Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Hindistan-Pakistan çatışması Afganistan'a taşınıyor!

Hindistan'ın dış politikası, Afganistan'da bir yol ayrımında. Birçok Batı gücünün yaptığı gibi Hindistan da büyük ölçüde Eşref Gani hükümetine güvenerek bir hata yaptı. Buna karşılık Çin ve Pakistan gibi rakipleri Taliban'a yönelik girişimlerde bulundular ve şimdi çıkarlarını pekiştireceklerinden ve ülke üzerindeki etkilerini artıracaklarından eminler.
ABD'nin Afganistan'dan çekilmeden önce yerleştirdiği mayınlar arasında Pakistan ve Hindistan arasındaki eski kalıcı çatışmayı körüklemek de vardı. İki ülke bu kez ABD’nin çekilmesinin ardında bıraktığı boşluğu doldurmak için rekabet ediyorlar. Pakistan Taliban’ı stratejik bir müttefik olarak görüyor (mevcut hükümeti henüz tanımamış olsa bile) ve ABD işgalinin zirvesinde bile onu terk etmedi. ABD’nin Taliban ile bir anlaşmaya varması için çabaladı. Bugün Taliban'ın Afganistan'ı tamamen yönetmeye geri dönüşünün meyvelerini toplamayı bekliyor. Hindistan'ı izole etmek, bölgede ve dünyada büyüyen rolünü marjinalleştirmek de dahil olmak üzere bir dizi hedef için söz konusu geri dönüşü uygun bir fırsat olarak görüyor. Hindistan'a gelince; Taliban’ın iktidara dönmesine karşıydı ve halen de karşı çıkıyor, Pençşir bölgesindeki Kuzey İttifakı’nı destekliyor. Bu bölge halen Taliban’ın kontrolüne girmemek için mücadele eden tek Afgan bölgesi ve eski Eşref Gani hükümetine sadık çok sayıda Afgan ordusu mensubu bu bölgeye sığındı. Büyük olasılıkla Yeni Delhi, Taliban karşıtı Kuzey İttifakı'nı desteklemeye devam ederken Pakistan ise Afgan müttefiklerine tüm kapasitesiyle destek verecek. Afgan topraklarında iki nükleer güç arasında dolaylı bir çatışma yaşanacak. Ancak İslamabad ve Yeni Delhi arasında yeniden tarihi bir çatışma yaşanması tehlikesinin yanı sıra Hindistan'ın Afganistan'da son 20 yılda gerçekleştirdiği ve değeri 15 milyar doları aşan yatırımlarının Taliban'ın ülkeyi yönetmeye geri dönmesinden sonra tamamen kaybolma riski de bulunuyor. Yatırımlar arasında ABD’nin İran’a yönelik boykot yasasına takılmamak için istisnai ABD onayının alınmasından sonra 8 milyar dolarlık bir maliyetle inşa edilen İran'daki Şahbahar Limanı projesi de yer alıyor. Hindistan, liman projesi aracılığıyla Pakistan'ı pas geçerek İran'ı Afganistan'a ve ardından da ülke genelinde bir iç karayolu ağına bağlamaya çalıştı. Yine Hindistan, Afganistan'ı Avrupa'ya bağlayan 5 bin km'den daha uzun bir demiryolu hattı inşa etmek için uluslararası bir konsorsiyuma dahil oldu. İran sınırındaki Salma Barajı'nın ve Afganistan'ın sözde demokrasiye geçişini sembolize eden Afgan parlamento binasının inşasına 90 milyon dolar ile katkı yaptı. Parlamentonun 2015 yılındaki açılış törenine Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani katılmıştı. Hindistan Afganistan’da ayrıca hastaneler, okullar, barajlar ve kamu binaları da inşa etti.
