Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Sorunları ertelemek çözüm değil

Siyasette ertelemek bir çözüm değil, krizlere ve tehlikelere kabarması ve büyümesi için yeterli zaman vermektir. İran'ın nükleer projesi de büyük bir sorun ve gerçek bir kriz. Eski ABD başkanı Barack Obama yönetimiyle yapılan nükleer anlaşma, en başından beri, bu sorunun çözümü değil, sadece bir geçiştirme ve ertelemeydi. İran'dan nükleer projesini birkaç yıl ertelemesi talebiydi. Bu kötü anlaşma, balistik füzelerden, bomba yüklü insansız hava araçlarına ve diğer ülkelerin işlerine doğrudan müdahaleye kadar İran kaynaklı diğer tüm sorunları görmezden geldi.
5+1 ülkeleri ile İran rejimi arasında son olarak yedinci turu yapılan ve sekizinci turunun yapılması beklenen Viyana müzakereleri, yalnızca bu bir önceki ertelemeyi yeniden uygulamaya geçirme ve geleceğe uzatma girişimidir. Erteleme hiçbir zaman herhangi bir bölgesel veya uluslararası krize çözüm olmadı. Dolayısıyla bu diplomatik müzakereleri takip eden herhangi biri, İran’ın kibir ve katılığının, Amerikalı ve Avrupalı ​​müzakerecilerin yalvarmaya benzer bir hoşgörüsüyle karşılandığını kolayca keşfeder.
İran'ın nükleer ve nükleer olmayan tehdidinin gerçekten ilgilendirdiği ülkeler Arap Körfez ülkeleri ve İsrail'dir. Nedeni de bu tehlikenin onlara yakınlığı, İran'ın tüm yayılma stratejilerinin doğrudan hedefinde bulunmalarıdır. Söz konusu ülkeler, bu tehlikenin boyutları, ideolojik ve siyasi güdülerine ilişkin derin bir bilgiye sahiptirler. İran yayılmacılığının tüm detayları, temel İran ilkesini (yani devrimi ihraç etmeyi) sahada uygulamak için benimsenen mekanizmalar hakkında keskin bir farkındalık sahibidirler. Keza, Şii milisler veya Sünni siyasi İslam grupları aracılığıyla ister doğrudan itaat ister acımasızca boyun eğdirme yoluyla İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi işgal ettiği ülkelerin halklarına karşı davranışları ve yöntemleri hakkında da.
Son Riyad zirvesinde ve öncesindeki hazırlıklarda, Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Körfez turunda Arap Körfezi devletleri, bu yakın, gerçek ve fiili tehlike karşısında safları birleştirmeyi amaçlıyorlardı. Çünkü bu ülkeler, Batı'nın İran ile başa çıkmayı ertelemesinin, İran rejiminin gücünü artırdığını, nükleer projesini tamamlama ve nükleer bir silaha dönüştürme fırsatı verdiğini açıkça görüyorlar. İran’a baskı ve sert bir politika uygulama seçeneğinin dışlanmasının, stratejisine, nükleer ve yayılmacı projesine devam etmesi için Tahran’a açık bir mesaj gönderdiğini görüyorlar ki İran'da açıkça bunu yapıyor.
İsrail devleti de siyasi, istihbari ve askeri olarak, öncelikle Suriye'de ve İran'ın kendi içinde bu tehditle karşı karşıya bulunuyor. İsrail, İran’a karşı operasyonlarının detaylarını yayınlıyor ve açıklıyor. İsrail'in ABD ve Avrupa ülkelerine baskı yapan siyasi pozisyonu da net ve yine onun tarafından açıklanmıştır.
Nükleer bir İran, onlarca yıldır bildiğimiz şekliyle dünyanın çehresini sonsuza dek değiştirecektir. Tüm uluslararası yasaları ve kurumları ihlal edecektir. Dünyanın büyük güçlerinin durduramayacağı uluslararası bir nükleer yarış başlatacaktır. İnsanlık tamamen farklı bir tarihsel aşamaya girecektir. Bu, gerçeklere ve bilgilere dayanan realist bir görüş olup, iyimserlik veya karamsarlıkla hiçbir ilgisi yoktur. Bugün İran ile ilişkilerde hüküm süren tüm bu erteleme ve hoşgörü, sadece bölgede değil tüm dünyada insanlığın başına belalar getirecektir. Bu bağlamda iki soru aciliyet kazanıyor: İran nükleer projesi durdurulabilir ve yenilgiye uğratılabilir mi? Dahası İran genişlemesine ve nüfuzunun yayılmasına karşı koymak mümkün mü? Cevap basit: Evet, mümkün. Viyana Müzakereleri ile eksik ve kusurlu nükleer anlaşmanın İran nükleer projesini durdurmanın ve yenmenin doğru yolu olmadığı aşikar. İran ve onun milisleri yalnızca ve yalnızca gücün dilinden anlarlar. Müzakere masasında güç seçeneği olmadan diplomasi ve onunla müzakerelerin hiçbir sonucu olmayacaktır. Kaldı ki Obama'nın dışişleri bakanı John Kerry de, daha önce masaya güç kartını koymaktan engellendiği sürece müzakere edemeyeceğini belirtmişti.
