Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Süleymani Yolu ve İpek Yolu

Cumhurbaşkanı’nın Rusya ziyaretinden günler önce ve Dışişleri Bakanı’nın Çin ziyaretinden günler sonra İran, Viyana'daki müzakerelerin sonucundan ziyade doğuya yönelme politikasını derinleştirmekle ilgileniyor gibi görünüyor. Bunun nedeni, ABD ile uzun süreli çatışmada sürekli yerinde sayma politikasını seçerse, Çin ve Rusya ile olan ilişkisini kendisini Güvenlik Konseyi'nde koruyacak bir kart olarak görmesi olabilir. Keza yaptırımları atlatmasına da yardımcı olacak bir kart. Tahran belki de şu anda kararlarını kontrol ettiği veya veto yetkisine sahip olduğu ülkeler ile Çin arasında zorunlu koridor rolünü oynamayı hedefliyor.
Moskova'da, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin 2001 yılında eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi tarafından 20 yıllığına imzalanan anlaşmanın yenilenmesiyle ilgilenmesi bekleniyor. Tahran'ın, özellikle Pekin ile açılan yeni sayfadan ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katıldıktan sonra, Moskova ile ilişkilerinde daha ileri gitmekle ilgilendiğini ima edenler de var.
İran'ı Rusya ve Çin ile birlikte bir üçgende konumlandırmak kolay değil. Her iki ülkenin de bölgede, bölgeye veya bazı bölümlerine giriş için zorunlu bir koridor olarak İran köprüsüne bağlı kalmalarını engelleyen büyük ve karmaşık hesapları var. Çin ve Rusya'nın Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve BAE ile ilişkilerinin basit bir incelemesi şu soruyu gündeme getirmeye yardımcı olacaktır: İran, değişmeden Çin ve Rusya ile daha ileri gidebilir mi? Soru, üç başkentteki üç mozoleyi hatırlatıyor.
Mesleğinin kendisine emperyal bir tarihin anılarının ya da geçmişte sahip olduklarının bir kısmını geri getirme kudretine sahip olduğunu tahayyül eden gelecek hayallerinin işkence ettiği üç başkentteki üç mozolenin önünde durma olanağı tanıdığı bir gazeteci neler hisseder? 
Moskova'da herhangi bir ziyaretçi Lenin’in mozolesini ziyaret edebilir. Onu görmek için sırada beklemek, bu dünyadan ayrılmış adamın rolünün devam ettiğini göstermez. Bu daha ziyade turistik bir meraktır. Ne var ki bu, emekli olmayı reddeden bir komünistin zamanın ihanetine uğrayan yoldaş için gözyaşı dökmesi ihtimalini ortadan kaldırmaz. Başka bir ziyaretçi ağlamak yerine teselli için nedenler arayabilir. Sözgelimi ülkenin artık emin ellerde olduğunu, Kremlin'deki karar alıcının ‘Sovyet’ eğilimli ve yönelimli olduğunu, zamanı geri döndürmek için elinden gelen her şeyi yaptığını söyleyebilir.
Tarafsız bir ziyaretçinin ise, geçen yüzyılın başlarını sarsan adamın gerçekten öldürüldüğünden emin olmak için hiçbir çabaya ihtiyacı yoktur. Lenin, varisi Mihail Gorbaçov pencereyi açmaya cesaret ettiğinde öldürüldü. Pencere açıldığında içeriye rüzgarlar doldu ve Sovyetler Birliği, Lenin’in Partisi, sözlüğünün, modelinin ve sınırlarının korunması yoldaş genel sekreterlere emanet edilen imparatorluk tamamen çöktü. Daha ileriye gitmek için hiçbir sebep yok. Vladimir Lenin tarihin bir sayfasından ibaret hale geldi. Şimdi, daha sonra Büyük Vladimir veya Korkunç Vladimir olarak adlandırılabilecek Vladimir Putin'in gölgesinde yaşıyoruz.
Pekin'de ziyaretçi ‘Büyük Kaptan’ Mao Zedong'un mozolesinin önünde durabilir. Çin, Sovyet tarzı bir çöküşten, Mao da Lenin'inki gibi ölümcül bir cezadan kurtuldu. Ama bu, Mao'nun ülkeyi mezarından yönettiği anlamına gelmiyor. İlerleme ve üretim hummasına yakalanmış bu kıtanın, kurucu lider günlerinde kale ve anahtar sayılan Kırmızı Kitap’ta yer alan eski reçetelerde hala direttiği anlamına da gelmiyor. Kırmızı Kitap resmi bir karar olmadan emekliliğe itildi. Yeni Çin'i engellemekten kaçınması karşılığında figüratif bir şekilde devam etmesine izin verildi.
