Abdulaziz Tantik
TT

İslam ile sahici bir bağ kurmanın yöntemine dair

Doğru bir yöntem o dünya görüşünün temel izleğini işaret eden ilkeleri üzerine kurulu olan yöntemdir. Bir dünya görüşüne farklı bir dünya görüşü veya o dünya görüşünün dışından bir yöntem ile bakarak o dünya görüşünün kendi asli yöntemi inşa edilemez. Bir yöntem ancak kendi dünya görüşünün temel ilkelerini ilke olarak kabul ederek kendisini inşa ettiğinde doğru bir yöntem olur.
İslam düşüncesi kendi yöntemlerini inşa etmiştir. Bu yöntem farklılığı, farklı dönemlerde ve farklı kültürlerle gerçekleşen karşılaşmalar neticesinde elde edilen bir olguya sahiptir. Kelam, fıkıh, felsefe ve tasavvuf gibi farklılıkların yanında illet, makasıt gibi farklılıklara mebni açılımlar yanında, lafız ve anlam ayrımına dayalı farklılıklar da söz konusu. Elbette ki bu farklılıkların dönemsel çözüm üretme kapasiteleri olmuştur. Her bir yöntemin kendine has bir sorun çözücü özelliği söz konusu edilebilir. Hayatın oluşumunda ve insanın çok katmanlılığı yanında bu yöntemlerin her birinin karşıladığı bir boyutun varlığı ise tartışılmaz bir gerçekliğe sahiptir.
Bir yöntemde bütün ve parça ile ilişkisi kadar, salt bütünü veya salt parçayı eksene alan yaklaşımlarda bulunabilinmektedir. Mesele, bütün ve parça ilişkisinde her ikisini kuşatacak yeni bir yöntemi inşa edebilmektir. Parçayı es geçen bütünsel yöntem kendi reel geçerliliğini tehlikeye atacaktır. Bütünü dikkatten kaçıran parçacı yaklaşım ise bütünü kaybettiği için ruhunu kaybederek cisimleşerek kendini mevcudun içinde eritir. Her iki duruma uygun örnekler bulmak zor olmasa gerek!
Sorunu çözme konusundaki ilk adım, sahiciliktir. Yani niyetin saflığı ve bu konuda herhangi bir istismarın varlığının izinin bulunmamasıdır. Birçok yöntemin işlevsizleşmesinin yegâne sebebi, samimiyet kaybıdır. Çünkü istismara açık olmayan herhangi bir şey ya da kutsal yoktur. İnsan, istismara yöneldiğinde her şeyi istismar edebilecek bir istidada sahiptir. İşte yöntem, öncelikli olarak bu istismarı devre dışı tutacak bir psikolojik vasatı inşa etmeli ve bunu sahihliğin temel ilkesi olarak ilan etmelidir.
Bugünden geriye doğru bakarak mevcut yöntemleri dikkatle düşündüğümüzde her birinin kendi başına bir işleve sahip olmakla birlikte kendi başına bütünü kuşatacak bir ilgi ve donanıma sahip olmadığıdır. Bu yöntemin kendi otantik yapısından çok süreç içinde tarihsel seyri bağlamında sürekli bir indirgeme durumu ile karşı karşıya kalmanın getirdiği dayanılmaz çürüme ile ilişkili bir konumu ihtiva eder. Bu yüzden yönteme cepheden saldırmak yerine dönemi içinde kendi sorumluluğunu ifa ettiğini kabul ederek ona yeni bir rol vermenin imkânlarını aramak makul görünmektedir. Bir yöntemi tarihsel dönemi içinde anlamlı bulmak ile bugünün sorunları karşısındaki etkinliliğini tartışmak iki ayrı olgudur. Bu yüzden kendi tarihsel kesitinde çok iyi olarak kabul gören bir yöntem bugün kendi yeterliliğini taşıma istidadını kaybetmiş olabilir, bu onun kötü bir yöntem oluşunu değil, tarihsel süreç içinde farklılaşmanın ve değişimin geldiği niteliği gösterir. Bu niteliği dikkate alarak yöntemleri tartışmak bizi doğruya taşıyacaktır.
