Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Husileri vurmak ve mantığın gücü

Her zaman ve yerde, devletlerin zaferinde ve imparatorlukların çatışmasında belirleyici olan sadece askeri güç değildi, mantığın gücü her zaman mevcuttu. Bu güç zafer şansını artırır, tutarlı ve inandırıcı olduğunda görevini kolaylaştırır. Çelişkili ve inandırıcı olmadığında da, kaybetme olasılığı ve çatışmanın maliyeti artar. Dünyadaki diğer büyük güçlerin yükselişinin aksine Amerikan gücünün gerilemesinin birden çok nedeni var. Biri, liberal solun, eski başkan Obama tarafından temeli atılan ve pekiştirilen bilinçli izolasyon ve geri çekilme kararıdır. Bir diğeri ise müttefikleri terk etmek ve düşmanlara yaklaşmaktır. Fransa ile yaşananlar ve denizaltı anlaşması, İran ile yaşananlar bunun iki açık örneğidir. Nedenlerden biri de, ABD'nin uluslararası politikalarını süslemek için müjdelediği  mantık zayıflığı, dünya çapında ve özellikle Ortadoğu bölgesindeki devletlere karşı davranış standartlarında açık çelişkilerin varlığıdır. İran rejiminin politikalarına açıkça hoşgörü göstermek, Körfez ülkelerine baskı uygulamak bu çelişkilere bir örnektir. Bu zayıflık bir gecede etki etmez, ancak tekrarlama ve birikim yoluyla artar.
Yemen'de bir süredir harika bir şeyler oluyor, normal ve mantıklı durum hakim olmaya geri döndü. İran’a bağlı Husi milisleri, Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu’nun savaş uçakları tarafından sürekli, kapsamlı ve güçlü bir bombardımana tutuluyor. Yemen'deki askeri ortam yeniden düzenleniyor. Bu, genel olarak Amerikan ve Batı baskılarından ve şartlarından kurtulmadan, bazı durumlarda Husi milisleriyle bir tür suç ortaklığı kertesine varan büyük uluslararası kurumların yol açtığı engeller etkisiz hale getirilmeden mümkün olamazdı. Savaşlar, askeri güçten önce, akıl, bilgelik ve mantık gücüyle birlikte sağlam strateji ve planlar tarafından yönetilir. Yemen’deki savaşın seyrinde bu büyük değişikliğe neden olan da budur. Yemen halkına karşı birçok savaş suçu işleyen ve işlemeye devam eden, Suudi Arabistan'daki sivilleri ve sivil yapıları vurmak için balistik füzeler ve İHA’lar göndermeyi sürdüren İran ve onun ideolojik milislerinden uzakta, Yemen halkının kendi kaderini tayin hakkını destekleme sürecinin seyrindeki değişikliğin nedeni de yine budur.
İran'ın bölge ülkelerindeki tüm yayılma stratejilerinin parametrelerinden biri, insan hakları ve sivil kurumların, medyanın arkasına saklanarak en iğrenç savaşları yürütmek için milisleri ve terör örgütlerini kullanmasıdır. Bir başka anlamda, füzeleri fırlatmak için insan hakları kurumları, hastaneler, havaalanları veya medya kurumlarının yayın yaptığı binaları kullanmasıdır. Irak, Suriye ve Gazze'de olduğu gibi Yemen'de de bu oluyor. Bu, iki zıt etkiyi sağlamanın aynı yoludur: Birincisi, en tiksindirici suçları işlemek ve muharebeleri askeri olarak sonuçlandırmak. İkincisi, düşmanları karalamak, büyük ya da küçük uluslararası kurumların sempatisini kazanmak.
Yıllar önce Suudi Arabistan Veliaht Prensi Yemen'deki savaşı askeri açıdan sonlandırmanın kolay olduğunu, ancak Suudi Arabistan ve Koalisyonun kayıpları en aza indirmeye, Yemen devletinin yapısı ve Yemen halkının kazanımları üzerinde herhangi bir etkiden mümkün olduğunca kaçınmaya çalıştığını söylemişti. Suudi Arabistan ve meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu’nun temsil ettiği Yemen'in kurtarıcı dostu ve izlediği politika budur ve İran'ın Husi milislerine dikte ettiği acımasız işgalci politikalarının tam tersidir. Bu nedenle, Arap Koalisyonunun Husi milislerine yönelik son zamanlardaki kapsamlı operasyonlarının iki önemli boyutu aşikardı. Birincisi, Koalisyon operasyonların gidişatını büyük ölçüde etkileyen nitelikli hava saldırılarıyla silah depolarını, füze fabrikalarını ve savaşa katılan İranlı ve Lübnanlı liderleri hedef alıyor. İster Sana Havalimanı, isterse kamuflaj olarak kullanılan bazı sivil binalar olsun, Husi milislerin kullandığı tüm yerler hedef olmaktan kaçamıyor. İkincisi, tüm bunların savaşların yönetiminde saygın ve kabul görmüş uluslararası yasa ve yönetmeliklere uygun olarak yapılmasıdır. Gerçekler, bilgiler ve rakamlarla kanıtlandığı gibi, bu saldırılarla Husi milislerinin uğradığı kayıplar büyüktür.