Söz konusu yatırımlar, Taliban'ın iktidara gelmesi ve Hindistan'ın Afganistan'ı daha fazla demokrasiye doğru iteceğini umduğu koltukları işgal etmesiyle kaybedildi. Dört bir tarafı karayla çevrili Afganistan'ın Hindistan ile derin kültürel ve tarihi kökleri olsa da dikkate alınması gereken doğrudan ve dolaylı güvenlik etkileri bulunuyor. Örneğin Pakistan, Keşmir'deki kırılgan sınır aracılığıyla Afganistan'dan Hindistan kontrol hattına uzanan koridordan yararlanabilir. Hindistan'ın artık endişelenecek çok şeyi var. Taliban daha önce 1996-2001 yılları arasında iktidara geldiğinde, Askari Tiba ve Ceyş-i Muhammed gibi bir grup sert Hindistan karşıtı örgüte saflarını yeniden toplamalarına ve eğitmelerine, ardından da Hindistan tarafından yönetilen ve uzun süredir devam eden isyanın yaralarını taşıyan Keşmir'de kaos yaratmak için Afganistan içinde serbestçe hareket etmelerine izin vermişti. Taliban'ın iktidarı devralması, Pakistan'a da potansiyel faydalar sağlıyor. Pakistan batı bölgelerinde sınır boyunca uzanan militan kamplarını Afganistan'a taşımaya çalışabilir ve böylece kısmen FATF denetiminden çıkabilir.
İslamabad yönetiminin "gri listeye" eklenmesi, Pakistan'ın Uluslararası Para Fonu (IMF) ve diğer uluslararası finansman mekanizmalarından yardım almasını engelledi.
Son 20 yıldır Afganistan'ın en önemli bağışçılarından biri olan Hindistan'ın kalkınma yardımları da şimdi büyük tehlikede. Yeni Delhi, yukarıdakilere ek olarak Afgan öğrencilere burs sağladı, Afganistan’a gıda yardımları yaptı ve savaşın tahrip ettiği elektrik şebekesinin modernizasyonuna yardımcı oldu. Gelgelelim Taliban iktidarı devralsa da Hindistan’ın temkinli bir iyimserlik içinde olması için bir sebebi var; Taliban Yeni Delhi’yi Afganistan'a yatırım yapmaya devam etmeye davet etti. Şimdi asıl endişe konusu, geçen salı günü BBC'ye konuşan Pakistan Başbakanı İmran Han'ın bahsettiği, vaat edilen Taliban liderliğindeki yeni Afgan hükümetinin yapısı. Hükümetin ekonomik yardım için büyük ölçüde rakip Çin'e güveneceği kesin. Taliban'ın Hindistan'ı ne ölçüde kucaklayacağı birkaç ay boyunca net olmayacak. Zira Afganistan’daki ikili ve çok taraflı düzenlemeler gelişmesini sürdürüyor. Hindistan'ın “The Quad” adıyla bilinen dörtlü ittifaktaki ortakları Japonya, Avustralya ve ABD de yeni Taliban’a arzu ettiği dış meşruiyeti sağlayacaklarına dair çok az işaret verdiler.
Pakistan ve Çin'in girişimleri kuzeyde Hindistan için bir güvenlik felaketine yol açabilir. Radikal unsurlar Pakistan içinde Hindistan ile ihtilaflı bölgelere özgürce erişme imkanı bulabilir. Taliban örneğin geçenlerde bir Müslüman olarak “Keşmir, Hindistan ve diğer ülkelerdeki Müslümanlar için sesini yükseltme” hakkına sahip olduğunu belirtti. Bu, Hindistan'ı Katar Büyükelçisi Deepak Mittal aracılığıyla Taliban ile ilk resmi diplomatik teması kabul etmeye sevk etti. Buna ek olarak, Keşmir’in Pakistan Valisi Neelam Ershad, Taliban'ın Keşmir'i Hindistan'dan "kurtarmaya" yardım edeceğine atıfta bulundu.
Çin'in Taliban ile çalışma hevesi, Hint güvenlik planlamacılarının sorunlarına önemli ölçüde katkıda bulunabilir. Ladakh'tan Arunaçal Pradeş'e kadar uzanan Çin-Hindistan sınır anlaşmazlığında Hindistan sınırını Çin topraklarından ayıran fiili kontrol hattı boyunca güvenlik endişelerini artırabilir. Latin Amerika ve Karayipler'deki artan baskıya ilaveten Çin ile son zamanlarda sınır hattında yaşanan çatışmalar, Hindistan'ı güvenlik düzenlemelerini önemli ölçüde değiştirmeye zorlayabilir. ABD'nin ayrılmasının bıraktığı boşlukta Hindistan'ın sınır ötesi terörizme karşı savaş alanının cephe hattı haline geleceğine dair korkular da devam ediyor.
