Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Değişim iradesi ve potansiyeli arasında Lübnan

Lübnan hükümetinin (daha doğrusu, özellikle Cumhurbaşkanı Avn dönemindeki hükümetlerin) durumu hakkında, Suudi Arabistan eski Lübnan büyükelçisi Şeyh Abdulaziz Hoca’nın 13 Kasım 2021’de Al-Arabiya kanalına verdiği röportajında söylediklerinden daha doğrusunu başka bir politikacı ve devlet adamından duymadım. Hoca, Lübnan hükümetinin üçte bir Hizbullah, üçte bir onunla müttefik, üçte bir de ondan korkanlar olmak üzere 3 üçte birden oluştuğunu ifade etti.
Lübnan halkının çoğunluğu, baskıcı ve boğucu hale gelen bu gerçeği bildiği için, değişim ve mümkünse radikal bir değişim için karşı konulmaz bir irade var.
Bu değişim eğilimi iki aşamadan geçti. 17 Ekim 2019'da patlak veren halk hareketi aşaması ile seçimlerle değişim çağrısı yapan korona ve liman patlamasının ardından gelinen siyasallaşma aşaması. Ekonomik çöküş ve bankaların kapanmasıyla aynı zamana denk gelen ilk aşamada harekete katılan orta sınıflar, Hepiniz yani hepiniz sloganına inanıyorlardı. Kitlesel gösterilerin, kapsamı genişlemeye devam ederse ve aylarca devam ederse, Cumhurbaşkanı'nın sembolize ettiği siyasi sistemin istifa ederek ve ayrılarak çökmesiyle sonuçlanacağına kanilerdi. O dönemde Başbakan Saad Hariri’nin istifası da bu kanaati pekiştirdi. Bu dönemde siyasallaşma yüksek değildi ve bu yüzden ayrılıklar veya geniş çaplı mezhepçi ayrımlar yaşanmadı. Devrimcilerin çoğunun Hristiyan ve Sünni olduğu doğru, ancak Şii gençliğin önemli popüler kesimleri de harekete katıldılar. Ne var ki Şii İkilisi sokağa inerek mezhepçi sloganlarla bu harekete meydan okudu ve hareketin dalgaları Temsilciler Meclisi'nin duvarlarında kırıldı. Bununla birlikte, ana sloganı, tüm siyasi sınıfın daldığı yolsuzluğa karşı bir devrim olarak kaldı. Krize Lübnan lirasındaki çöküş eşlik ettiği için, Merkez Bankası ve onun (siyasi sınıf için çalışan) yöneticisi de halkın hoşnutsuzluğundan önemli ölçüde nasip aldı.
Devrimci dalgalar neden yavaş yavaş sokaklardan kayboluncaya kadar geri çekildiler? Bunda elbette korona salgını nedeniyle alınan kapatma ve sokağa çıkma yasağı önlemleri ile şehrin üçte birini yerle bir eden liman patlaması etkili oldu. Ama aynı zamanda silahlı partinin ve Cumhurbaşkanının hükümet kurma yeteneği, güvenlik aygıtlarının meydanları devrimin ve devrimcilerin ana sahnesi olan Trablus şehrine nüfuz etmesi de bunda etkiliydi. Halk hareketinin liderleri olmadığından ve devam etmesine yardımcı olacak lider kadrolar da oluşturamadığından, bir "siyasi proje"nin yokluğu onun için ölümcül oldu. Cibran Basil'e yönelik kınamalar ve hakaretler, Merkez Bankası başkanı ve sahipleri fahiş servetlerini yurt dışına kaçıran vahşi kapitalizme yönelik kınamalar artık yetersiz kalmaya başladı. Bütün bunlara ek olarak, birçokları Emevi valisi Haccac bin Yusuf'un Irak halkına tehdidini hatırladı; Allah’a yemin ederim her birinizin bedenini meşgul edecek işler bulacağım! Gerçekten de devrimci yoksul grupların aklını yiyecek, ilaç ve yakıt meşgul etmeye başladı ve artık güç, otorite sahibi insanlara karşı her gün sokaklarda toplanıp şarkı söyleme lüksünü kaybettiler. Silahlı partinin lideri ise, üyeleri ve destekçilerine dolar ile ödeme yapılmaya devam edeceği, onların kendi bankaları, kendi yiyecek ve ilaç dükkanları olduğu konusunda herkese meydan okudu!
İkinci aşamaya, yani her halükarda seçim, düzenleme ve ona hazırlıktan daha iyi bir değişim politikası bulamayan siyasallaşma aşamasına geçiş uzun zaman aldı.
