Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

İran Araplara, Kürtlere karşı ve Arap bölgelerini kontrol altına almaya çalışıyor

ABD, İran'ın eylemleri ve teröre verdiği destek konusunda yalnızca "endişeli" olduğunu söylemekle yetindiğinde, bu, Velayet-i Fakih devletini bu bölgenin iç işlerine müdahalede daha da ileri gitmeye teşvik ettiği anlamına gelir. Keza, Irak, Suriye ve artık mutlu olmayan Yemen’in bazı bölümlerini, Lübnanlı değil de İranlı olan Hizbullah, Sünni, Maruni ve Dürzi bölgeler dahil sedirler diyarının tamamını kontrol ettiği için de Lübnan’ı açıkça işgal etmekle yetinmemesi için cesaretlendiriyor demektir.
Oysa bunun yerine, bu Arap ülkelerine yönelik ilhakçı ve işgalci bir karakter sahip olan ve olmaya da devam eden tüm bu İran “ilerleyişine” son vermek gerekiyordu. Nitekim İran’ın Irak’taki nüfuzu bu karakteri taşıyor. Haşdi Şabi kuvvetleri Irak ordusundan üstün bir İran ordusu oluşturuyor. Haşdi Şabi Otoritesi Başkanı Falih el-Feyyaz, İran Devrim Muhafızları Başkomutanı Hüseyin Selami ile bir görüşmesinde: Devrim Muhafızları modeli ve İslam Devrimi'nin özellikleri ile gurur duyuyoruz demişti. Suriye, Yemen’in büyük bir bölümü ve tabi ki Lübnan’da da aynı durum geçerli. İran nüfuzunun bazı Arap Afrika ülkelerine dahi uzandığını söyleyenler de var.
Bu artık açık ve net bir konu ve kendisiyle fiilen ve pratikte mücadele edilmeli. Şah Muhammed Rıza’nın bu alanda çabalayıp da başaramadığını, halihazırda başında Veliyy-i Fakih Ali Hamaney’in bulunduğu Humeyni devrimi gerçekleştirmeye gayret etti ve etmeye de devam ediyor. İran devriminin mevcut Dini Liderinin Farslı değil de Azeri, hatta Arap asıllı olduğunu söyleyenlerin bulunduğunu, Ehli Beyt’ten olduğunu iddia edip ileri sürdüğünü vurgulayalım. Babası Cevad Hamaney Meşhed’in ileri gelen alimlerindendi, dedesi Hüseyin Hamaney de Necef’teki Azerbaycanlı din alimlerindendi. Nesebi söylendiğine göre Ali el-Asgar bin Zeynelabidin bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talip’e kadar uzanıyor.
Burada sorun şu ki, Hamaney bu görevden ayrılırsa ya da vefat ederse yerine geçecek kimse bulunmuyor. Hamaney’in ölümü halinde yerine büyük olasılıkla mevcut Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi geçecek, ancak bu konuda bir fikir birliği olmadığı söyleniyor. Bu durumda, Humeyni’nin 1979’da oluşturduğu bu birliğin çözüleceğine, bu devrimin sonunun da Şah rejimi gibi olacağına şüphe yok. Kaldı ki bu birliğin kaçınılmaz olarak tespih taneleri gibi dağılacağının, işlerin eski dönemlerdeki haline geri döneceğinin altını çizenler var.
Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşını, Saddam Hüseyin döneminde Irak’ın kazandığı biliniyor. Bunun üzerine İranlılar hemen başka bir mücadele yolu seçtiler. Bu sayede Irak devlet başkanının sonu Amerikalıların tertibi ile darağacı oldu ve Irak bugünkü hale geldi. Baas Partisi tamamen saf dışı bırakıldı. Şu anda bu Arap ülkesinde yönetim 3 Iraklı Kürtün elinde; Cumhurbaşkanı Berhem Salih, Başbakan Mustafa el-Kazimi, Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin. Burada, buna hiçbir şekilde itiraz etmediğimizi, bu 3 isimin de Iraklı olduğunun, kendilerinin, babalarının ve dedelerinin olan bu anavatanda söz konusu pozisyonlara gelme hakkına sahip olduklarının, Kürtlerin Arap kardeşleri ve diğerleri gibi bu vatana şehitler sunduklarının altını çizelim.
