Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

ABD ve Çin: Çatışma mı yoksa karşılıklı bağımlılık mı?

Kahire'de iki haftadan bu yana düzenlenen, uluslararası ilişkilerle ilgili bir dizi forumun odak noktasında Hint-Pasifik bölgesindeki gelişmeler ve ABD, İngiltere ve Avustralya'yı içeren yeni bir ittifakmış gibi görünen durum vardı. İttifak ya da ittifakmış gibi görünen şey, Fransa ile Avustralya arasında denizaltı üretimi ile ilgili bir anlaşmanın bozulup yerine ABD’nin sağlayacağı nükleer enerjiyle çalışan denizaltıların inşa edilmesi konusundaki anlaşmaydı.
Bu adım iki sonuca yol açtı. İlkine göre Pekin, Washington'ın mücadele ettiği başka bir kutup haline geldiği için uluslararası ilişkilerde yeni bir dönüm noktasını oluşturuyor. Bu nedenle ittifak kaçınılmaz olarak Çin'i bir tür kuşatma ve tehdit etme anlamına geliyor. Bu adım, ABD Başkanı Joe Biden'in dünyanın en gelişmiş yedi ekonomisini içinde barındıran G7 Forumu’ndaki konuşmasıyla başlayan ve ardından gerek ekonomi gerekse güvenlik ilişkisi çerçevesinde olsun, yapılan ikili veya çok taraflı tüm görüşmelerle sınırlı kalmayan yeni yönetiminin hamlelerinin bir uzantısı gibi görünüyor. Pekin’in yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizi sırasındaki  hamleleri, Bir Kuşak, Bir Yol girişimi ile veya bölgesel karasularının veya münhasır ekonomik bölgesinin boyutunun belirlenmesinde ciddi bir soruna yol açan bir dizi yapay ada inşa ettiği Güney Çin Denizi'ndeki bölgesel adımlarıyla dünya çapında yükselişe geçmesiyle sonuçlandı. Biden’ın ‘dünyaya liderlik etme’ konusundaki açıklamalarının bir kez daha Çin ile mücadele etme yönüne kaydığı anlaşılıyordu. Pekin’in ABD’nin geri çekilmesinin ardından Afganistan’a daha çok önem vermesi ve Çin diplomasisinin Afganistan’ın çalkantılı durumlarıyla başa çıkmak için Rusya, Pakistan ve İran’dan oluşan komşu ülkelerle Pekin arasında bir koalisyon kurmak üzere harekete geçmesi de Biden’ın konuşmalarını bu yöne iten önemli etkenlerdi.
Söz konusu adımın yol açtığı ikinci sonuç şu ki Hint-Pasifik bölgesindeki ittifak, QUAD adıyla bilinen ve ABD’nin kendileriyle neredeyse açık bir şekilde Çin’e “Biz buradayız” mesajı verdiği bir toplantı gerçekleştirdiği dörtlü ittifakın -Hindistan, Japonya, Avustralya ve Güney Kore- ile ABD, Kanada, Avustralya, İngiltere ve Yeni Zelanda'nın istihbarat servislerini kapsayan Anglo-Sakson Beş Göz İttifakı’nın başka bir kombinasyonudur.
Kahire tartışmaları ya da bir kısmını meşgul eden bu stratejik ilişkiler kombinasyonları, iki dev arasında -ABD ve Çin- yeni uluslararası bir gerginlik durumu olduğunu gösteriyor. Bu, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki duruma ulaşma ihtimali olan, güvenlik ve stratejik yapıya sahip ancak dünya ülkelerini Pekin ve Washington arasında zorlu seçimler yapmaya iten tipte bir gerilim. Bu gerilim, Çin’in nükleer silah arayışıyla ilgili gerilimin diğer ucu olan İran ile yakın ilişkiler kurduğu sırada, genel olarak uluslararası ilişkilerdeki esnekliğinin olumsuz etkilerinden kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra Kovid-19’dan sorumlu olması ve tedarik zincirlerindeki hegemonyasının farkedilmesi de dahil olmak üzere çeşitli gerilimlerin biriktiği yangına bir odun daha atılmış oldu. Mesele Batılı ülkelerin her zaman bir düşman arayışı içinde olduğu şeklindeki basit çıkarımdan dolayı, Batılı gözlemcilerin alışık olduğu durumla ilgiliydi. Zira Soğuk Savaş bittiğinde ve Sovyetler Birliği ya da Rusya savaş arenasından çekildiğinde İslam’ın yeni düşman ve medeniyetler çatışmasının kaynağı olacağı tahmin ediliyordu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Batı kampındaki güvenlik kurumlarının temel endişesi ya da Çin’in yeni veya en azından olası düşmana dönüşmesi dolayısıyla devletlerin uğraştığı ancak büyük bir çelişki veya çatışmadan saymadığı bir tür ‘yeni normal’ olarak teröre karşı savaş nihayete ermiş gibi geldi. Bu da meseleyi oldukça ciddi bir duruma soktu. Çin savaş uçakları liderlerinin demokrasiyi korumak için savaşacağını ifade ettiği Tayvan’a her zamankinden daha çok yaklaştı.
