İslamcılığın modernleşme ile yüzleşmesi
İslamcılığın, İslam Medeniyetinin ve Düşüncesinin gerilemesi dönemlerine matuf bir arayış olduğunu bilerek cümleler kurmalıyız. Bu gerileme dönemlerinde yeni bir güç yükselişe geçmişti. Ve bu güç İslam coğrafyasında etkin bir güç haline dönüştüğü gibi kendi dilini ve bilgisini de dayatmayı bir marifet addediyordu. Bu temel gerçekliği dikkate almadan İslamcılığın modernleşme ile ilişkisini ve zaafını tartışamayız…
Bir yenilgi psikolojisi ile siyasal olana yönelmiş İslamcılığın, düşünce ve tarihsel müktesebat ile ilişkisi de bu yenilgiden neşet eden bir psikolojik vasat üzerinden açığa çıkmaktadır. Bilim ve felsefe vurgusu ile akla yapılan göndermelerde bu yenilgi travmasının etkisi olduğu açıktır. İslam düşünce tarihinde akıl vahiy çatışması meselesinde akıldan yana tavır almak ve aslında düşünce tarihi bağlamında ise biraz uçta kalan bu yaklaşım öne çıkartılarak batılılara isim vermeden bir benzeme çabası ve aynı zamanda onların sahip olduğu güce sahip olmanın bir imkânı olarak yorumlandığı bedihidir.
Modernleşmenin, temel bir mesele olarak kendisinden önceki bütün kültür ve medeniyet havzalarını yok sayan ve kendisini kendisinden önceki tarih ile kopartan bir yaklaşıma sahip olduğu gerçeğini İslamcılık dikkate almamıştır. Bilakis, batılılaşma sürecinde Katolik Kilisesine yönelik sert eleştiri ve Protestanlaşma eğilimini ise bir tevhidileşme süreci olacak biçimde okumalara da yönelim sağlanmıştır. Bu durum, modernleşmeyi kabulü ve ondan yararlanmayı bir ilke olarak görmeyi normalleştirmiştir. Bu noktada yanlış özdeşlikler kurmanın en temel yanı; modernleşmenin getirdiği yeni bir sistemi, bakışı ve yöntemi doğru tanımlayamamaktır.
İslamcılığın başat karakterini oluşturan öncü şahsiyetlerin tefsir bağlamında dile getirdikleri ve mucize konusu başta olmak üzere rasyonel arayışlara girişmelerinin ana nedeni de budur. Bu özdeşlik üzerinden çok yanlış çıkarsamalara dayanmışlardır. Örneğin, demokrasiyi şura ile demokratlığı ‘senin dinin sana benim dinim bana’ ilkesi ile, İslam’ın yayılışını ise emperyal güdü ile açıklama girişimleri bunu göstermektedir. Kölelik ve kadın meselesinde ise vahyi yeniden yorumlama arayışları ve bu konuda haklı olmakla birlikte yanlış bir eğilimi taşıması bağlamında makasıdı dillendirmeleri de bu çerçevede yorumlanabilir. Yani İslamcılık, İslam düşüncesi ile ilişkisini yeni durum/modernleşmenin oluşturduğu aura içinden kurmaya çalışmıştır. Bu da doğal olarak modern İslam düşüncesini sorunlu hale getirmektedir.
İslamcılığın bu konuda iki temel gerçekliği ile yüzleşmeyi başarması elzemdir. Birincisi, modernleşmenin neliği meselesini bizzat kendi kaynakları üzerinden doğru bir okumaya tabi tutması ve bu okuma sonucunda onu doğru idrak ederek tutumunu belirginleştirmesidir. İkincisi ise sahip olduğu düşüncenin ne kadarı modernleşmenin epistemik unsurlarını taşımaktadır sorusuna bir cevap vermeye çalışmasıdır. Bu iki tutum netleştirilmeden yeni bir çıkış ve yeni bir yenilenme arayışı açığa çıkarmak gittikçe zorlaşacaktır.