Bir yöntemin insanın çok boyutluluğunu dikkate alarak kurgulanması elzemdir. Bu da insanın hangi dünya görüşü içinde tanımlandığı ile birebir ilişkili bir durumu işaret eder. Tabii ki insana dair farklı tanımlar söz konusudur. Bu tanımlar aynı zamanda hem farklı dünya görüşlerine hem de farklı yöntemlere aidiyeti içerir. İşte bu yüzden insanın tanımının en doğru yöntemini Ed Din olan İslam üzerinden yapmak ve bu tanıma uygun ve onu bütünlüğü içinde kuşatacak bir yöntemi inşa etmek kaçınılmaz olmalıdır. Bu tarihsel düşünce müktesebatı ile nasıl bir ilişki kurmamız gerektiğini de gündeme taşır. Yani bir yöntemi inşa ederken, mevcut tarihsel müktesebatı reddederek mi başlayacağız, yoksa onu yeni yöntemin en temel içeriği olarak yeniden düşünerek mi yola çıkacağız sorusuna cevap vererek başlangıç adımı atılmalıdır. Bu daha önceki konu ile ilgili iki yazımızda dikkat çektiğimiz gibi bir süreci dikkate alarak bin beş yüz yıllık İslami düşüncenin sahip olduğu epistemeyi devam ettirerek onun temel ilkelerini ve sahihliğini yeniden ortaya çıkartırken,  mevcut sorunları çözüme kavuşturmada müslümanca bir duyarlılığı da eklemleyerek yola çıkılmalıdır. Bu ikili tutum, sahih bir yöntemin olmazsa olmazıdır. İslam bu anlamı ile bilgiyi vahiy olarak eşitlemiştir. Bu bilginin uygulamada varlığının açığa çıkmasını ve bir olgu olarak öne çıkmasını ise sünnet ile eşitlemiştir. İşte bu vahiy/Kuran ve Sünnet İslami bir epistemenin temel ilkelerini ve üzerine bina edilecek zemini inşa etmektedir. Mesele bu iki temel ilkeden sahabe sonrası Müslümanların istifade ederken tarihsel seyri içinde farklı sorunlara farklı yaklaşımlar üzerinden farklı cevaplar üretmesidir. Burada asli olan o gün yapılanları bugün üzerinden eleştiriye tabi kılarak yanlış ve doğru arayışları yerine bu yöntemleri kullanırken neyi hedefledikleri ve hangi yöntem üzerinden sorunu çözüme kavuştururken neye dikkat kesildikleri kadar hangi ölçüleri kullandıklarını bilmek ve bugünün sorunlarını değerlendirirken onları dikkate alarak kendi akli muhakememizi yürütmektir.
Lafız- anlam ayrımları üzerinden koca bir mezhepler tarihi kurulmuştur. Dört mezhebin ve diğerlerinin de aslında bu anlam ve lafız farklılığı kadar örneğin, makasıt ve illet farklılığı da dikkate alınmıştır. Böylece bir soruna birden fazla cevap üretilebilinmiştir. Ama dönemsel olarak soru ve sorunlardaki farklılıklar aslında bu bakıştan birini ileri çıkarırken diğerini geride bırakmıştır. Bu da bize: Bugün bu meselede farklı davranmayı…  Geçmişin müktesebatından hareketle bu ayrımları insan teki ve insan toplumu ile örtüştürmeyi… O sorunun kaynağını doğru tespit etmeyi... O bakışı, tek, tek kullanmak yerine soru ve sorunların mahiyetine göre onlardan soru ve soruna denk düşen yöntemi kullanarak çözüme odaklanmayı daha sahici ve doğru görmektir. İnsan, sürekli bir gelişim dinamiğine sahiptir. Tarihte var olmuş herhangi bir şeyi olduğu gibi tekrar etmek yerine onu daha sahici ve sağlıklı bir zeminde yeniden inşa etmeye çalışmak daha makuldür.
Benzer bir durum aslında disiplinler içinde geçerlidir. Kelam, felsefe, fıkıh ve tasavvuf akımları, farklı cepheleri ile insana tekabül eden boyutlar taşımaktadırlar. Bir insan kendi derinliğini ve ahlaki gücünü kendi mistik tecrübesinden elde eder. Bu deneyimi ona sağlayacak şey ise irfan ekolü olarak tesmiye edilen sufi tecrübedir. Bir insan için totalde bir inanç manzumesi ve bunun bir düşünceye dönüşmesi bugün açısından kaçınılmazdır. İnsan, kendi inanç manzumelerini sistematik bir düşünceye dönüştürmeyi ise kelamdan elde etmektedir. Kelam, müminin inancını düşünce zemininde inşa eden ve bu konuda Kitap ve Sünneti önceleyen bir yaklaşımdır. Bugün buna olan ihtiyacı tartışmaya mahal yoktur zaten! İnsan sahip olduğu sistematik inancına dayalı düşünceyi bir başkasına da aktarabilmelidir. Yani müslüman olmayanlarla bir irtibat noktası ve kendi inancını ve düşüncesini başkası ile paylaşabilmeyi sağlayabilmelidir. Bu da felsefi yaklaşımı -burada felsefi yaklaşım derken, yunan felsefesini değil, bir düşünme diyalektiğine işaret edilmektedir- gerektirmektedir. Ama aynı zamanda bu insan, ilişkiler ağı içinde var olmaktadır. Günlük hayatının ritmini bu ilişkiler belirlemektedir. İşte bu ilişkiler ağını da fıkıh dediğimiz disiplin inşa etmektedir. Bu da bize hem Müslümanlarla ilişkimizde, hem diğerleri ile olan ilişkimizde ve hem de Allah ve tabiat ile ilişkimizde de  fıkhın belirleyiciliğini bu çerçeve içinde oluşturmalıyız. İşte bu dört bakışın tek bir yöntem üzerinden yeniden yorumlanarak tek bir insana hitap edecek düzeyde yeniden inşa edilmesi, içinde yaşadığımız bu çok fazla değişken ve dinamik yapıya cevap üretirken elimizi güçlendirmesi beklenebilir.
