Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru -9-

Özgürlük…
Özgürlük, herhangi bir baskı altında olmadan içten gelen bir bakış ile o şeyi yapmaya teşebbüs etmektir. Kişinin kendi özgüvenini belirgin kılmasını sağladığı gibi kendisi ile barışık olmayı da içermektedir. Kendisi ile barışık olmak ve özgüven sahibi olmak ile ilişkilerin sahici ve sağlıklı bir zeminde kurulması arasında birebir bir ilişki vardır. İlişkinin nitelikli bir özelliğe sahip oluşunu da betimler.
Özgürlük, daha çok serbestiyet olarak yorumlanır. Bu doğru bir bakış değildir. Elbette ki serbestiyetin özgürlükle bir bağı vardır. Ama sadece ona indirgenemez! Özgürlüğü dilediğini yapma olarak betimlemekte sorunludur. İnsan dilediğini yapamaz hale geldiğinde özgürlüğü de biter. Ama bu böyle değildir. Bu da bize özgürlüğün istediğini yapma olarak tanımlanamayacağını gösterir. O zaman özgürlük, hayır deme imtiyazıdır. Bir şeyi reddetmek de özgürlük olarak betimlenir. Ama her şeyi reddedemeyeceğimize göre bu tanım da eksik kalır. Özgürlük, ‘özü gürleştirmektir’ diyen tanımın daha güçlü ve daha kuşatıcı bir özellik taşıdığı görülmektedir. Çünkü insan kendi özünü güçlendirdikçe, barışıklığını artırır. Barışıklığı güçlü olan kişi, adaletle hükmeder. Adalet ile hükmeden kişi, karşılığın verilmesindeki hakkaniyeti işaret eder. Karşılık ise bizi sorumluluğa ve oradan da anlama taşır. İşte bu yüzden insanın kendi özü üzere olma çabası, kendinden uzaklaşmasına imkân tanımayacağı gibi bir şeyi ne ise o olarak görme imtiyazını kazandırır.
Yaşam bir süreç ise bu süreci sahici ve sağlıklı bir şekilde yürütebilmek için özünün gürleşmesi asıldır. ‘Bir şeyi yerli yerinde kullanmak adalet üzere hikmet ile eylemektir’, denir. Bir sosyal sözleşme ise hikmet ile ve adalet üzere kaim kılınabilir. Sağlıklı ve sahici olması, bağlayıcılığını yitirmemesi, kuşatıcılığını güçlendirerek sürdürebilmesi için özün gürleşmesi asıldır. Bu sadece insanın özünün gürleşmesi bağlamında değil, yapılacak her şeyin özünün gürleştirilmesi asıldır. Çünkü ne yapılırsa yapılsın, eğer o şeyin aslına, özüne uygun yapılırsa anlamını bulur. Anlamını bulan her şey ise kendi varlığını işaret levhası gibi gözlere yakın kılar.
Baskı, otoriterlik gibi özün sorunlu hale gelmesini sağlayacak olgular, özün gürleşmesine engel olduğu gibi yabancılaşmayı beraberinde taşır ve adaletin zulme dönüşmesine zemin oluşturarak barışı zedeler, yokluğa tevdi eder. Barış, toplumsal yapıda zoraki bir durum olarak öngörülemez! Zoraki olmak, tabii olmayı engeller, tabii olmayı kaybettiğinizde ise sahtelik ve yapaylık devreye girer.  Bu, hem anlam ve sorumluluğu ve hem de adalet ve barışı zedeler.
Özgürlüğün anlam ile irtibatı ve anlamın kalıcılığını sağlaması, anlamın kendi otantik yapısı açısından elzemdir. Anlam, kendini sahiciliğin kollarına tevdi eder. Sahicilik ise özgürlüğün olmazsa olmaz koşuludur. Özün gürleşmesi, o şeyin anlamının açığa çıkışını temellendirir. Anlam, özgürlük ile anlamını bulur. Özgürlüğü dışarıda bırakan herhangi bir olay, olgu ve durum kendi anlamını izhar edemez! Varlık, insan, ilişkiler ağı, ancak kendilerinin özlerinin gürleştiği zeminde anlamlarını fısıldarlar. İşte bu fısıltıya kulak verecek olanda özü gür olanlardır. Anlam ve özgürlük arasındaki bağ, hissedilenden fazladır. Özünü kaybetmiş bir şeyin anlamı da kaybolur. Özü zayıf olanın anlamı da zaaf taşır.