Mozolenin sakinini ve ülkesini bir adam kurtardı. O da büyük liderin yoldaşı ve kurbanlar ile mezarlardan oluşan bir halkın doğuşuna neden olan zaaflarını ve maceralarını bilen Deng Şiaoping. Deng şeyleri kutsallaştırmayı ve putlarının önünde eğilmeyi reddetti. Çağı yakalamak, yoksulluk, açlık ve geri kalmışlıkla mücadele etmek gerekiyordu. Kedinin rengi önemli değildi, önemli olan fareleri yakalamasıydı. Zamana ayak uydurmak ve onu yakalamaya çalışmak gerekiyordu. Mao'nun ülkeyi mozolesinden yönetmesine izin vermeyecekti. Ölülerin yaşayanları yönetmesi imkansızdı. Deng ülkesini patlak veren yoksulluktan kurtardı. Devrimi, açlık tehdidi altındaki yüz milyonlarla kaçınılmaz bir çatışmadan kurtardı. Büyük Mao, artık sadece tarihin bir sayfası. Şimdi ülke, parti ve dev fabrika, olur da aklına Kırmızı Kitap’ı açmak gelirse, istediğini silme ve düzeltmeye hakkı olan yeni bir liderin gözetiminde.
Tahran'daki Humeyni'nin türbesinin önünde durduğunda ise gazeteci farklı duygular hisseder. Elbette, Humeyni Devriminin Mao ve Lenin'e yol gösterenden tamamen farklı bir sözlükten geldiğini belirtmek gerekir. Kendisine karşı gelenleri kafirlik, sapkınlık veya mürtedlikle suçlayan bir sözlükten geliyor ve bu tür suçlamaların cezaları malum. İran devrimi şu anda 40’lı yaşlarında ve Dini Lider devrim kıvılcımını canlı tutan ve ona herhangi bir değişiklik veya dönüşüm olmadan benzer on yıllar boyunca yaşama sözü veren muhafız rolü oynuyor. Dini Lider, politikaları gözden geçirmekten ziyade, yaptırımları iptal etmekle ilgileniyor gibi görünüyor.
Humeyni Tahran’ında Gorbaçov veya benzeri bir şahsiyet görülmedi. Dahası, tecrübeler, asıl kararın Dini Liderin ofisinde alındığını, bazı Devrim Muhafızları komutanlarının birbirini takip eden cumhurbaşkanlarının gülümsemelerinden veya otoritelerinden daha değişmez ve köklü olduğunu gösterdi. İran’dan ne bir Gorbaçov ne de bir Deng çıkmadı. İranlı yetkililerin açıklamaları, modernleşme ve değişen dünya ile uzlaşma ihtiyacına dair bir anlayışa sahip olduklarını göstermiyor.
İran reaktörünün hala aynı radyasyonu yaydığı söylenebilir. Bölge halkı İran'ın bölgedeki politikasını ‘Devrimi İhraç Etme’ başlığı ile özetliyor. Bu izlenim, General Kasım Süleymani’nin Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de öncülük ettiği 4 darbeye dayanıyor. Darbeler, haritaların parçalanmasına, çatışmaların derinleşmesine ve yenilerinin patlak vermesine yol açtı. Ama bu darbelerin sahneleri, istikrar ve refaha kapı aralayan bir zafer deneyimine tanık olmadı. Devrimi ihraç etme politikasının gerçekleştirdiği şey, Tahran'ın onu yönetme veya sindirme yeteneğini sanki aşıyor.
Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın birkaç gün önce Pekin'e yaptığı ziyaretle, 25 yıllık bir dönem için imzalanan kapsamlı stratejik iş birliği anlaşmasının yürürlüğe girdiği resmi bir şekilde duyuruldu. 400 milyar dolarlık yatırımdan, demiryolları, limanlar, ekonomi, turizm, kalkınma ve savunma iş birliğinden bahsediyoruz. Bu, İran'ın çıkarlarını Pakistan koridoruna bağlamayı da gerektiren ‘Kuşak ve Yol’ girişimi için yeni bir ivme.
İran, hiç değişmeden Çin’in bu şantiyesine tamamen katılabilir mi? Bir yanardağının ağzında bir yatırım şantiyesi oluşturmak mümkün mü? İran, aynı anda hem Süleymani'nin yolunu hem de İpek Yolu’nu izleyebilir mi? Tahran'ın Rus ve Çin mozolelerinden çıkaracağı dersler yok mu?