İran’ın genişleme ve nüfuzunu yayma stratejisine karşı koymaya gelince, bu mümkündür ve farklı emsalleri vardır. Suriye'de İsrail, Suriye topraklarının tamamında bir bütün olarak İran milis varlığına acı darbeler indirdi. İran’ı geri çekilmeye zorladı. Birçok planını ve taktiğini bozdu. Suriye’de İran durmuyor ve geri çekilmiyor ama yenilgiler alıyor. Öte yandan Irak'ta Irak halkı ve hükümeti, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin desteğiyle oradaki birçok dosya ve meselede İran ve kendisine bağlı eksene galip geldi. Bu dosyaların en önemlisi, saflar ve çabalar birleştirildiğinde İran yayılmasını yenmenin ne kadar kolay olduğunu gösteren son seçim sonuçlarıdır. Yemen'de İran’a bağlı Husi milisler karşısında da aynı şey yaşandı. Koalisyonun şiddetli saldırıları bu milislerin gücünü yıllarca geriye götürdü. İran projesine hizmet etmeleri için Husi milislerine liderlik eden İranlı ve Lübnanlı uzmanlara ağır kayıplar verdirdi. İran yayılması orada yenilgiye uğratıldı, ama İran durmuyor ve geri çekilmiyor.
Şafiî’nin, “Hiçbir tırnak kendi tırnağın gibi kaşıyamaz, bu nedenle her işini kendin yap” şeklinde meşhur bir hikmetli sözü vardır. Suudi Arabistan'ın, Körfez ve Arap ülkelerinin yıllardır yapmaya çalıştıkları şey de budur. Bunun sonucunda etkin ve etkili bir bölgesel güç oluşuyor. Bu güç, egemenlik ve istikrarı tesis ediyor. Çıkarları gözetiyor. Ülkeleri ve halkları dünyadaki büyük güçlerin hesaplarından, özellikle de Körfez ülkelerinin geleneksel müttefiki Batı ülkelerinde dünyanın tanık olduğu dalgalanmalardan uzak tutuyor. Öz-güç, müttefik veya düşmanlara, bölge ülkelerinin ve halklarının çıkarlarını dikkate almayan zararlı kararlar alma veya kötü anlaşmalar imzalama izni vermiyor.
Körfez ülkeleri Batılı ülkelerle seçkin ve tarihi ilişkilerini terk etmiyorlar. Geçmişe dayanarak bu ittifakı güçlendiriyorlar. Ama aynı zamanda bu ülkelerin esiri de değiller, aksine onlar kararlarında bağımsız ülkeler. Buradan hareketle Körfez ülkeleri, Rusya'dan Çin ve Hindistan'a dünyadaki tüm etkili güçlerle geniş iletişim kanalları açtılar. Siyasetin dili çıkarlardan oluşuyorsa, bu çıkarlar çeşitli ve çok yönlüdür, farklı kaynaklara ve farklı zamanlara sahiptir. Batılı müttefikler, bilinen sebepler ve boyutlar nedeniyle bazı dosyalarda geç kalıyorlar. Son zamanlarda, İran'ın el-Kaide ve daha da önemlisi DEAŞ’ın bazı liderlerine himaye ve koruma sağladığının Batı tarafından kabul edilmesi de bunun bir örneği. Oysa bundan önce, İran'ın bu Sünni terör örgütlerini destekleme ve himaye etmekteki sorumluluğu hakkında şüpheye yer bırakmayacak şekilde dillendirilen tüm bilgi ve gerçeklere rağmen, Batılı suçlamalar bazı Arap ülkelerini hedef almaya hazırdı.
Son olarak, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Arap ülkeleri, dünyada üç düzeyde birçok güç ve nüfuz kaynağına sahiptir. Bu ülkelerin ekonomik ve kalkınma başarıları dünyanın gündemindedir. Bölgesel ve uluslararası düzeyde caydırıcı bir güç oluşturmak için aynı güç ve başarı ile çalışmaktadır.