İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Güvenli ve istikrarlı bir Ortadoğu

Ortadoğu bölgesinin ‘Arap Baharı’ başlığı altında tanık olduğu fırtınadan yaklaşık on yıl geçmesine rağmen ayak izleri; yollar, mevki ve görev yerlerinde hala onları arıyor. Bugünlerde şekillenmekte olan yeni bir çağın işaretleri ve mihenk taşları bunları şekillendiriyor. Burada o kaçınılmaz soruyu yeniden sormak gerekiyor: Özellikle de halkları iç ve toplumlar arası savaşlardan bıktıktan ve gençleri geleceğe olan güvenini kaybettikten sonra nasıl güvenli ve istikrarlı bir Ortadoğu elde edilir?
ABD’nin siyasi patriği Henry Kissenger, ‘World Order: Reflections On The Character Of Nations And The Course Of History’ (Dünya Düzeni: Ulusların Karakteri ve Tarihin Seyri Üzerine Düşünceler) isimli son kitabında Ortadoğu’yu bir yanda eski ihtişamının bir tür rüyası ile diğer yanda iç ulusal veya uluslararası meşruiyete dayalı ilkeler etrafında birleşme konusundaki çağdaş yetersizliği arasında muallak bir bölge olarak tanımlıyor.
Ne yazık ki bu parçalanma, miras ve çağdaş arasında bölünmüş olan ve ilerlemenin Batısı ile bir dereceye kadar geri kalmış bir Doğu arasında yaratıcı ve yapıcı bir seçim yapamayan Arap benliğinde var gibi görünüyor. Ortadoğu halkları yabancı işgalinin esaretinden kurtulalı yetmiş yıl ya da biraz daha fazla zaman geçti. Birçokları için büyüme ve ilerleme yolundaki ana engeldi. Bununla birlikte hala yerimizde sayıyor, siyasi akımlar arasında dalgalanıyoruz. Herkes şansını deniyor. Fakat gerçeği bölge halklarına ve onların genç kuşaklarına hizmet edecek şekilde değiştiremiyor. Dolayısıyla temel soru, ‘Hata nerede, bundan kaçınmanın veya bunu aşmanın en kısa yolu nedir’?
Ortadoğu'nun bir asır önce Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden bu yana, bugün tanık olduğumuz gerilim, bölgesel kargaşa ve iç çatışmalara sahne olmadığı sonucuna varılabilir.
Bu bağlamda, kalkınmacı seçkinler, tüm suçu bazen ideolojilerde boğulmaya, bazen de dogmatizme atıyor. Sorun ve çözümün ta kendisi olan insan, yolunu bu ikisi arasında kaybetti.
 1950'lerin ortalarından bu yana Ortadoğu'daki ideolojiler modern ve çağdaş devleti yakalayamadı. Tecrübe, alternatifin iki yoldan geçebileceğini gösterdi:
Birincisi: Metodolojidir. Yani kahramanlıklar olmaksızın sorunları çözmek için hangi modern ve bilimsel yöntemlere güvenilmesi gerektiğinin belirlenmesi.
İkincisi: Sosyolojidir. Ünlü Fransız tarihçi ve filozof Gustave Le Bon'un dediği gibi halklar, kitlelerin psikolojisini keşfetme yeteneğiyle yönetilir.
Ortadoğu siyasi güçleri onlarca yıldır demokrasi arayışı için çaba harcadılar. Ya da bazıları bu yolu izlemeleri için hayali yollar çizdi. Ortadoğulular, sosyal ilerleme olmadan demokrasinin reddedildiğini gözden kaçırdılar. Böylece durum, herhangi bir sosyal demokrat arka planı olmayan, Batı kapitalizminin kurallarını kabul etme özgürlüğüne dayanan biçimsel bir öneri haline geldi. Bizi toplumsal çöküşe götüren bir yoldan başka bir şey değil.
Bazıları, ölüm ve Batı’yı tarihin sonu olarak görmenin bir Batılılaşma alışkanlığı haline geldiği Ortadoğu'da boğuldu. Francis Fukuyama’dan ilhamla sonunda herkesin Batı'nın küreselleşmenin meydan okumalarına cevap verecek sihirli formüle sahip olmadığını keşfettiğini söyleyebiliriz. Tarih henüz sona ermedi. İnsanlık ne bir dinlenme noktası buldu ne de omega aşamasına ulaştı.
Bununla birlikte objektif olacak olursak Batı'nın Felsefe Taşı'na sahip olmamasına rağmen, açık toplumlarının ve siyasi sistemlerinin, araştırma, aydınlanma yolları ve yörüngelerinde ilerlemek için evrensel olarak en uygun koşulları sağladığını fark etmedik.
Ortadoğu ülkelerinin modernite, kimlik ve ulusal güç arayışlarını Sisifosvari sürdürmeleri bir yargı haline mi geldi?
Ortadoğu'nun geçmişle bugün arasında, sanatçı-hümanist Doğu ile teknolojik açıdan gelişmiş Batı arasında tarihsel bir uzlaşmaya ihtiyacı var. Bu, gerçekten kolay olmayan bir denklem fakat kalkınmanın temel şartı.
Yaklaşık bir hafta önce, değişmeyen, onunkine daha yakın bir ifadeyle ‘zamanın enginliğinde bir kez ve herkes için donmuş bir şeyin durağan durumunda sınırlı’ Doğu ve geçmişe tutunma konusundaki eski ve modası geçmiş safsatalar sorununa parmak basan Profesör Edward Said'in vefatının yıl dönümüydü.
Bazıları bunu Doğu'nun durumu olarak görse de önemli değil. Daha önemlisi Doğu'nun ikonlarını sorgulamak, kusurları üzerinde durup onları eleştirmek ve sonra rotayı düzeltmek.
21. yüzyılın üçüncü on yılında, Ortadoğu'nun karanlık radikalizme, kuru sekülerizme ve içi boş Bizans rekabetlerine ihtiyacı yok.
Tek ihtiyaç, bilgi ve bilim yoluyla hayat bulacak, Dördüncü Sanayi Devrimi'ne ayak uydurabilecek ve yaratıcı fikirlerle ortaya çıkacak dirençli bir gençlik.
Ortadoğu ve sakinlerinin durumu, üzerindeki yıkıcı ideolojilerin tozu temizlenmedikçe, çocuksu düşünmekten kurtulmadıkça ve sürü psikoloji dönemlerine başkaldırmadıkça düzelmeyecektir.
Güvenli ve istikrarlı bir Ortadoğu, geleceği öngörülemeyen fakat inşa edilebilecek bir mesele.