Sorumluluk duygusunun gelişmesi ve tabii seyri içinde varlık kazanması için herhangi bir dışsal ve zorlayıcı içsel bir nedene bağlı olmaması elzemdir. Özgürlüğün sorumluluğu tabii seyri içinde ve herhangi bir baskı olmadan üstlenmeye zemin oluşturduğu bedihidir. Zaten sorumluluğun kendi özünün gürleşmesi de özgürlüğün sorumluluğu içsel ve dışsal kuşatmasına dayalıdır. Sorumluluğu salt anlamın tezahürü olarak görmek yanıltıcı olabilir. Anlam ve sorumluluk, özgürlüğün sağladığı güvenli bir zemin üzerinden tabii yapılarına sahip olabilirler. Doğal olarak özgürlüğü olmayanın sorumluluğu da yoktur. Burada özgürlük, sorumluluğun hem kendisi/ontik yapısı gereği, hem de sorumluluğu üstlenen ben’in kendisi bağlamında şarttır. Her iki zeminde de özgürlük sorumluluğun vazgeçemeyeceği bir zemindir.
Özgürlüğün sonucu elde edilen sorumluluğu yerine getirdiğinde veya getirmediğinde kişi için elde edilen karşılığın sahici ve çözüm üretici bir fonksiyonu olabilir. Karşılık, her zaman bir dışsal baskıyı veya içsel zorunluluğu hisseder, hissettirir. Bu baskı ve zorunluluğun karşılık bulabilmesi ise özgürlüğün varlığına dayalıdır. Eğer, karşılık, özün gürleşmesi ile sağlanmazsa, sorunlar yumağını oluşturarak adaleti zedeler. Adalet zedelendiği zaman barış yara alır. Ama karşılık, tabii olarak taşıdığı baskıyı özgürlük ile dengeleyerek onu sahici ve makul kılar.
Özgürlük, bir sosyal sözleşmenin vasatıdır. Bu sosyal sözleşmeyi sağlayacak bütün unsurlar, amiller, olgular, özgürlüğün bereketli toprağından beslenirler ve o ruhun verdiği dirilikle canlı ve dinamik olurlar. Sosyal sözleşmenin belkemiğini, onu tabii şartları içinde kabul etmek ve tabii şartları içinde yerine getirirken, bir müeyyide uygulanacağı zamanda yine tabii şartları içinde uygulamaktır. Bu tabii şartları sağlayan ise özü gürlüktür. Bu özün gürlüğü, hem içsel/enfüste, dışsal/afakta işlevsel kılınmalıdır. Yani uygulamanın kendisinin özü gürleştirilirken, uygulamayı yapan özne/ben’in de özünün gürleştirilmesi enfüste ve afakta tabii halin kalıcı oluşunu sağlıyor. Baskı, baskı olmaktan çıkarak adaletin tecellisine dönüşüyor. Çünkü artık biz o durumu baskı olarak algılamıyoruz. Bu durumun sağlanması, sosyal sözleşmenin kalıcılığını da beraberinde taşır.
Bu noktada adalet duygusunun zedelenmemesi için gerekli olan zeminin, karşılığın tabii ve makul karşılanması ve herhangi bir olumsuzluğun akla getirilmemesini sağlama vasatı, özgürlüğün kabulüne dayanır. Adalet, ancak özün gürleştirilmesi ve her iki özü gürlüğün birlikte var olabilmesine bağlıdır.  Bir suçun meydana gelmesi ve bu suçun karşılığının verilmesi adalet üzere olursa, barışı zedelemez, sosyal sözleşmeyi güçlendirir. Barışın kalıcılığı, adaletin tabii oluşuna göre sağlanır. Adaletin tabiiliği ise özün gürleştirilmesi ile ilişkilidir.  Adalet barış için vazgeçilmezdir. Barışın ikamesi ise adaletin varlığına dayanır. Adalet ve barış ise anlam, sorumluluk ve karşılığın tabii yapılarına göre anlam kazanır. Özgürlük, bütün bu olguların kendi içinde varlık kazanmalarına ve diğerleri ile bağlarının sahici olmasına zemindir.