Savaşlar şiddetlendiğinde ideoloji sahiplerini korumaz. Arap ülkelerindeki tüm İran yayılmacılığı, her zaman İran'ın takipçilerinin Arap bağlarını zayıflatmayı temel almıştır. Tüm bunlar arasında Araplığın zayıflaması, ister Şii ister Sünni söylem yoluyla olsun, yoğun, aşırı ve katı ideolojik aşılama yoluyla sağlandı. Araplığını ve vatanseverliğini tamamen ideolojik güdülerle yok etmemiş bir İran takipçisi bulamazsınız.
Güçlü Arap devletleri kendi imkanları ve çeşitli ittifakları ile kendilerini, kazanımlarını ve geleceklerini koruma kudretindedirler. ABD, Patriot anti-balistik füze sistemini geri çektiğinde, Rusya, THAAD füzelerini öneriyor. Fiilen, doğrudan ve defalarca balistik füzeler tarafından hedef alındığında, kendini savunmak ve bu alandaki askeri sanayisini geliştirmek için Çin veya diğerleriyle iş birliği yapmak Suudi Arabistan’ın doğal hakkıdır. Suudi Arabistan 16 nükleer enerji reaktörüne sahip olmak istediğini deklare ettiğinde, egemenliğini ve istikrarını korumak için herhangi bir müttefikin esiri olmama hakkına sahiptir.
ABD'nin silah satışı sırasındaki şartları bazen mantık gücünden yoksun oluyor. Nitekim BAE, ABD'nin zorlayıcı koşulları nedeniyle F-35 savaş uçağı alımı anlaşmasını yeniden gözden geçirdiğini açıkça ifade etti ve buna karşılık 80 Fransız Rafale avcı uçağı satın aldı.
Uluslararası yasalara uygun bir biçimde ve dünyanın büyük güçleriyle dengeli bir ittifak yönetimiyle, net bir vizyona ve karar verme gücüne sahip her ülke, kendisini, egemenliğini ve kazanımlarını korumak için öz askeri kapasitesini inşa edebilir. Bilhassa geleneksel müttefiklere olan güven zayıfladığında ve ittifak bir güç kaynağı olmaktan ziyade bir yük ve zayıflık kaynağı haline geldiğinde. Arap ülkeleri hiçbir zaman yayılmacı olmadılar, bölgede nüfuzlarını genişletmeye ve hegemonya kurmaya çalışmadılar. Bölgedeki güç dengesini bozan, çıkarlarını ve ulusal güvenliklerini dikkate almayan hiçbir anlaşmaya da sessiz kalmayacaklardır.
ABD, Hint ve Pasifik okyanuslarında Çin ile agresif bir mücadele içinde. Biden yönetimi Çin ile mücadeleyi bir öncelik haline getirdi. Yine ABD ve onunla birlikte NATO Ukrayna'da Rusya ile yüzleşiyor. Bunlar, Soğuk Savaş çatışmalarını anımsatan büyük çatışmalar. Washington ayrıca enerji piyasalarında gerçek zorluklarla karşı karşıya bulunuyor. Bütün bunlara rağmen ABD’nin Ortadoğu'daki önceliklerini yeniden düzenlemesi gerekiyor. Bölgedeki müttefiklerine özellikle de güçlü Arap ülkeleri ve İsrail’e karşı tutumunu yeniden gözden geçirmeli. Tüm bu müttefiklerin karşı karşıya olduğu en büyük ve gerçek tehlike ise, ABD'nin şaşırtıcı bir şekilde katılmamalarında ısrar ettiği Viyana müzakerelerini yürüttüğü İran rejimidir.
Son olarak, mantığın gücü devletlerin gücünü destekler, zayıflığı da onların zayıflığıdır. Tarih, devletlerin kendilerini korumak için ellerinden geleni yapacaklarına dair hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Oyalayan ve ayak sürçen müttefik, öncelikler değiştiğinde, müttefiklerine alternatif seçme özgürlüğü sunar.