Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Ne İran Vietnam'dır ne de Devrim Muhafızları Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi'dir

Wall Street Journal gazetesinde 12 Ekim'de takma bir adla yayınlanan makalesinde bir İranlı, İran'da her şeyi güzel gören Batı basınını şu sözlerle eleştiriyordu:
“Bizim açımızdan sanki iki “İran” var; biri içinde yaşadığımız, diğeri hakkında okuduğumuz İran. Sizin İran’ınız sıkıcı (nükleer) müzakerelerle tanımlanıyor. Ama ülkemiz çok daha kötü. O, korku içinde yaşadığımız, çok az kişinin aşmaya cesaret edebildiği sayısız kırmızı çizginin olduğu bir ülke. Bir sansür ve şiddet diyarı.
İran'da düşünmek suç olabilir. İslami İrşad ve Kültür Bakanlığı, dergileri kapatarak ve kitapların sayfalarını yırtarak düşünmemeyi dayatıyor. Okullarımızda okutulan ders kitapları nefret ve terör propagandası ile dolu. Gazetelerimiz rejimin popülaritesi, ulusumuzun tarihi ve hükümet karşıtı protestolar hakkında yalanlar yayınlıyor. Sadece istihbarat servisleri tarafından onaylanan gazetelerin yayınlanmasına izin veriliyor.
ABD veya İsrail'e karşı mitingler gibi devlet tarafından onaylananlar hariç siyasi faaliyetler yasak. Muhalifler, başörtüsünü çıkarmak veya gösterilerde ölen çocuklarının resimlerini taşımak gibi basit sivil itaatsizlik eylemleri nedeniyle hapse atılıyor. İran’da muhalifler öldüklerinde dahi taciz ve hakaretten kurtulamıyorlar. Akrabalarının onlara cenaze töreni düzenlemelerine izin verilmiyor. Sevdiklerinin naaşlarını teslim almak için genellikle bir ücret ödemeliler ya da onları infaz etmekte kullanılan kurşun veya ipin bedelini ödemeliler. Gerçek İran'da, devlet baskısının gölgesi uzun. Küresel bilgisizliğin değil, rejimin yabancı medyadaki savunucuları aracılığıyla dünya kamuoyunu manipüle etmeye yönelik kasıtlı ve sistematik bir girişimin kurbanlarıyız. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti'nde bir iç muhalefetin olmadığını okudum. Bu yanlış. Rejimin düşmanı biz yani halkız. Sizden isteğimiz çok basit; İran hakkında bilgi edinin, bizi dinleyin ve hikayelerimizi paylaşın. Size bizimle dayanışmanızın bize zarar vereceği, mücadelemizden bahsetmenizin bizi tehlikeye atacağı söylendi. Bu bir yalan. Bizim için asıl tehlike sizin sessizliğiniz ve ilgisizliğiniz.”
İran'ın yükselişte olduğuna, çevresindeki en güçlü ülke (zamanla da dünyanın en büyük güçlerinden biri) olacağına inananlar var. Devrim Muhafızları komutanları dahil İranlı yetkililerin açıklamaları bu inancı pekiştirip yaygınlaştırıyor. Bu yetkililer, İran’ın nüfuzunun genişlediğinden, Akdeniz kıyısındaki Lübnan’dan, Mezopotamya ve Suriye ile Filistin’e kadar Arap ülkeleri ve halkları üzerindeki kontrolünün sağlamlaştığından bahsediyorlar. Hatta daha da ileri gidip İran’ın genişlemesinin bununla sınırlı kalmayacağını, İran'ın Ortadoğu'daki en güçlü ülke olacağını, ABD engelini kaldırıp İsrail’i yeneceğini söylüyorlar. İran rejimi destekçisi stratejik analistler, tıpkı Vietnam'da altmışlarda kurulan ve ABD’yi yenen Vietkong (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi ) gibi, İran rejiminin kontrol ettiği ülkelerde eğittiği, silahlandırdığı ve finanse ettiği Devrim Muhafızları’na tabi grupların teknik ve silah olarak en güçlü ülkelere karşı savaşta yenilikçi ve başarılı bir model olduğunu iddia ediyorlar.