ABD-Çin çatışmasının ilk darbelerinin ardından hızlı gelişmeler yaşandı. İlk olarak ABD'nin nükleer denizaltı anlaşmasını çalıp kendilerini ‘sırtından vurduğunu’ söyleyerek öfkesini dile getiren Paris ile Washington arasında bir gelişme yaşandı. Başkan Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron arasında sıcak bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Öyle ki Macron ülkesinin öfkesinin bir göstergesi olarak geri çektiği Fransız Büyükelçisi’nin Washington’daki görevine  döneceğini iletti. Daha sonra iki lider karşılıklı güzel sözler sarf etti. İkinci olarak Biden ile Çin’in lideri Şi Cinping arasında bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Söz konusu görüşmeden sonra iki taraf Çin uçaklarının Tayvan’a yakınlaşmasında örflerin, geleneklerin ve bunlara dayanan anlaşmaların gözetileceğini duyurdu.
Bu ‘telefon’ diplomasisi, birçok ortak meselenin ele alındığı çok sayıda ABD-Çin temaslarına ve toplantılarına kapı araladı. Kısacası Çin ve ABD’nin ‘karşılıklı bağımlılığı’ (interdependence) kendilerini zarar görme riskinden uzak tutan uluslararası bir duruma dayanıyordu. Ekonomik alan ister dolar, ister ticaret ve hatta birçok teknolojinin örtüşmesi olsun, karşılıklı bağımlılığın geleneksel bölgesi gibi duruyor. Çin’in tedarik zincirleri, Başkan Biden'ın sağlık ve ekonomik açıdan üstesinden gelindiğini duyurmak istediği, ABD'deki kriz sırasındaki büyük düşüşü telafi etmek için Kovid-19 salgınının kontrol altına alınmasının ardından ekonomik toparlanma sağlama şansı açısından zaruri oldu.
Aslında tamamen ekonomik açıdan, iki ülkenin küresel ekonomiden aldıkları pay göz önüne alındığında Çin ve ABD’nin adımlarını desteklemek için her iki tarafta da küresel ekonomik toparlanma ve ‘salgından’ kurtulma çabası kadar önemli, başka bir ortak çıkar yok. Her iki ülkede de ekonomik karışıklık belirtileri görüldüğünde yurtiçinde ve yurt dışında toparlanılması konusundaki çıkar iki taraf için de ortak bir aciliyet haline geldi. Buna ek olarak Çin’in tüketici bir ülke olduğu ve ABD ve ekonomisi ile enerji kaynaklarının sağlamlılığının Pekin ve yüksek petrol fiyatları arasında duran başlık olması göz önüne alındığında enerji ile ilgili derin bir çıkar bulunduğu da malum. Diğer yandan iklim değişikliği olgusu ABD siyasetinde önemli bir konu haline geldi.
Çin ile ABD arasındaki ilişkiler ne klasik Soğuk Savaş yönünde ne de 1970’li yılların ilk yarısında siyaset bilimci ve ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından ‘iki ülke arasındaki düşmanca ilişkilerin yönetimi’ olarak tanımlanan ‘ittifak’ yönünde ilerliyor. İki ülke arasındaki ilişki ‘güç’ ve ‘karşılıklı bağımlılığı’ bir araya getiren yeni bir uluslararası ilişkiler türüdür. 1970’lerde siyaset bilimci Joseph Nye tarafından ortaya konan bu ilişkide tarafların her biri, birbirine bağımlılığı teşvik ederek güçlerini artırmaya çalışır. Bu üzerinde daha fazla düşünülmesi gereken yeni bir uluslararası ilişki şeklidir.