İslamcılık, kendisini var eden koşulları bir tarafa bırakarak koşulsuz bir bakış üzerinden kendi gerçekliğini ve bu gerçekliği inşa eden yaklaşım biçimlerini ele almayı öncelemelidir ki doğru bir nokta yakalanarak kurucu bir işlevsellik açığa çıkartılabilinsin…
İslamcılık, Abduh, Afgani, Reşit Rıza çizgisi bağlamında modernist eğilimler taşırken, Hindistan alt kıtasında Sör Ahmet Han ve onun uzantısı olabilecek farklı coğrafyalardaki izdüşümleri zaten açık bir şekilde moderndirler. Protestanlığın farklı bir zeminde kendini yeniden inşa etmesi ile izah edilebilecek bir bakışı işaret eder. Bizim ülkemizde de bu Kuran İslam’ı, mealcilik bağlamında öne çıkartılabilir. Bu yaklaşımların kendi içinde sorunlu olmaları bir tarafa beslendikleri epistemik tutum alış ise başka bir tarafadır.
Meseleyi doğru bir zeminde ele almanın temel öncülü; modernleşmenin getirdiği bakışı içselleştiren yaklaşımı devre dışı tutarak din ve dini düşünce ile yeni bir ilişki biçimi gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bunun içinde gerekli olan şey; modernliği kendi tutarlılığı içinde doğru kavramak ve ondan bağımsız bir şekilde kendi dini düşüncemiz ile ilişkiyi yeniden kurmaya çalışmaktır.
Modernleşme, her ne kadar hem İslam düşüncesinden etkileşim içinde var olmuşsa da ve her ne kadar Hıristiyanlığından etkilenmişliği kabul edilirse de kendi içinde total olarak kendisi olarak tanımlanabilecek bir sistem, bakış ve yönteme sahiptir. Bu çerçeve içinde ne Hıristiyanlığa ve ne de İslam’a ve ona dayanan düşünceye benzemektedir. Bu temel gerçekliği en başa almak bir sorumluluk ve zorunluluktur. O zaman İslamcılığın ondan aldığı etkiyi devre dışı bırakma imkânı kazanılabilir.
Batı, felsefi bakışını geliştirirken, epistemik bir unsura dayandığını açıkça kabul eder. Yani ontolojik olandan epistemolojik olana yönelmiştir. Bu noktada batı içindeki tartışmalarda bu konu ele alınmıştır. Pre-modern kabul edilen Martin Heidegger modern düşünceyi ontolojiyi bıraktığı için eleştirerek tekrar ontolojiyi kurmaya çalışmıştır. Ayrıca düşünceyi klasik dönemden ayrıştırarak, klasik düşüncenin sahip olduğu bakışı tamamen terk etmiştir, benzer tarafları ise tamamen özdeşlik üzerinden kurulduğu bilinmelidir. Yani modern düşüncede düşünme ve akıl vurgusu klasik dönemdeki vurguyu taşımaz…
Modern düşünce bugünü eksene alır. Olanı öncelediği için geçmişi/tarihi ise bugün/olan üzerinden yeniden tasarımlar. Bu yüzden modern olanın tarih ile ilişkisi kurmacadır. Benzer bir hata İslamcılık tarafından da yapılmaktadır. İslam tarihini bugün üzerinden okuyarak tarihi siyasal bir tarih olarak algılayarak eleştiriye tabi kılar ve peygamberin ölümü ile başlayan tarihi sorunlu bir tarih algısı içinden okur. Böylece tarihte doğru bir şey yoktur. Bugün biz kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz ilkesine varılmaktadır. O zaman da İslam bugünün kültürel ve epistemik kodları üzerinden okunmaya başlanmaktadır. Bu da üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan farklılıklar doğurarak İslam düşüncesini zaafa uğratmaktadır. Yeni yetişen nesil ise bu zaafı dikkate alarak artık dinin geçersizliğini ilan edebilme cüretine sahip olmaktadır. İşte bu yüzden İslamcılık, içinde sızdırılmış, -birçok farklı etkenler üzerinden bu sızmanın varlığı bugün daha rahat bir şekilde açığa çıkartılabilir- bu unsurlardan temizlenmeyi bir ilke olarak önüne koymalıdır. O zaman modernleşme ile bir yüzleşmeyi gerçekleştirme imkânı ve istidadı kazanabilir.