İşin en zor yanı ise alışkanlıkları terk etmeye davet etmektir. İnsanlar alışkanlıkları ile kendini var kılarken değişime zorlanmaktadır. Ama alttan alta da farkında olmadan sürekli bir değişime tabi kılındığını pek fark etmez! İşte bu fark edilmeyen değişimi durdurmak ve sahici bir zeminde yeniden kendini inşa edecek bir müslüman ferdin anatomisini yeniden yazmak için vazgeçilmez şart bu bütünlüğü sağlayacak bir yöntemi inşa etmekten geçiyor. Zor mu? Kolay olmadığı açık! Ama yapılmayacak bir şey de değil!
Lafız- anlam, makasıt- illet yöntemlerinde olduğu gibi kelam, tasavvuf, felsefe ve fıkıh gibi yöntemlerin gelişim dinamiklerini ve çözüm kabiliyetlerini dikkate alarak başlangıç adımı atılmalıdır. Bu yöntemlerin hangi durumda yenilenerek yorumlandığını, hangi zeminde çözüme dair yaklaşımların öne çıktığını dikkate alarak bugün onların sorun çözme tiplerini ele alarak yol alınmaya başlandığı zaman sorunu görme ve çözme kabiliyetini açığa çıkartacaktır. Aynı şey diğer akımlar içinde geçerlidir. Onları akım olma hüviyetleri bağlamında değil, insana tekabül ettikleri zemin üzerinden yeniden tanımlamalı ve insanın kendi bütünlüğünü inşa ederken onların hangi boyutta katkı sunacakları düşünülerek onları yeniden tanımlamanın imkânları aranmalıdır.
Meselenin zor olduğu bedihidir. Ancak içinde yaşadığımız dünyada müslüman olarak var olmanın zorluğu karşısında hafif kalacağı konusunda bir uzlaşı bulunabilir umudundayım…
Herhangi bir sorunun metafizik karşılığı ile inanca taalluk eden karşılığı veya ahlaki zemine yönelik işareti ile ilişkiye yönelik işareti arasında farklılıklar bulunabilir. Ama aynı kavramı bu farklılıklara yönelik olarak yeniden betimlemek mümkündür. Örneğin; güzel kavramının metafizik anlamı kadar, inanca taalluk eden anlamı farklıdır. Ayrıca güzelliğin sufi tecrübedeki ahlaki zemini ile fıkıhtaki ilişki ahlakına dair yaklaşımı da farklılık arz eder. Ama bu farklılıklar birbirinin muarızı değil, bilakis birbirini tamamlayan yaklaşımları işaret eder. İşte bu bütünlüğü sağlayarak farklı akımları tek bir bakış altında birleştirerek insanın çok katmanlı yapısına cevap üretilerek modern insanın içine düştüğü anlamsızlığı ve yabancılaşmayı çözüme kavuşturmak mümkün olabilir. Müslüman insanın hem dünyada ve hem de ahrette ilahi rızaya matuf bir yaşam sürerek ulaşmasını sağlama babında da zorunlu bir yaklaşım gibi durmaktadır. Başka çözümü olanları dinlemek de bir sorumluluktur. Ama hedef, sorunu çözme kabiliyeti ve bu konuda samimiyeti temel ilke olarak kabul ederek başlamaktır. Mutlaka bu konuda söz söyleyecek daha ehil insanlar vardır ve olacaktır da, onlardan beklentimizde bu konuda bir fikir teatisinde bulunmaya yönelmeleridir.
Bu konuda söylediklerimiz, elbette ki kendi okuma ve düşünme serüvenimizde ulaştığımız bir sonuçtur. Nihai olarak bu doğrudur anlamında değil, bir teklifi içermektedir. Yeni teklifleri değerlendirmek de gereklidir. Ancak her teklifin samimi bir çaba ve gayret üzerinden ele alınarak mevcut sorunların mahiyeti ve çözüme yönelik iddiasını dikkate alarak değerlendirmekte fayda vardır.
Allah kendi muradını en iyi bilendir.