Barış, hem iç dünyamızda hem dış dünyamızda sahici ve kalıcı bir ilişki kurmamıza imkân tanır. Barışın imkân haline gelmesini sağlayan ise özünün gür oluşudur. Barışın özünün gür olması demek, sadakat ve itaatin meşru bir zeminde yaşam kazanması anlamına gelir. Sadakat ve itaat ise özgürlüğün iki hali; olgu ve benin özünün gürleştirilmesi sayesinde sahicilik ve kalıcılık kazanır, makul ve meşru bir zemine yaslanır. Özgürlük ve barışın birbirini besleyen boyutunu göz ardı etmemeliyiz. Özün gürleşmesi, barışık oluşun varlığına bağlı iken, barışın güçlenmesi ise tabii oluşunun kalıcılığını sağlayacak bir vasata sahip oluşudur. Bu ise, özünün gürleştirilmesine, özgürleştirici bir fonksiyon kazanmasına göre biçim alır.
Bir sosyal sözleşme, özgür iradeler arasında kabulü sağlandığında ve yürürlüğe girdiğinde meşru bir zemine sahip olabilir. Özgür iradeler, beyan ettikleri sözleşmeyi, kabul ederek, ona sadakat gösterirler ve kendilerinin kabulüne mazhar olmuş sözleşmenin sorumluluklarını yerine getirmekten içtinap etmezler. Böylece özgür bir irade ile yapılan sosyal sözleşme kendi kalıcılığını da bu özgür seçime dayandırarak onu işlevsel kılar. Bu ona hem sahicilik katar ve onu otorite kılmayı mümkünleştirir.
Özün gürleştirilmesi, meydana gelebilecek bir olayın denge noktasını görmede de bir üstünlük sağlayacağını belirtmekte yarar var. Çünkü meydana gelen bir olayda denge noktası gözetilmezse beraberinde bir çürümeyi taşır. Bu çürümeden kurtuluş ise dengenin varlığını izhar ettirmek ve bu dengeyi görecek özgür bir vasatın oluşumunu sağlamaktır.
Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru diyerek başladığımız yazı serisinde dikkate sunduğumuz her kavramın kendi bağlamı içinde tutarlı ve makul, diğerleri ile ilişkisinde ise sahiciliği esas aldık. Her kavramın kendisinde bir derinliğin inşa edilmesi elzemdir. Bu kavramlar, varlığı, insanı, ilişkiyi, birlikteliği, topyekûn yaşamı üzerine bina edebileceğimiz temel kavramlardır. Her teklif, teklif ettiği şeye göre değer kazanır. Her teklif, tartışılmayı ve eleştirilmeyi hak eder. Doğru görüldüğünde ise taltifi esastır.
Bu kavramların üzerinden yaptığımız teklif, bir sosyal sözleşmenin ruhunu inşa etmeye matuftur. O sözleşmeyi sağlayacak ilkelerin, anayasal metinlerin, hukukun geliştirilmesinin üzerine bina edileceği ruhu, binayı, değeri, arka planının vermeyi amaçlamıştır. Bu zemin üzerinden bir yasama faaliyeti yapılabilir. Eğitim, siyaset ve iktisadi olanı da bu çerçeve içinde yeniden tanımlamak ve tasarımlamak mümkündür.
İçine doğduğumuz evrenin belirleyiciliğini kabul ederek yol almak mümkün iken, yaşamak istediğimiz evreni kendimiz tanzim etmeyi irade ederek kendi ruhumuzu yükleyebiliriz. Bu tamamen insana bırakılmış bir sorumluluk alanıdır. İnsan, sorumlu bir varlıktır. Bu sorumluluğun içinde ilişkiler ağını kuracak bir bilgi ve ruh arayışı da vardır.
Dünyayı daha iyi bir yer yapmanın iradesini göstererek varlığımızın anlamını izhar etmeli, anlam ve sorumluluğunu kuşanmış biri olarak varlığımızın üzerine bina edildiği kulluğun gereği olarak imtihanını veren bir fert olarak hayata gözlerimizi yummalıyız. Hem de hayata gözlerimizi yumarken, sorumluluğunu yerine getirmiş bir fert olarak kendimizle barışık bir insan olmalıyız…
Her iki hal içinde özgürlüğümüz, özümüzün gürlüğünde neşvünema bulacaktır.