Aslında, acı olsa da gerçek söylenmeli; bu ülke artık Arap değil, kontrolü İranlıların eline geçti. Bu söylenmeli çünkü doğru ve bir diğer doğru da, Humeyni ve şimdi de Hamaneyli olan, İranlıların çoğunun katil ve suçlu olarak gördüğü İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanı olduğu bu İran’ın, 4 Arap ülkesini siyasi, askeri ve güvenlik açısından işgal ettiğidir. Bu ülkeler; Irak, Lübnan, Suriye ve bir bölümüyle Yemen’dir. Açık olan, Velayet-i Fakih devletinin bu yönde ilerlemeye devam ettiği ve Irak ile 8 yıl savaşını kaybettiğinde, Şii mezhebi mensuplarının yoğun olduğu Arap ülkelerinde mezhepsel yayılma yöntemine başvurduğudur. Ancak bu noktada, Iraklı Şiilerin çoğunluğunun İran’ın eskiden ve hala ulaşmaya çalıştığı hedefe sırtlarını döndüklerini, Araplılıklarına ve ülkelerinin Arap dünyasının temel parçalarından biri olduğuna sıkı sıkıya bağlı kaldıklarını unutmamalıyız.
Ancak buna rağmen, yani Iraklı Şiilerin çoğunluğu İran’ın isteklerine ve hedeflerine sırtlarını dönse de, Velayet-i Fakih devleti, Şii mezhebi üzerinden Irak’a sızma girişimlerini sürdürdü ve Irak ordusu içinde bir orduya sahip oldu. Burada elbette Falih Feyyaz liderliğindeki Haşdi Şabi’yi kastediyoruz. Düzenli bir kuvvet ve Irak ordusunun bir parçası olduğuna dair tüm söylenenlerin aksine Haşdi Şabi, gerçekte doğruda İran’a tabii mezhepçi bir milis gücüdür. Bu artık açık ve bilindiktir.
Ürdün Genelkurmay Başkanı’nın İngiliz BBC radyosuna verdiği bir röportajda, İranlı bir güç olan Haşdi Şabi’nin Irak’ın birçok bölgesinde ilerlemesinden, İran’ı Lübnan’a bağlayan bir “askeri kuşak” kurmasından ülkesinin duyduğu endişeyi dile getirmesi de bunun delili. Nitekim bu gerçekten oldu ve söz konusu kuşak inşa edildi. Haşdi Şabi çatısı altındaki oluşumlara verilen adlar da onun gerçek yüzünü gösteriyor; İmam Muhammed el-Cevad Tugayı, İmam Ali Muharebe Tümeni, Aşura Tugayı, Kerbela Alayı… ve bunun gibi çeşitli isimler.
Bütün bunlardan bahsetmekten maksadımız, İran’ın stratejik hedefinin mezhep yoluyla Arap dünyasına sızmak olduğunu vurgulamaktır. Bunun için de önce güneyi, kuzeyi ve merkeziyle Irak’ı tamamen kontrol altına aldı, ardından Suriye ve Lübnan’a intikal etti. Son olarak da Yemen, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi, Umman Körfezi ve denizi ile Hint Okyanusu’nu kontrol etme çabasına girişti. Bilindiği gibi, Irak, Kuveyt, Bahreyn ve Katar’ın sadece Hürmüz Körfezi’nde limanları bulunuyor. İran devletinin de kuzeyden Bender Abbas şehri üzerinden bu körfeze kıyısı bulunuyor. Hürmüz adı, eski Fars krallarından birinin adını alan eski Hürmüz Sultanlığı’ndan geliyor.
Dolayısıyla, İran’ın bu Arap bölgesinde tüm bu stratejik genişleme ile eski Fars ihtişamını geri getirmek istediği, gerçek motivasyonun ne Şiilik ne de Şiileştirme değil de bu olduğu açık ve net. Keza Akdeniz’e ulaşmak, Kızıldeniz’in bir bölümünü kontrol etmek, Babül Mendep ve Aden Körfezi’ne ulaşmak, Hürmüz Körfezi’ni tamamen kontrol etmek, hayalini kurduğu eski Fars ihtişamına ulaşmak istediği de aşikar.
Sonuç olarak, İran’ın aslında bu eski ihtişamını geri kazanmak istediği, Şiileştirme ve Şii mezhebini siyasi olarak kullandığı artık açık ve kesin. Bu nedenle, Mesud Barzani liderliğinde Irak Kürtlerinin, başkenti Erbil olan bir Kürt devleti kurmaya yönelik tarihi hayallerini gerçekleştirmelerinin önüne geçti. Çünkü asıl amacı yukarıda bahsettiğimiz emellerini ve hayallerini gerçekleştirmek. Ancak, Irak’ın Cumhurbaşkanı Berhem Salih, Başbakan Mustafa Kazimi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Fuad’tan oluşan bu Kürt siyasi cepheye sahip olmasının arkasında da o duruyor.