Taliban, ağustos ayının başlarında düzenlediği saldırı ile Afganistan-Hindistan arasındaki köprüyü (eski adıyla Salma Barajı) ve İran'daki Şahbahar Limanı’na bağlanan Nimroz vilayetinin başkenti Zaranc'ın kontrolünü ele geçirdi. Yeni Delhi tarafından Afgan ordusuna bağışlanan bir askeri uçağa el konulmasıyla birlikte bu kayıplar, Hindistan'ın Afganistan'daki stratejisinin başarısızlığını gösterdi. Ancak uzun vadede alınması gereken ve Hint-Afgan stratejisini ileriye taşıyabilecek kararlar var. Bunların ilki Çin, Rusya ve Pakistan'ın son zamanlarda yaptığı gibi Taliban'ı meşrulaştırmak, Hindistan'ın terörizme karşı kapsamlı anlaşmayı ilerletmek için uzun süredir devam eden mücadelesi için sorun oluşturabilir. BM Genel Sekreteri de Güvenlik Konseyi'ne güç kullanarak iktidara gelen hükümetlerin tanınmamasını ve Afganistan'da bir İslam emirliği ilanının kabul edilmemesini önerdi.
Hindistan’ın İran ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmek için harekete geçmesi ve bunun da kendisine Taliban'a doğrudan yaklaşmadan bölgedeki etkisini sürdürmesi için bir alan tanıması mümkün değil mi? Hindistan, Batı’nın Taliban ile asgari düzeyde karşılıklı ilişkiler sürdürme lüksüne sahip değil. Taliban ile herhangi bir temastan kaçınması yalnızca Çin ve Pakistan'ın etkisini ve bölgesel güvenlik endişelerini artıracak. Bu nedenle Hindistan, Orta Asya'daki konumunu zayıflatabilecek bir rejimle doğrudan muhatap olmak gibi kaçınılmaz bir seçimle karşı karşıya kalabilir.
1950’li yıllardan ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali sonrasına kadar ABD’li karar vericilere ve düşünce kuruluşlarına hakim düşünce, Henry Kissinger tarafından benimsenen domino teorisiydi. Bu teori basitçe belli bir bölgede bir ülkenin ideolojik baskı altında çöküşünün, tıpkı domino taşları gibi bölgedeki bir dizi ülkenin yıkılmasına yol açacağını ve bu nedenle ABD çıkarlarıyla çatışıyorsa bunu önlemek için askeri olarak ve mevcut tüm araçlarla müdahale edilmesi gerektiğini söylüyor. O zamanlar bu teorinin hedefinde komünist yayılmacılığı vardı. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve 11 Eylül Saldırıları’nın ardından yerini köktendinci yayılmacılık aldı. Ancak neo-muhafazakar düşüncenin yükselişiyle domino teorisinin yerine yaratıcı kaos teorisi hakim oldu. Bu teoriye göre savaş askeri muharebelerle sınırlı değil. ABD daha etkili, ölümcül ve daha ucuz bir silaha sahip; o da para ve ekonomi. Ülkelere ve kişilere mali yaptırımlar uygulayarak ve bu yaptırımları delenlere fahiş cezalar verdi. Dünyanın en güçlü ülkesi, kendisine karşı çıkan herhangi bir yönetimi, toprağına Amerikan askeri ayak basmadan diz çöktürebilir. ABD, yaratıcı kaos düşüncesi kapsamında yaptırım silahına ek olarak tüm rakiplerini ve düşmanlarını vuracak, çıkarlarını tehlikeye atacak tuzaklar kurmaya, saatli bombalar yerleştirmeye çalışıyor. Kendisi ise rakiplerinin ve düşmanlarının sadece onun için yaratıcı olan bir kaostan kurtulmak için çabalamalarını uzaktan seyretmeye devam ediyor. Bu düşüncenin Afganistan’da yaşananlardan daha net ve açık bir örneği yoktur.