Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru -8- Barış…

Herhangi bir şeyin kendi doğallığı içinde var oluşunu sürdürebilmesi için gerekli olan vasat barışıklık halidir. Barış, kendi doğal akışını sürdürme ve sahiciliğini yitirmeden var olma becerisini gösterme zeminidir. Bu yüzden kişinin kendisi, Tanrısı, dini, kültürü, geleneği, tarihi, medeniyeti ve toplumu ile barışık olması demek; onlara dair uyumluluğu ve olumsallığı taşıması anlamına gelecektir. Yani bir şeyin sıfırdan başlayarak olgunlaşmasını sağlamak ve onu hep sahici bir zeminde tutmanın yolu onunla kurulan psikolojik vasatın barışık/olumsallık taşımasıdır. Barışın, olumsallığın temelini kurduğunu ve her şeyi iyiye doğru yönelten bir özelliği kazandırdığı bilinmektedir.
Yeni bir sosyal sözleşmenin temelini kuracak olan barıştır. Barışık olmak, sosyal sözleşmenin varlığının idamesi için kaçınılmaz olana tekabül eder. Barışık olmak, barış içinde var olmak, bir insanın, toplumun kendini var eden koşulları bütün içtenliği ile sahiplenmek ve sahiciliği süreklileştirmek anlamına gelecektir. Bu koşullar içinde var olan birey, toplum ve sosyal sözleşme kalıcı bir özellik kazanır.
Adaletin ikamesi için gerekli ve yeterli şart; barıştır. Adalet duygusunun zedelenmemesi için gerekli olan barışık olma halinin kişiye, topluma, kültüre ve değere yansıması önemlidir. Barışıklığın olumsal boyutu özellikle insan ile ve insanın kendi dışındaki şey ile kuracağı ilişkide sahih ve sahici bir boyutun varlığını ilzam eder. Çünkü kişi, sahih ve sahici bir ilişki üzerine bina edildiği zaman hakikatin, adaletin, doğrunun, karşılığın, sorumluluğun, anlamın ikamesi kolaylaşacaktır.
Anlam, hem insan ve hem de toplumsalın üzerine kurulu olması gerekenidir, diye betimledik. İşte bu anlamın sahici bir karaktere sahip olması için kişinin ve toplumun kendisi ile tam olarak barışık olmasını elzem kılar. Kişinin kendisi ile barışıklığı aynı zamanda bir özgüven meselesidir de… Özgüven ise anlamın eleştirel bir süreçte elde edilmesine zemin oluşturur. Özgüven, anlamın, sorumluluğun oluşmasında kalıcı bir etkisi vardır. Aynı zamanda yeni bir sosyal sözleşme de özgüven üzerine kurulu olursa kalıcılığı için yeterli nedeni sağlar.
Barış, olumsuz etkilenmeye karşı bir direnç sağlar. Barışık olan kişi, kendisine yönelik yöneltilmiş tehditleri daha sağlıklı bir şekilde değerlendirmeye alarak, tepkisellikten uzak sahici bir karşı koyuş geliştirerek olumsuzluğu bertaraf eder. Barışık olma hali, psikolojik vasatı sağlıklı ve sahici bir zemine kurmayı önceleyeceği için olumsallık içinde kurucu unsurlar kendisine yer bulur ve oradan ağaç gibi büyümeye başlarlar. Bu iklimi ancak barış ortamı sağlar. Bu barış ortamının siyasi, sosyolojik, psikolojik vasatı önemlidir. Böylece topyekûn bir barışıklığın kötülüğü engelleyen boyutu ve iyiliği çoğaltan özelliği ile sosyal sözleşmeyi kalıcı hale getirir.