2021 yılının ayları boyunca özellikle Hristiyan çevrelerde seçim hazırlıkları kapsamında onlarca grup, cephe ve ittifak kuruldu. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse, bu dönemde Hizbullah ve İran'ın kontrolüne, devletçiğe (Hizbullah) bir devlet sunan Avn döneminin politikalarına karşı, neredeyse arenayı tekeline alacak net siyasi sloganlar da ortaya çıktı. Liman bombalamasıyla ilgili soruşturmadaki gelişmeler nedeniyle Hristiyanların Hizbullah’a yönelik “tetikte olma halleri” ve hazırlıkları arttı. Liman soruşturmasıyla, Lübnan'da birbirini takip eden tüm şiddete ve siyasi suikastlara rağmen, geçen yüzyılın ellili yıllarının başlarında başbakan Riyad es-Sulh'un öldürülmesinden bu yana, Lübnan yargısında 70 yıldır görülmeyen bir sertlik ve metanet keşfedildi. Şii ikilisi, Hristiyan taraftaki bu hazırlıklara aynı şekilde karşılık verdi ve böylece Tayyuna- Ayn er-Rumana hadisesi yaşandı. Enformasyon Bakanı George Kordahi'nin saçmalıklarının yanı sıra bu hadise, Lübnan'ın izolasyonunu ve krizlerini artırdı, Necip Mikati hükümeti, planları ve kurtuluş için hazırladığı yol haritasını felç etti, mezhep çatışması riskini büyüttü. 
Taşkın Hristiyan canlılığının (bölünmüş de olsa) devrimin ilk aşamasından itibaren daha net bir değişim iradesini kristalleştirdiğine ve bunu yapmaya devam ettiğine şüphe yok. Ancak devrim aşamasında 3 şehirde ve kırsalda Sünni canlılık öne çıkarken, bu aşamada Sünni kitleye bir donukluk hakim olmuş durumda. Bu arada, Şii ikilisi, genel hayal kırıklığının ortasında kitlesi üzerindeki kontrolü konusunda kendinden emin olmayı sürdürüyor. Seçimler için yapılan bu hummalı hazırlık, barışçıl bir değişim arayışı anlamına geldiği için sağlıklı bir olgu. Yeni bir parlamento aracılığıyla değişimin karşı karşıya olduğu zorluklar her ölçüde devam ediyor ve İranlı yetkililer, mevcut Lübnan parlamentosunda 74 milletvekiline sahip olmakla övünüyorlar. Ne var ki yeni seçimlerde, Avn ve hareketinden müttefiklerinin popülaritesini büyük ölçüde etkileyen çöküş nedeniyle bu sayıya ulaşamayacaklar. Ancak Şii ikilisinin, Hristiyanlar ve Sünniler arasındaki partizanları ve takipçileri varlıklarını sürdürüyorlar. Öyle ki partizan ve takipçilerinin sayısı en az yüzde elli ve daha fazlası. Bu yüzden rakipleri bölünürken, korkunç seçim yasasının oluşturduğu küçük grupların ve bağımsızların sayıları artarken, Şii ikilisi hala göz ardı edilemeyecek bir etkiye sahip! Hizbullah, anayasal kurumlar aracılığıyla çoğulculuğu veya demokrasiyi ne zaman umursadı? 2005 ve 2009 seçimlerinden sonra Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde edememişti, ama silahı ve onun yakıcılığı sayesinde ülkedeki karar alma süreçlerine hakim oldu ve hala da öyle. Yine büyük bir devrimin ardından gelen ve sonuçları kesinlikle İran destekçilerinin lehine olmayan Irak seçimlerinin sonuçlarını düşündüğümüzde, hepimiz küçük bir soğuk duşa maruz kalıyoruz. Zira seçimlerin İran destekçilerinin lehine olmadığı doğru ama Mukteda Sadr ya da bir başkası hükümet kuramayacak. Görüldüğü gibi İranlı yanlıları silah hatta İHA’lar zoruyla değişimi engellemeye kararlılar.
Rahmetli hocamız Dr. Hasan Hanefi bir keresinde Ya Kureyş Ya Ordu! başlıklı bir makale yazmıştı. Bugün Hizbullah milisleri, ülkemizdeki Kureyşlileri temsil ediyorlar. Geçtiğimiz yıllar boyunca General Cumhurbaşkanı ya da Cumhurbaşkanı general bizi 3 şeye ikna etmeye çalıştı; Lübnan'ın ordusu zayıf olduğu için Hizbullah’ın silahına ihtiyacı vardır. Hizbullah kişisel olarak kendisine (biz Lübnanlılara değil) silahlarını içeride kullanmamaya söz vermiştir. Silah, Ortadoğu krizinin sonuna kadar Hizbullah’ın elinde kalacaktır. İlk sözü doğru değil, çünkü uluslararası güçlerin varlığı nedeniyle ordu ile İsrail arasında bir savaş olmayacak. İkinci sözü doğru değil, çünkü Hizbullah silahlarını her gün el-Akura, Uyun el-Siman, Al-Baruk, Ayn er-Rumana vb. bölgelerde dahi kullanıyor. Ortadoğu krizine gelince, bedbaht Ortadoğu'da İran ve İsrail hastalıkları var oldukça çözülemez.
Bir kez daha bu, devlete ve bağımsızlığa yönelik bir değişim umudu olmadığı anlamına mı geliyor? Evet, Lübnan halkının çoğunluğu milislere karşı olduğu sürece hala umut var. Seçimleri düzenlemeyi ve bağımsızlık için ulusal bir cephe kurmayı başaralım.
İster Ortadoğu isterse başka yerlerde olsun her milis grubun bir sonu vardır.