Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Biden, Afganistan ve tarladaki kurtlar

Amerikan “Atlantic” dergisinin alıntılar yayınladığı eski röportajlarından birinde Joe Biden, siyasi öncelikleri ve ABD'yi tehdit eden tehlikelere ilişkin görüşleri hakkındaki bir konuşma bağlamında şunu söylüyor: “Amerikalılar, tarlada başka kurtlar olduğuna odaklanmadan, kapıdaki kurda aşırı tepki verme eğilimindedir.”
Kapıdaki kurt yıllarca, Eylül 2001 saldırılarından bu yana bir saplantı haline gelen ve 20 yıl boyunca Amerikan politika gündemine egemen olan terörizmdi. Ama öyle görünüyor ki Biden, bunu bir güvenlik sorunu olarak görse de ABD için varoluşsal bir tehdit olarak görmüyor. Ona göre varoluşsal tehdit, Çin ve Rusya ile mücadele veya Kuzey Kore gibi "haydut" bir devletten gelen herhangi bir nükleer tehdit. Bunlar onun dikkatini çeken tarladaki kurtlar. Beyaz Saray'a yerleştikten sonraki politikalarına, hareketlerine ve açıklamalarına göre, önümüzdeki yıllarda ABD politikasının temel direği, büyüyen Çin gücü, kronik Rus tehdidi, Kuzey Kore ve İran dahil olmak üzere potansiyel bir nükleer tehdit oluşturan herhangi bir ülkeyle yüzleşmek olacak.
Ona eşlik eden kaos ve sorunlar bir tarafa, Afganistan'dan çekilme bu bağlamda okunabilir. Geçen ay ABD'nin Irak'ta kalan muharip güçlerinin geri çekilmesini bu yılın sonuna kadar tamamlayacağı duyurusu da bu bağlamdan çok uzak değil. Biden yönetimi çabasını, zamanını ve politikalarını Asya-Pasifik bölgesi ve Çin Denizi'ne odaklamak, diğer kurt Rusya’yı ihmal etmeden Çin nüfuzuna karşı koymak istiyor. Bu nedenle, Afganistan'dan çekilmenin kopardığı gürültü zirvedeyken, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris'in bir Asya turuna çıkması şaşırtıcı değildi. Amaç; Çin'e karşı ittifaklar kurmak, ABD'nin bölgeye olan taahhütlerini teyit etmek, Afganistan'dan çekilmenin Biden yönetiminin Trump yönetiminin yaptığı gibi içe doğru çekilmesi anlamına gelmediği, daha ziyade çabaları farklı önceliklere odaklamanın göstergesi olduğu konusunda müttefiklerin güvenini tazelemekti. Bu, Harris'in Singapur'daki görüşmelerinin ardından ve önceki gün Vietnam'a yönelmeden önce Çin'i hedef alan açıklamalarında açıkça görülüyordu. Pekin'i, Güney Çin Denizi'ndeki komşularına gözdağı ve baskı uygulamakla suçladı ve bunu "küresel düzeni baltalayan" bir davranış olarak nitelendirdi. Kaderin Harris'in turuna bir "Rus"  boyutu vermeye karar vermiş olması ironik. Harris’in Singapur'dan Vietnam'a uçuşu, Hanoi'deki ABD Büyükelçiliği'nin iki personelinde "Havana sendromu" olarak bilinen hastalığın tespit edildiği şüphesi ile kendisi ve heyeti için "sağlık endişeleri" nedeniyle birkaç saat ertelendi. Bu sendrom zihin bulanıklığına, yorgunluğa, şiddetli kulak ağrısına ve yüz bölgesinde baskıya neden oluyor. İlk olarak 2016 yılında Küba'daki Amerikan büyükelçiliğinin bazı çalışanları arasında ortaya çıktı, ardından Rusya, Almanya, Avusturya ve Çin'de tekrarlandı. Washington, Rusya'yı, mikrodalgalar kullanan ve bu semptomlara neden olduğuna inanılan gizemli bir silahla saldırıların arkasında durmakla suçlarken, Moskova bunu yalanladı.
Olay, her halükarda, ABD'nin Rusya, Çin veya yeni silahlardan gelen artan tehditlere ilişkin korkularının, Afganistan ve Irak'tan çekilmenin dahil olduğu dış politikasını ve stratejik önceliklerini nyeniden düzenlemesi çerçevesine giriyor.
Çin ile yüzleşme, en azından öngörülebilir gelecekte askeri güçle değil, artan askeri ve ekonomik etkisine karşı ittifakları güçlendirerek olacaktır. Biden'ın dış politika doktrininin iki dayanağı bulunuyor; "Akıllı Güç" ve "Tarladaki Kurtlar" tehlikesi. Diğer bir deyişle Biden yönetimi aşırı sert güç kullanmak istemiyor, aksine, çabalarını ABD'nin konumu, etkisi ve stratejik çıkarları için gerçek bir tehdit oluşturan daha büyük tehditlerle yüzleşmeye ve bunları kontrol altına almaya odaklamaya çalışıyor.