Bir sorumluluğu yerine getirirken, kişi farklı duygular yaşayabilir. Bu sorumluluğu üstlenmenin negatif pozisyonunu da doğurabilir. Bu negatif boyut ilişkide olduğu sorumluluğu zedeler, yerine getirmede çekinceler meydana getirir. Bu sadece kişi için değil, toplum içinde geçerli bir zemini işaret eder. Bir şeyi yaparken çekinceler ile hareket etmek demek, şüpheyi içerde taşımak ve şüpheyi güçlendirmek anlamına gelecektir. İşte sorumluluğu yerine getirmede oluşturacağı sakınca ile tetiklenen tavırlar önce toplumsal barışı zedeler, sonra da karmaşaya neden olarak sosyal sözleşmeyi anlamsız hale getirir.
Bir insanın kendisi ile barış içinde var olması, özgüveni sağlar. Bu özgüven üzerine diğerleri ile ilişkiyi de güven üzerinden tesis eder. Güven üzerinden tesis edilen ilişki, başkaları için örneklik teşkil eder. Bu örneklik bir sosyal sözleşmenin anlamını izhar eder. Bu anlamın izharı beraberinde bir sorumluluk duygusu geliştirir. İşte bu sorumluluk duygusu hayata geçtiğinde bu sorumluluk duygusunu zedeleyecek durumlara karşı bir karşılık oluşturur. Adalet duygusu bu karşılığı makulleştirerek sosyal sözleşmeyi güçlendirir. Barış bütün bu sürecin sağlıklı ve sahici bir şekilde yürütülmesine imkân tanır.
Toplumsallığın üzerine bina edildiği barış, kendi içinde bir güveni tesis eder. Bu güven üzerinden toplumun kendi varlığını anlamlandıracak bir vasatın kurulmasına imkân tanır. İşte bu imkân ile anlamın buluşması sonucu sorumluluk devreye girerek bir sosyal sözleşmenin kurucu ilkelerini hayata geçirmede kolaylık sağlar. Güven, toplumsal barışın tutkalıdır.
Bir sosyal sözleşmede en önemli şey teslimiyettir. Bu teslimiyet olmadan bir sözleşmenin varlığı söz konusu edilemez bile… Teslimiyet ise bir güven sonucu oluşur. Barış bu iki tutumun varlık kazanmasına aracılık eder. Bu anlamda barış, hem başlangıç ve hem de sonucu etkileyen en önemli zemindir. Adaletin ikamesi ve sonuçlarının olumsuzluğa yöneltilmemesi için yeterli şartı barış sağlar. Bu çerçeve içinde barış, özgürlüğün teminatını oluşturur. Özgürlük, herhangi bir baskı altında olmadan rahat bir psikolojik vasat ile hayatını idame ettirmek ve yönlendirme çabasına sahip olmaktır. Bu özgürlüğü sağlayacak olan şey ise barıştır. Bu barış, ister bireysel özgüvene dayalı, ister toplumsal güvene dayalı, ister siyasi ve sosyal etkenlere dayalı olsun, kurucu bir işleve sahiptir.
Anlam, sorumluluk ve karşılık evrelerini sağlıklı ve sahici bir zeminde tutarak onun işlevsel kılacak olan adalet ve barış kavramları önemini her aşamada gösterir. Meselenin sağlam bir temele dayalı olarak işlerlik kazanabilmesi için her aşamada güven esastır. Güvenin sağlamlığı için gerekli olan adalet duygusu ve bu duygunun varlığının devamı için gerekli olan barış zeminidir. İşte bu noktada adalet ve barış diğer kurucu üç kavramın varlığının teminatı haline gelir. Bütün bu süreçlerde dengenin varlığı ve kaçınılmazlığını daha önce yazmıştık. Denge her aşamada süreklileşerek varlığını sürdürmeli ki sahicilik ve olumsallık zarar görmesin, zedelenmesin, anlam kaybına uğramasın…
En küçük olaydan en büyük olaya kadar, toplumun en küçük biriminden en büyük birimine kadar ilişkilerin sağlıklı ve sahici bir karaktere sahip olabilmesi için yeter şart barıştır. Gerek şartı ise adalettir. Bu iki temel unsuru dikkate almayan bir sözleşmenin kalıcılığı sağlanamaz…
Bir toplumsallığın varlığını ağaca benzetecek olursak; tohumu anlam, gövdesi sorumluluk, dalları karşılık, büyümesi ve meyve vermesi ise adalet, tohumun ağaca dönüşmesi ve meyve vermesini sağlayacak olan süreci baştan sona sağlayacak olan şey ise toprağı barıştır. Bu süreçte nefes alması ve kendini zararlı şeylerden koruması ve her adımda ileri bir merhaleye geçişini de özgürlüğü sağlayacaktır. İşte bir sosyal sözleşmenin ana hatlarını bu örnek bize vermektedir.