Ayrıca modernleşmenin bir temel unsuru daha vardır ve bu da İslamcılığı derinden etkilemektedir. Modernleşme aşkınlığı yok saymaktadır. Yer yer inkâra yeltense de ağırlıklı olarak yok saymayı tercih etmektedir. Başlangıcından itibaren modernleşme, aşkınlığı akla ve dolayısıyla hem rasyonel zemine hem de bilimsel tecrübe zeminine indiremediği için askıya almaktadır. Yani yok saymaktadır. İşte bu aşkınlığı yok saymanın İslamcılığı bugüne hapseden bir taraf olarak hayatımızda yer aldığını söylemek mümkündür. Örneğin; kadın ve kölelik mevzuu gibi… İslam’ın kendi döneminde ele alarak iyileştirdiği ve süreçte de olumlayarak sorun olmaktan çıkardığı iki temel olguyu, modernleşmenin kadını erkek ile eşitlemesi ve köleliğin kaldırılması meselesini bir üstünlük aracı ve müslüman düşünce açısından bir nakısa gibi algılayarak bugünü kutsallaştıran, ya da aşkınlaştıran bir yaklaşım öne çıkmaktadır. Bu yaklaşım, mevcudu dikkate aldığı kadar müslüman düşüncenin hedeflerini dikkate almadığı gibi yeni durumun siyasal bağlamını da dikkate almaktan kaçınmaktadır. Yani eşitliğin modernleşmenin en temel tutucu tutumu olmasına rağmen, İslamcılar ve İslamcılık bu meselede de eşitleme konusunda bir zaaf taşımaktadır. Hâlbuki sağlıklı bir eşleştirme yapılabilmesi için eş değer şekilde iki düşünceyi, olayı, olguyu ve durumu ele alarak karşılaştırma yapılmalıdır. Bu da aslında İslamcılığın olup bitenin neliği konusunda bir kafa karışıklığı yaşadığını göstermektedir.
Bu durum bizi modernleşmenin oluşturduğu sorunları İslam düşüncesinden hareketle çözme girişimlerini ve bu girişimlerin zaafa uğraması üzerine yetersizliğini ilana götürmektedir. Hâlbuki temel bir usul vardır: farklı bir dünya görüşünün ürettiği kültürel ve siyasal zeminden hareketle oluşmuş sorunları bir başka dünya görüşü üzerinden çözüme kavuşturmak imkânsızdır. Bu imkânsızlığı bir tarafa bırakarak, modernliğin ürettiği sorunları İslam’a çözdürme girişimleri hep hüsranla sonuçlanmaktadır. Artık şunun altını kalın harflerle çizmeliyiz; farklı bir dünya görüşüne ait sosyal, siyasal veya psikolojik vasatta meydana gelen sorunlar ancak kendi dünya görüşü içinde çözülebilir. Ancak modernlik bugüne kadar hangi sorunu çözmeye yeltendiyse yeni bir sorunu üretmeyi de başarmıştır. Bu yüzden Müslümanlar batılı modernleşmenin ürettiği sorunları çözme yerine bu sorunların varlık kazanamadığı kendi dünya görüşlerini sistematik bir şekilde anlamaya, algılamaya, kurmaya çalışmaları daha elzem bir durumu işaret eder.
İslamcılık, yeni bir başlangıç için kendi içinde tutarlı bir şekilde modernleşmenin felsefi ve bilimsel özelliğini doğru kavramalıdır. Modernleşmeden uzak durarak onu doğru anlamayı öncelemelidir. Önceliği kendi dünya görüşünün temel parametrelerini bağımsız bir şekilde kendi usulüne uygun bir halde öğrenmeye vermeli ve ona göre düşünce ve davranışlar geliştirmeyi başarmalıdır. Daha sonra nereden, neden ve nasıl bir ilişki kuracağına kendisi karar verebilir hale gelecektir zaten!