Ancak bu inanç ile gerçek farklı. Gerçek şu ki İran, rejimin zayıflığını ve mevcut yapısı ile çözülmesi imkansız bir grup tehlike karşısında gücünü koruyamamasını kamufle eden bir aşırı propaganda mekanizmasına sahip. Bu nedenle her şeyden önce İran'ın içine baktığımızda, her yıl 3 milyon artan nüfusu ile yaklaşık 84 milyon olan bir toplum ve 13,6 milyon çalışan görürüz. Durumu basitçe açıklamak için bir sayı vermemiz gerekirse; yarısının çeşitli nedenlerle çalışmaya uygun olmadığı varsayılırsa İran’da işsizlik, çoğu genç olmak üzere en iyi ihtimalle yüzde 30'dan fazla. Dünya Bankası'nın Haziran ayında yayınladığı bir çalışmaya göre, istatistikler, İran’da yoksulluğun 2011'den bu yana yüzde 36 arttığını gösteriyor. Bu oran, Ağustos sonunda yüzde 45'e ulaşan enflasyonla birlikte hızla yükseliyor. Bu kötü ekonomik durum halkın, özellikle de liberal, özgür ve açık bir sistem vaat eden bir geleceğe dair tüm umutlarını yitirmiş gençlerin psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor.
Elbette bu gerçeklere İran'ın ABD denen “Büyük Şeytan”, hamisi olduğu İsrail ve bir avuç Arap müttefikinin kendisine karşı yürüttüğü şiddetli bir savaşla karşı karşıya olduğu ve eğer sıkıntı ve sorunlar varsa, bunların rejim değil onlardan kaynaklandığı karşılığını verenler olacaktır. Ama bu gerçekle örtüşmüyor, çünkü İran kurban değil. Aksine, bizzat yetkililerinin açıklamalarıyla ve çoğu zaman ABD’nin göz yumması ile asıl genişleme ve kontrol peşinde koşan kendisi. Her halükarda ve kötü iç durumun nedenleri ne olursa olsun, sonuç olarak, içeride halkı baskı, hüsran, aşağılanma ve sefaletten muzdarip iken, İran'ın herhangi bir başarıyı sürdürmesi imkansızdır. En azından eski ve modern tarih bize bunu söylüyor. Sovyetler Birliği'ni ve çöküşünü kim hatırlamaz. Geçen yüzyılın ortalarından itibaren dünyanın iki güçlü kutbundan biri olan Sovyetlerin çeşitli faktörler sonucu nasıl çöktüğü dikkatle incelemeli. Bu faktörlerin en önemlisi, Rus halkındaki hayal kırıklığı ve umutsuzluk, liderleri arasındaki bölünmüşlük ve ayrılık haliydi. Bu devin düşüşüyle ​​birlikte, kendisine bağlı devletler ve dünya geneline yayılmış kollardan oluşan bir sistem de çökmüştü.
Tarih bize, genişleme ve kontrol etme çabasında olan ülkelerin başarısına, genellikle işgal ettikleri halklara sundukları katma değerin eşlik ettiğini de öğretti. Bu katma değer çağlar boyunca işgal edilen halkların gelenekleri, görenekleri ve kültürü içinde kalır ve örneğin mimarilerine, sanatlarına yansır. Bunun birkaç nedeni vardır ve bunlardan biri de, söz konusu halkların iradesini çalma, servetlerini yağmalama, işgalci güce daha yakın ve itaatkar olmaları için kültürlerini değiştirmenin tazminatını ödemektir. Dolayısıyla evet, İran rejimi birkaç ülkenin (en önemlisi Lübnan’ın) kontrolünü ele geçirdi, ama kontrol ettiği halklara herhangi bir katma değer sunamadı. Yalnızca yozlaşma, karanlık, kaos, bozuk ve zayıf devletler, aşağı sınıfların halkı yönettiği sistemler yaygınlaştı. Bu da insanların işgalcinin varlığına ve onun araçlarına duydukları nefreti büyüttü. Kimliklerine olan bağlılıklarını ve onu koruma azimlerini arttırdı. Bundan dolayı, bu sistem, var olduğu alanlarda uzun süre dayanamaz. Yerel milislerinin kontrolü ele geçirdikleri ilk günden beri sürekli düşüşte. Elbette bütün bunlar, Kudüs'ü özgürleştirecek ve Filistin'i sahiplerine iade edecek olanın İran rejimi olduğuna inandığımız sürece geçerli.