Barış, toprak gibi kendisinde nüve bulunduran şeylerin büyümesini sağlar. Bu büyüme esnasında onu koruma görevini gerektiği gibi yapar. Barış, büyülü bir kavramdır. Birçok imkânsız şeyin imkâna dönüşmesini sağlar. Toplumsal veya bireysel yaşamda sorunları aşmada ve engelleri geçmede motive edici bir güçtür.
Kin, nefret, bozgunculuk, kıskançlık gibi psikolojik hastalıklar, önce kişinin kendi barışıklığını ortadan kaldırır, sonra da onun dış âlemde kurduğu ilişkilerdeki barışı ortadan kaldırır ve böylece fesadın/yapı bozuculuğun açığa çıkmasına zemin oluşturur. Kötülüklerin, kötülüğü çoğaltan tabiatlarını ortadan kaldıracak olan şey barış halidir. Barış hali bir yere girdiği andan itibaren orada sorunların çözüm odaklı olarak yeniden düşünülmeye başlandığı zemine işarettir.
Çatışma ve karmaşa barışın düşmanıdırlar. Bu iki kavramsallaştırma barışın yokluğu üzerine yaşam alanına çıkarlar. Sürekli bir çatışmanın kodlarını hayata geçirerek anlamın yokluğunu tevdi ederler. Anlam kendini hiçliğin kollarına terk ettiğinde artık hem özgüven yitimi başlar ve hem de barış kaybolur. Anlam yoksa sorumluluk duygusu oluşmaz. Dolayısıyla verilen her mükâfat veya ceza sadece bir sorun alanı oluşturur. Bu durumda adalet duygusu gelişmez. Barış ise namevcuttur.
Barışın ve barışıklığın her varlık zerresi için önemini keşfetmek insana anlam yolculuğunda bir üst aşamaya geçiş vizesidir. Doğallığın kendi doğallığı içinde neşvünema bulabilmesinin yolu, barışın ikamesi ve adalet terazisinin varlığının sağlayacağı umut ve güvendir. Umudu ve güveni ise barış iklimi sağlar. Yani ilk ve son, hangisinden başlarsanız veya hangi aşamada olursanız olun, barış bir iksir gibi orada kendini hazır eder, siz ona göre hareket ederseniz, sizi sürekli bir yeni aşamaya taşır. Her kavramın derinliğine anlaşılması kişiyi, insan kılar ve insanlığını derinleştirerek insanlığının açığa çıkmasına zemin olur. Barış kavramı ise her kavramın kendisini kendi derinliğinde oluşturması için zorunlu bir kavramdır. Bu temel gerçeği dikkate alarak son Din’in adının İslam olmasını yeniden düşünmekte fayda vardır. Fıtrat dini olan İslam aynı zamanda kelimenin tam anlamı ile ‘barış’ dinidir.
Yeni bir sosyal sözleşmeyi barış gibi derinlikli bir kavramın üzerine bina ederek onu muhafaza etmeye çalışmaktan başka elimizde daha doğru bir seçenek yoktur.
Selam; anlam ve sorumluluk sahibi insanın üzerine olsun…