Aslında, “akıllı güç” kavramı, Barack Obama yönetimi sırasında tekrarlanmaya başladı. ABD’nin dış politika hedeflerine ulaşması için sert ve yumuşak gücün birleşimini sembolize ediyordu. Amaç, bu kavramın, 11 Eylül olayları ve teröre karşı savaşın gölgesinde kalan George Bush döneminde Amerikan dış politikasına egemen olan "sert güç" doktrininin yerini almasıydı. Sert güç doktrini, Afganistan'ın işgali, el-Kaide ve Taliban’ın kovulması, ardından Irak'ın işgali ve Saddam rejiminin ortadan kaldırılması ile somutlaştı. Ancak, "sert güç" ABD'nin sorunlarını çözmedi ve terör olgusunu ortadan kaldırmadı. El-Kaide’nin rahminden Irak’ta DEAŞ, Somali'de Boko Haram ve el-Şebab gibi diğer hareketler doğdu. Bu hareketlerin faaliyetleri birkaç ülkeye yayıldı ve bu güne kadar da var olmaya devam ediyorlar.
Bugün Biden yönetimi, terörizmle mücadelesinin, uzak ülkelerdeki “bitmeyen savaşlarda” savaşması için Amerikan kuvvetleri göndermeyi gerektirmediğine, aksine bunu özel kuvvetler ve görevler, drone saldırıları, akıllı silahların kullanımı yoluyla yapabileceğine inanıyor.
Yönetim şimdi, ABD askerleri arasında bir kayıp yaşanmadan ve askeri olarak karşılık vermek zorunda kalmadan, yani Taliban ile karşı karşıya gelmeden sorunsuz bir şekilde Afganistan'dan çekilmeyi tamamlamaya odaklanmış bulunuyor. Bu nedenle, müttefiklerinden gelen son çekilme tarihini 31 Ağustos'tan sonraya uzatma çağrılarına direndi ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) direktörü William Burns'ü bu hafta başlarında Taliban liderleriyle görüşmesi için Afganistan'a gönderdi. Washington, çekilme tarihini uzattığını duyuramayacağını biliyor çünkü bu konuda Taliban'ın da onayına ihtiyacı var. Ancak Hareket, önceki gün sanal G7 Zirvesi’nden önce hızlı davranarak, erteleme fikrini reddettiğini açıkladı. 31 Ağustos tarihinin sadece bir son tarih değil, kırmızı çizgisi olduğunu, bunun aşılmasının ABD'nin yükümlülüklerini ihlal ettiği anlamına geleceğini ve bunun da Taliban’ın karşı tepkisine yol açabileceğini ifade etti.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın G7 ülkelerinin Taliban ile ilişkileri belirli koşullar ve yükümlülüklerle ilişkilendirme konusunda mutabakata vardıklarını söylediği yol haritası bile şüpheli görünüyor. Gerçek şu ki, Batı'nın Taliban'a baskı yapacak çok fazla kartı yok. Bilhassa Çin, herhangi bir boykotun verimsiz olacağını açıklayarak, kendi adına Taliban ile iş birliğini geliştireceğini, onunla iyi ilişkilere sahip olacağını vurguladığından beri, yardımları kesme veya diplomatik boykot tehdidi yeterli olmayacak.
Bu nedenle ve çekilmeyi belirlenen tarihten önce tamamlamak için Batılı ülkelerin, Afganistan'dan tahliyelerin hızını artırdığını görüyoruz. Bu da kaçınılmaz olarak Batılı ve diğer güçlerle iş birliği yapan binlerce Afganın ülkeyi terk edemeyecekleri anlamına gelecek. Diplomatik açıklamalar ve bahsi geçen taahhütler, Taliban'dan 31 Ağustos sonrasında da ayrılmak isteyen Afganlara izin vermesini talep etmek bir yana, gerçek şu ki, Batı büyük bir mülteci akınını istemiyor. Binlerce mülteciyi kabul etmeye hazır olduğuyla ilgili konuşmalara rağmen çekilme tarihinin uzamaması onun için de uygun olabilir.
Biden ayrıca insanların Afganistan'dan kaotik ve aşağılayıcı geri çekilme sahnelerini unutacaklarına, kendisini tarladaki kurtlar olarak tanımladığı daha büyük ve tehlikeli tehditlerle yüzleşmeye adamak için sonsuz bir savaştan çekilmesini takdir edeceklerine bahis oynuyor.