Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Barış, kalkınma ve krizlerden çıkışlar

Bu hafta ancak barış, adalet ve kalkınma ile çözülebilecek sorunlara dair iki açıklama okudum. İlki, yeni BM Yemen Özel Temsilcine aitti. İkinci açıklama, yakın zamanda Sudan hükümetiyle barış anlaşması imzalayan Darfurlu lider Minawi'nin yaptığı bir konuşmada geçti. BM Antlaşması, hatta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi uluslararası metinlerde barış ve adaletten bahsedilirken, bir sınır sorunu veya başka bir nedenle aralarında bir çatışma veya savaş yaşanan iki ülke arasında (örneğin Ermenistan ile Azerbaycan arasında veya Etiyopya ile Sudan arasında olduğu gibi) gerçekleştiği belirtilir. Ateşkesten sonra istikrarın yeniden sağlanması amaçlanır ve böylece uluslararası karar, barış ve adaleti teyit etme yönünde olur. Uluslararası kuruluşlar (kalkınma) her ikisini de orta vadede başarmanın en etkili yoludur.
Ancak son yıllarda meydana gelen çatışmalar çoğunlukla içsel, yani aynı ülkedeki iki taraf veya taraflar arasında yaşanıyor. Bu günlerde çoğunluğu etnik, kabilesel ve bölgesel faktörler nedeniyle meydana geliyor. Başlangıcı, genellikle devletlerin siyasi ve sosyal yapılarındaki çatlak sonucu gerçekleşiyor. Arap ve İslam coğrafyasındakiler de dahil olmak üzere ülkelerin çoğunda sorun bu tür veya benzer nitelikte. Yani kabilesel, bölgesel veya ekonomik. Ama bunları su üstüne çıkaran, gerilim ve çatışma seyrine sokan neden siyasi sistemdeki prestij kaybı ve meşruiyet zayıflığıdır. Böylelikle eski çatışmalar su yüzüne çıkar veya körüklenir, yetkili makamlar daha şiddetli bir biçimde karşılık verir ve çatışma, yetkililerin zayıflığı veya açıkça çatışanlardan birinin tarafını tutmasının bir sonucu olarak yoğunlaşır. Ancak sonuçlar çoğu zaman bir yönetimin düşüşü ve darbe veya benzeri çözümlerle onun yerini bir başkasının alması şeklinde olmuyor. Aksine, bir kutuplaşma da ortaya çıkıyor. Silahlı milisler şehirlere ve ilçelere yayılıyor ve zayıf merkezi otorite de onlardan biri olabiliyor.
Peki, bu uzun girizgah ve uzun uzun anlatış neden? Çünkü dünyada bu türden 36 çatışma var ve bunların çoğu Arap ve İslam dünyası, Afrika ve Latin Amerika'da yaşanıyor. Bir çatışma yaşandığında uluslararası toplum veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi müdahale eder ve söz konusu ülke şanslıysa (yani uluslararası çatışmalar ve büyük çıkarlar çevresinde dönmüyorsa) ülkenin birliğini, barışını, istikrarını ve çatışmanın tarafları arasında dengeli adaleti koruyan siyasi bir çözümle ilgili kararlar alınır. Gerilimi azaltan ve mevcut durumu savaşa dönmekten daha kabul edilebilir hale getiren bir yeterlilik durumuna ulaşana kadar ülkeye uluslararası temsilci, uluslararası yardım ve kalkınma gönderilir.
Rahmetli Umman Sultanı Kabus bin Said’in bir keresinde şöyle dediğini duymuştum: İstikrar ve huzur olmadan hayat ve geçim olmaz. Ancak adalet olmadan barış kırılgan kalır, iyiliğin arabulucuları genellikle daha sonra adalet için çalışmayı umarak barışı kabul etmeye zorlanır. Çünkü kan dökülmesini durdurmak diğer tüm konulardan daha önceliklidir!
