Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Bütün hukuk sistemleri, insan ihtiyaçlarından doğmuştur!

İnsanlar, ekonomik, sosyal ve siyasal ihtiyaçlarına uygun bir şekilde ilişkiler, kurumlar ve sistemler ortaya koymuşlardır. Ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik ve kültürel ihtiyaçlarına uygun şekilde farklı toplumlarda değişik dinlerin oluşturulduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar, sürekli olarak din yapımı ile meşgul olmuşlardır. İnsanların din yapım faaliyetleri, Göbeklitepe başta olmak üzere  ortaya çıkarılan tarihi eserlerde kendini  göstermektedir. Nerede insan varsa, orada dinin var olmasını, dinin  sürekli olarak antropolojik bir yapım faaliyeti olmasıyla açıklayabiliriz.
Dinler, özünde ahlaki ve manevi tecrübeleri formüle etmek ihtiyacının ürünüdürler. Ancak dinler, farklı tarihsel şartlarda ahlak ve  maneviyatın ötesinde siyasal, sosyal, idari, sanatsal, düşünsel, eğitimsel ve hukuki bütün alanları  dizayn etme, şekillendirme, kontrol etme ve yönetme  aracına dönüşmüşlerdir. Yahudilik, örneğin hukuk yani şeriat ortaya  koyma iddiasıyla ortaya çıkan önemli  bir monoteist inançtır.
Hukuk, dinin bizzat kendisinden kaynaklanmamaktadır. Dinin varoluş amacı hukuk, şeriat veya fıkıh ortaya koymak değildir. Hukuk  yaklaşımları, dine sonradan eklenmişlerdir. Başka bir ifade ile dinin kendisinden ziyade, dinin mensupları kendi hukuk  anlayışlarını ve uygulamalarını dinin bir parçası veya kendisi haline getirmişlerdir. Bütün hukuk sistemlerini,  sosyal, ekonomik ve siyasal koşulların sonucu ortaya çıkan tarihsel insani olgular olarak değerlendirebiliriz.
Din adına  ortaya konmuş olsa bile, hiçbir hukuk sistemi mükemmel değildir. Dini hukukun insanlığın bütün  sorunlarını çözdüğünü  ve adalet ihtiyacını  mükemmel bir şekilde tatmin  ettiğini iddia etmek, insan gerçekliğine aykırıdır. Mükemmel hukuk, yasa veya fıkıh yoktur. Dini hukuk ütopyalarıyla  insanlara bu dünyada bir adalet ütopyasının gerçekleşeceğini vadetmek, aslında hiçbir zaman  gerçekleşmeyecek  bir şeye inanmaya insanları mahkum etmek anlamına gelmektedir.
Adalet ve barışı sağlamanın yolu, tarihin değişik dönemlerinde üretilmiş  dini hukuk yaklaşımlarını ve uygulamalarını günümüze taşımaktan ve insanlara bir hukuk ütopyası vadetmekten geçmemektedir. Geçmişten günümüze taşınan fetvalar, cehaleti, fanatizmi, şiddeti,  çatışmayı ve sömürüyü hayatımıza hakim kılmaktadır. Dini hukuk, adaleti gerçekleştirmediği gibi, toplumsal barışın  oluşumuna da katkı sunmamaktadır. Günümüzde adaletin oluşumuna  ve toplumsal barışa katkı sunacak değerler, özgürlükçü demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüdür. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını, geçmiş çağlarda ortaya konan kavramlarla, anlayışlarla ve uygulamalarla  anlamlandırmak, verimli ve sağlıklı değildir. İnsan hakları, adalet ve hukukun üstünlüğünü, Ortaçağ veya başka bir dönemin anlayışıyla değil, günümüzün modern anlayışıyla ele almamız gerekmektedir.
Hiçbir dini hukuk, insan ötesi değildir. Tanrı’nın   amacını bildiğini sanan insanlar, Tanrı adına  hükümler ortaya koyup  kendi yasalarını dinin yerine ikame etmişlerdir. Hiçbir yasal hüküm veya fetva, din değildir. Tanrı adına ortaya konan yasal düzenlemelerin, mutlak şekilde insan fıtratına uygun olduğu söylenemez.
Hukuka iman edilmez. Bir hukuk sistemine iman etmek, insan aklını, toplumsal hayatı ve insanlığın gelişimini durdurmak demektir. Hukukun temeli, iman ve din değil,  akıl ve hayattır.
İnsanlara, inanç ve ibadetlerden dolayı ceza verilemez. İnanç ve ibadetleri yapıp yapmamak, suç değildir. Dini açıdan bir ibadeti yapmamak veya inancın gereklerini yerine getirmemek, günah olarak inanılabilir, ancak suç değildir. İbadetleri ve ritüelleri yerine getirmiyor diye insanlar, cezalandırılamaz. Din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde insanlar, istedikleri inancı benimseyebilir, reddedebilir veya eleştirebilir, ibadet ve ritüelleri yerine getirebilir veya getirmeyebilir. Dinler, ilahi bir hukuk ortaya koymak şeklinde  bir iddiayı dayatmak yerine, din ve vicdan özgürlüğünü dini hayatta sahici anlamda benimsemeli, kendilerini din ve vicdan özgürlüğüyle bağdaşmayan bütün unsurlardan arındırmalıdırlar.