Tıpkı Ho Chi Minh adındaki alçakgönüllü bir münzevi tarafından yönetilen Vietkong gibi ABD ve İsrail karşısında muzaffer olacağına inanılan savaş modeline gelince, karşılaştırma birkaç nedenden dolayı yanlış. Öncelikle Vietkong, her zaman ülkelerini işgalden kurtarmak gibi tek bir hedefleri olan savaşçılardan oluştu. Onlar siyasete ve yönetime karışmadılar, insanların işlerine ve sorunlarına müdahale etmediler. Hedeflerinin yüceliğini ve eylemlerinin saflığını korudular. Gelgelelim İran’ın kollarının bulunduğu yerlerde bunlar olmadı. Bu kollar dar yerel siyaset ve yolsuzluk bataklığına daldılar, bunu örtbas etmeye çalıştılar ve nasıl yapılacağına dair en ufak bir bilgileri olmadan ülkelerin yönetimini üstlendiler. Bu da ülkelere yalnızca kaos ve kayboluşu getirdi. Dolayısıyla İran genişlemesi kaçınılmaz olarak zayıflayacak, gerileyecek ve devam edemeyecektir.
Uluslararası sahneye bakıldığında, İran, birden fazla düzeyde gücünü dağıtan ve kaynaklarının kalanını kurutan büyük tehlikelerle karşı karşıya. Bunlar;Taliban’ın bu kez bir de Amerikalıların hayal bile edilemeyecek şekilde ve gönüllü olarak bıraktıkları gelişmiş silahların gücüyle Afganistan'ı yönetmeye geri dönüşü. İsrail'in açıktan ve gizlemeden desteklediği Azerbaycan ile yüzleşme. İran toprakları içinde İsrail’in suikastlar, önemli tesis ve merkezlerine yönelik sabotaj eylemleri düzenlemesini sağlayan güvenlik ihlalleri.
Kabul etmek gerekir ki, İran Devrim Muhafızları, ülkesinin Azerbaycan sınırında gerçekleştirdiği askeri manevralarda olağanüstü hızlı bir hareket kabiliyeti sergiledi. Ülkenin farklı bölgelerindeki birliklerini 48 saat içinde tüm unsurları ve teçhizatlarıyla sınıra sevk etti, isabetli ve yüksek verimli manevralar gerçekleştirdi. Ancak Devrim Muhafızları'nın İran'ın kuzey cephesinde sergilediği yeteneklerine rağmen, yaşanan gelişmeler ve İsrail'in denkleme müdahil olması, Tahran'ın kuzey sınırındaki olayları öngören bir stratejik planlamasının olmadığını gösteriyor. Aksine tepkisinin kesinlikle kendi çıkarına olmayan sonuçları bulunuyor. Devrim Muhafızları'nın büyük bir bölümünün manevralar bittikten sonra dahi sınır bölgesinde konuşlu kalması ülkenin diğer bölgelerindeki gücünü zayıflatacaktır, bu nedenle oluşacak boşluğu doldurmak amacıyla başka ülkelerdeki kollarını kullanması ihtimal dışı değil. Lübnan Hizbullahı’nın İran'da gösterilerin olduğu bölgelere konuşlandığını görmek bizi şaşırtmayacaktır.
Gösterilerden bahsetmemizin nedeni, yukarıda bahsettiklerimizin hiçbirinin İran halkını ilgilendirmemesi, tam aksine kızdırması. Üç yılda kayda değer bir biçimde yükselen enflasyon, temel malların fiyatlarını da tetikledi. Bu da müşteri eksikliği nedeniyle büyük marketlerin iflas etmesine yol açtı. İran Bakkallar Derneği geçen hafta ülkedeki tüm marketlerin yüzde 15 ila 20'sinin kapandığını, diğerlerinin de yakında kapatmayı planladıklarını duyurdu. Devlet, büyük çapta para basarak halkın nakit ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Dolaşımdaki para hacminin son üç yılda yüzde 70 artarak 45 milyar dolardan 74 milyar dolara çıktığı tahmin ediliyor.
Sonuç olarak, yıllık enflasyon hızla yükselirken daha fazla İranlıyı da yoksulluk sınırının altına itiyor. Üstelik İran kuraklıktan da muzdarip. Uluslararası Enerji Derneği'nden enerji analisti Ali el-Saffar, sosyal medya hesabından Ortadoğu'nun "900 yılın en kötü kuraklığını" yaşadığını paylaştı.
Büyük güçler rejime onu devirmeme garantisi verdiler, ancak halklar acı çektiğinde imparatorluklar er geç çöker.