun hem birey ve hem de toplumsal zemin için önemini göstermektedir.
Adalet, toplumsal zeminde bir dengeyi inşa eder. Bu denge var olduğu sürece toplumsal barışı ikame etmek normal olacaktır. Ama dengede değişim hissi başladığı andan itibaren bir yabancılaşma kendini hissettirecektir. İşte bu yabancılaşma adaletin varlığına dair şüpheyi ve uygulamada haksızlığı ele vererek yeni bir arayışın tetikleyicisi olacaktır. Her arayış, yeni bir sistem ve paradigma arayışına dönüştüğü andan itibaren ise sözleşme havada asılı kalmaya mahkum olacaktır. O zaman yeni bir sözleşmeye yönelik arayışlar öne çıkacaktır. Adaletin varlığı, yabancılaşmayı önleyeceği gibi yeni bir sözleşmeye ihtiyacı da ortadan kaldıracaktır.
‘Karşılık, anlam ve sorumluluğun kendi sistematiği içinde varlığını idame ettirmesi için bir gerekliliktir’ dedik. Karşılığın birey ve toplumun vicdanında bir yara almadan yer alması için adalet duygusunun varlığına ihtiyaç vardır. Adalet duygusu, kişi ve toplumlarda karşılığın makul görülerek anlam ve sorumluluğun yerli yerinde kalışını garanti eder. Bilinir ki bir ceza veya mükâfat, o kadar kolay hazmedilir bir şey değildir. Toplumda bu ceza ve mükâfata birden fazla tepki oluşabilir. İşte bu tepkilerin sorun oluşturmadan hazmedilmesi için adalet duygusunun sağlam bir zeminde varlığını muhafaza etmesi kaçınılmazdır. O yüzden adalet duygusunu muhafaza etmek, sosyal sözleşmeyi garantiye almakla eş değere ulaşacak bir düzeyi işaret eder. Adalet duygusu aynı zamanda toplumsal ve bireysel iç barışını sağlayacak bir güvenli vasatı işaret eder. Herhangi bir olay ve olguda adalete mugayir bir durum yoksa o toplumsal hafızadaki yerini alır. Adalet duygusu sağlam kaldığı sürece oluşacak ufak tefek sorunlar, yaralar, yabancılaşmalar, ötekileştirmeler, huysuzluklar vesaire tedavi edilebilir pozisyonunda tutularak barışın tutkalı haline dönüştürülebilir. Adalet bu kadar merkezi bir yere sahiptir.
Anlam ve sorumluluk, güven ve teslimiyeti içinde taşır. Karşılıklı güven ve teslimiyet aynı zamanda bir ülfet ve tanışıklığı içinde taşır. Adaletin ikamesi ise bir teslimiyeti ve güveni içerecektir. Anlam ve sorumluluk, teslimiyet ve güveni büyüterek sosyal sözleşmenin korunması bağlamında bir zemin olarak öne çıkartır. Adalet duygusu ise bu teslimiyet ve güveni esas alır. Zaten adalet duygusu teslimiyet ve güven zedelendiğinde kendinde bir zedelenme açığa çıkartır. O yüzden sözleşmenin geleceği açısından kişilerin birbirlerine karşı oluşturduğu güveni ve bu güvene dayalı teslimiyet/beraberliği zedelememesi elzemdir. Bu adaletin ikamesi için yeter sebebi işaret eder. Meselenin psikolojik vasatı olduğu gibi hukuki vasatı da vardır. Ama her iki olgunun birlikte değerlendirildiği vasat adalet duygusudur.
Bir toplumsal sözleşmeyi oluşturan değerin ürettiği hukukun korunması asıldır. Çünkü bu hukuki zemini zedelenmeye başlandığı andan itibaren güveni zedelemeye başlar. Hukuku meşru zeminde koruma altına alır ve hukuka uygun işlemler yaptığınız halde mahşeri vicdanda bir huzursuzluğa neden oluyorsanız, o meşru zeminde yaptığınız hukuksal yapıda bir sorun var demektir. Bu ya niyette bir sorun taşındığını işaret eder veya bir iltimasa, kanunu arkadan dolanarak ama dokunmadan aşmak gibi bir durumun söz konusu olduğunu gösterir. Çünkü mahşeri vicdan, daha derinlerdeki bir sapmayı hissedecek bir kapasiteye sahiptir. O yüzden vicdan adaletin ikame ettiği mekândır. Vicdana yönelik her yaralayıcı hareket adaleti de zedeler.
Tam bu noktada toplumsal şeffaflık denilen olgunun önemi açığa çıkar. Ne yapılırsa yapılsın, makul ve tutarlı bir açıklamasının şart olduğu kadar, herhangi netameli bir niyetin var olmadığı da belirgin kılınmalıdır. Maalesef bugün ve tarihte de bu konu öyle kolaylıkla uygulana gelmemiştir. Ama eğer gerçekten bir sosyal sözleşme altında barış içinde yaşama arzusu varsa; önceliğin, vicdana ve dolayısıyla adaletin ikamesine verilmesi esasa taalluk eder.
Adalet duygusu, çok sert bir cezanın kabulünü sağlayacağı gibi hak eden bir kişiye verilen mükâfatı da rahatlıkla kabulünü sağlar. Onaylama makamı, yasalar olmakla birlikte bir önceki onayın makamı ise vicdan ve adalet duygusudur. Toplumsal infial, her zaman şiddete dayalı cezalandırmalar yüzünden olmuştur. Ama bu cezaların hak edildiği duygusu varsa o infial bir karşılık bulmayacaktır ve barışın varlığı korunabilecektir. İşte adalet, karşılığın oluşturacağı infiali yerli yerinde tutmaya ve sonuçlarını gidermeye katkısı ile toplumsal barışı ikamede en etkili varoluşsal zemindir.
Barış içinde var olmak, adalet duygusunun yerli yerinde kendi gücünü korumasını sağlar. Barış, birçok yanlış anlamaya müsait zemini doğru anlamaya yönelterek adalet duygusunu muhafaza eder. Bu yüzden barışın ikamesi adaletin sağlanmasına destek, adalet duygusu ise karşılığın toplumsal zeminde makul görülmesine imkân tanırken, karşılık ise bir sorumluluğu ikame eder ve sorumluluk anlamın varlığının anlamını deşifre eder. Teselsül yoluyla bir birini besleyen bu sürecin bir yerinde oluşacak bir kırılma sorunlar yumağını başlatır. Bu yüzden dikkatli bir şekilde bu zemini öylece korumaya çalışmak ve güçlendirmeye yönelik hamleler içinde olmak, bir sosyal sözleşmenin gücünü ortaya çıkartır.