Bekir Uveyda
TT

DEAŞ’ın yetimlerine kim el uzatacak?

İslam adı altında zalimce davranan -ki bu suç işlediği tüm suçların temelini oluşturuyor- DEAŞ tekrar suç işlemeye başladı. Örgüt biri Afganistan’dan diğeri Irak’tan gelen haberlerin manşetlerini süsledi. İlk haber Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz kentindeki bir camide Cuma namazı sırasında namaz kılanların öldürülmesi ile ilgiliydi. İkincisi Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’nin iki gün önce DEAŞ'ın mali sorumlusu, örgütün kurucu lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin yardımcısı ve şu anda liderlik koltuğunda oturan Abdullah Kardaş'a yakınlığı ile bilinen Sami Cesim’in yakalandığını duyurmasıyla ilgiliydi. İki haber örgütün güçlerinin ve kalıntılarının yenilgiye uğratılmasıyla sona erdiğini düşünen herkesi şoka sokan bir gerçeği özetliyor.
Musul ve çevresine konuşlanan örgütün güçleri kovulduktan sonra ‘İslam Devleti’ adlı varlığın sona erdiği düşünülüyordu. DEAŞ kurucuları, Müslümanları hilafet sistemine geri döndürmek ve şeriata dayalı sistemleri uygulamak istediklerini öne sürüyorlardı. Ancak yaptıkları şeyler asıl önemsediklerinin, bizzat İslam dünyasından başlayarak terörist yaklaşımlarını reddeden herkesi dışlamak ve ardından sadece İslam adının söylenmesiyle yeryüzünün tamamında gayrimüslimlerin kalplerine korku salmak olduğunu gösterdi. Bu durum, her Müslüman erkek ve kadından huylanılmasına ve İslamofobi ile mücadelenin gerilemesine yol açtı. Dünya üzerindeki bütün toplumlarda ırkçılar bunu kullanır hale geldi. Örneğin aralarında sırf Müslüman olduğu için birinden nefret eden kişilerin olmasına şaşıran Yeni Zelanda halkı gibi, yapı itibariyle barışçıl olan insanlar bile bu durumdan etkilendi. Bu, DEAŞ'ın büyük ihtimalle uzun bir süre kalacak olan korkunç semeresinin bir kısmını oluşturuyor.
Bu trajik sahnenin insani bir yönü var. Bu yöne, DEAŞ’ın suç işlemesi karşısında gerekli kararlı bir duruş sergilenmesi ile çeşitli sahalarda özellikle de Irak ve Suriye kamplarında örgüt yetkililerinin arkalarında bıraktıkları kişilerin durumunu birbirinden ayırabilecek bir nevi tarafsızlıkla bakılması gerekiyor. Bu kişiler, kimlik kaybı, hastalık ve acılarının yarattığı trajediler, açlıktan kıvranma, temiz bir suya hasret kalma, ailelerin parçalanması, duyguların kaynaklarının kuruması, yarının daha iyi olacağına dair umut nimetinden yoksun kalınması ve dondurucu soğuğa maruz kalma gibi durumlarla karşı karşıya kalan anneler ve çocuklardır. Acaba DEAŞ’lıların yetim çocuklarına ve annelerine, bu duruma düşmelerinin sebebi olan kişilerin işledikleri suçların yansımaları yüzünden iradeleri dışında kendilerine miras kalan şeylerin acılarını en az derecede yaşayarak hayatlarına devam edebilmeleri mümkün değil mi? Bu insanların rehabilite olmalarına destek olmak amacıyla insani bir yardım eli uzatılmasını engelleyen şey nedir? En kolay seçenek, bu soruya cevap verme sorumluluğunu uluslararası kuruluşlara indirgemektir. Peki, öyle olsun ancak İslam dünyasında çoğu ve belki de tamamı önemli bir devlet desteğine sahip olan pek çok kurumun bu çerçevede önemli bir rol oynayabileceğini söylemek de mümkün değil mi? Mümkün, böyle bir varsayım doğru olur. Hatta bundan daha da ileri gidilerek şöyle söylenebilir; İslami hayır kuruluşlarının DEAŞ’lı ailelerin çektikleri sıkıntılar karşısında elleri kolları bağlı oturmamaları gerekiyor. Amaç sadece çocukları, kendilerini yok olmaya terk edenlerden intikam almak için nefret bombalarına dönüşmelerini engellemekle bile sınırlı olabilir. Bu noktada şu ünlü sözü hatırlıyoruz: “Babamın bana karşı işlediği suçu ben başkasına karşı işlemedim.”
Yukarıda bahsettiğim şeylerde tam olarak İngiliz Şamima Begüm gibi küçük yaşta kandırılıp DEAŞ örgütüne katılan ve şu anda İngiltere’ye geri dönmek isteyen kadınların durumuna olumlu yanıt verilmesi gerektiğini kastetmiyorum. Zira bütün ülkelerin bu duruma en güçlü güvenlik standartlarına göre yaklaşmak hakkı. Bununla birlikte şu göz önüne alınmalı ki, aralarında İsveç, Finlandiya, Almanya ve Belçika'nın da bulunduğu mülteci kamplarındaki çocuk ve annelerin vatandaşı oldukları ülkelere geri alınmasını kabul eden ülkeler var. Benim asıl kastettiğim şey bu örgütün işlediği suçlardan kaynaklanan pek çok kişinin yıkıcı psikolojik etkilerini çektiği trajedilerin tümüne kitlesel bir özen gösterilmesi. Bu doğrultuda aralarında gözbebeklerini kaybetmenin acısıyla boğuşan anne ve babaların yanı sıra, yetim kalan çocuklar ve dul kalan kadınların olduğu pek çok kurbanın tedavi edilmesi için en gelişmiş bilimsel rehabilitasyon programları yürürlüğe konulmalı.
Özetleyecek olursak DEAŞ’ın suç işlemesi, İslami ve insani hiçbir değer gözetmeksizin tüm insanlara karşı işlediği suçların etkisi apaçık devam ettiği sürece örgüt kolay kolay yok olmayacaktır. DEAŞ’ın işlediği suçlar zayıf yapıda olduğu iddiasının sahte olduğunu açığa çıkarıyor. Öte yandan bu yalanın sonuçlarını düzeltme görevi genel olarak insanlığa, özel olarak da Müslümanlara düşüyor.