Bir kez daha neden şimdi barış ve adaletten, uzun vadeli istikrarı sağlamak için bunları birleştirmek gerektiğinden bahsediyoruz? Çünkü Arap ve İslam dünyasındaki sorunların çoğu, rejim liderlerinin uzun süreli iktidarda kalmasından, onlara karşı silahsız veya silahlı muhalefet hareketlerinin ortaya çıkmasından ve bunların da bazı yönlerden hakim hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Ölümsüz şef devrildiğinde ya da onlardan biri olduğunda, kendisine isyan eden milislerin liderlerinden herhangi biri artık kontrol ettiği kısım üzerindeki gücü bırakmaya razı değildir. Tabii en büyük lider olmayı arzulamıyorsa!
Bu davranış, silahlı milis veya mafyavari grupların egemen olduğu, çekişmeli veya rızaya dayalı paylaşım üzerinden geçindiği Sudan, Libya, Yemen, Irak, Suriye, Tunus, Cezayir ve Lübnan'da da ortaya çıkıyor gibi görünüyor. Bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uluslararası kararları, barışı ve adaleti sağlamak için uluslararası bir temsilci var. Ancak insanların durumu yıldan yıla, hatta her ay daha da kötüye gidiyor! İki hedef; yani barış ve adalet bir idealdir ve nadiren birlikte elde edilirler. Ancak uluslararası kuruluşlar çevrelerinde yaklaşık 30 yıldır hüküm süren iki ideoloji var. Birincisi, uluslararası kuruluşların barış ve adalet, özellikle de adalet açısından eksikleri tamamlamasını umduğu kalkınma.
Diğer ideolojiye gelince; demokrasiden elbette farklı olan seçim. Ancak Batılı uluslararası aktörler bunları çoğunlukla aynı olarak tanımlar.
İşin komik yanı, başarısız deneyler çoğalmasına rağmen bu iki ideolojinin etkileri veya güçleri azalmıyor. Cezayir, Libya ve Irak gibi petrol zengini ülkeler bugün en yoksul Arap yönetimleri arasında yer alıyorlar. Uluslararası uzmanlar reform ve kalkınma gereksinimleri veya politikaları konusunda hemfikirler. Bizzat uzmanlar, kalkınma politikalarının yokluğunun nedeninin, ülkenin zenginliklerini kontrol edip tekeline alan, kabul edilebilir şekillerde yeniden dağıtmayan egemenler olduğu görüşündeler.  
Şimdiye kadarki deneyimler, kalkınma yoluyla barışı ve adaleti yeniden sağlamanın başarılı bir yöntem olduğunu kanıtladı. Ancak trajik olan, Batılı teorisyenlerin demokratik seçimlerin milislerden kurtulmanın bir yolu, barış ve adaleti geri kazanmaya hazırlık olduğuna dair inançlarıdır. Lübnan'da, Irak'ta, Libya'da, Cezayir'de ve Tunus'ta bunu denediler ve halen de deniyorlar. Yalnızca meselenin "ciddiyetini" göstermesi için, Devlet Başkanı Beşşar Esed’in sürekli seçim düzenlemesini ve yüzde 90'dan az oy almamasını örnek gösterebiliriz.
Darfurlu lider Minawi’nin sözleri, milislerin ulusal krizler için ideal çözümlere ilişkin algılarına dair birçok anlam taşıyordu. Beşir ve Müslüman Kardeşler sonrası Sudan’da hem tüm muhalif tarafların katıldığı hem de ordunun gözetimi altında olan “uzlaştırıcı” bir geçiş hükümeti kuruldu. Uluslararası organlar “ordunun birleştirilmesi” çağrısı yaparken Minawi, Beşir döneminde iktidarda olan, daha önce Darfur ve diğer bölgelerdeki savaşlara katılan ve öldüren, şimdi de Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmek istenen kampla da uzlaşmak istiyor! Milisler ile barış, seçim ve kalkınma için çağrıda bulunanların mantıkları birbirinden farklı. Sudan, Suriye, Libya ve Irak'taki bu itişme ve kakışma durumu Lübnan’a da ulaştı. Lübnan Cumhurbaşkanı milislerle ittifak halinde, hükümetsiz olarak iktidarda kalmak istiyor.
Arap askeri cumhuriyetlerinde devrim yoluyla ne adalet ne de istikrar sağlananabildi. Keza ne İslamcıların kontrolü ne de mafya ve milisler bunu başardı. Peki, kurtuluş yolu nedir?