Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

BAE ve Husiler: Uluslararası başarılar

Suudi Arabistan ve BAE vatandaşları ile sakinleri, iki ülkenin Yemen'de bir savaş verdiğini hissetmiyorlar. Bunun çeşitli nedenleri var ve en önemlisi iki ülkenin ve onları birbirine bağlayan koalisyonun gücü, iki ülkenin tanık olduğu istisnai gelişmenin şahidi olduğu siyasi ve ekonomik zaferleri her daim takip eden askeri zaferlerdir.
BAE'ye yönelik Husi saldırısı aptalcaydı, ancak beklendikti. BAE'nin saldırıyı ele alış şeklinden buna tamamen hazır olduğu açıkça ortaya çıktı. Saldırıyla hızlı ve profesyonelce başa çıkıldı. Bunu kapsamlı ve etkili siyasi ve diplomatik eylemler izledi. Bu eylemleri de Arap Koalisyonu kapsamında Husilerin anladığı tek dil gibi görünen askeri harekât izleyecektir.
BAE’nin saldırıyla başa çıkma konusundaki hızlı ve profesyonel eylemlerin detayları medyada yer aldı. BAE, 15 üyesiyle BM Güvenlik Konseyi'nden Husilerin ‘terör’ saldırısını ‘oybirliğiyle’ ve en güçlü ifadelerle kınama kararının çıkmasını sağlamayı başardı. Oybirliğiyle ve en açık ifadelerle bir kararın çıkmasını sağlama başarısı, diplomatik ve siyasi bir başarıdır. Arap Birliği Konseyi de benzer bir kınama kararı almak için Pazar günü bir toplantı yapacak. Körfez, Arap, bölgesel ve uluslararası düzeylerde ülkeler, örgütler ve sembollerden gelen kınama seli devam ediyor. Savaşlar kaba güçten önce akılla kazanılır.
Suudi Arabistan, açık pratik nedenlerle BAE'nin pozisyonunu destekleyen en güçlü ülkeydi. Bu nedenlerden biri, Suudi Arabistan’ın Husi milislerinin terör saldırılarından en çok etkilenen ülke olmasıdır. BAE, Suudi Arabistan’ın bölgedeki ve özellikle Yemen'deki krizle sadece siyasi ve ekonomik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da yüzleşme konusunda en güçlü müttefikidir. Son 10 yılda Arap ülkelerinin tüm başarılarını toplayan muzaffer Suudi Arabistan-BAE ittifakıdır.
İttifakların devletlerin zayıflığının bir göstergesi olduğunu düşünenler veya ittifakları hedef almak için anlaşmazlıklar ve açıklar arayanlar siyasetten anlamıyorlar. Bunlar -kasıtlı olsun ya da olmasın- sadece Husilerin, İran rejiminin ve bölgedeki ideolojik müttefiklerinin ajandasına hizmet ediyorlar. Suudi Arabistan Savunma Bakan Yardımcısı Prens Halid bin Selman, saldırının ardından Twitter hesabından şunları yazdı: "Bugün Husi milislerinin Suudi Arabistan ve kardeş Birleşik Arap Emirlikleri'ne saldırıları, ülkelerimizin ve tüm bölgenin güvenliği için bir tehdit oluşturuyor. Husi milislerinin önündeki yollar belliydi ve görüldüğü gibi tırmandırma yolunu seçtiler. Yemen'in geleceği ile oynamalarının, uzlaşmazlıklarının ve komşu ülkelere yönelik saldırılarının sonuçlarına tek başlarına katlanacaklar.” Davanın adil oluşu, çıkarların ve ilişkilerin gücü, Suudi Arabistan-BAE ittifakının derinliği, tüm bunlar ABD'nin Husi saldırılarını kınamak için Güvenlik Konseyi'nde Çin ve Rusya ile anlaşmaya varmasının doğrudan bir nedeniydi. Bunun doğal sonucu, bu sınıflandırmanın iptal edilmesi gibi tarihi bir hatadan sonra Husi milislerinin yeniden terörist olarak sınıflandırılmasıdır.
Ülkelerin tepkileri ne duygusal ne de reaksiyonel değildi, aksine dikkatli bir planlama ve etki stratejisi kapsamında verilmiş tepkilerdi. Bir sonraki aşamada Yemen'de olacak olan da budur. Bu terörist milis grubu, Yemen'in, halkının ve bizzat kendisinin çıkarlarının aleyhine olan İran rejiminin ajandasına hizmet etmek konusunda çok ileri gittiğini keşfedecektir. Karar alma yetisini kaybeden, kendisine zarar verse de büyük düşmanların ajandalarını gerçekleştiren küçük bir takipçiye dönüşür.
Husi milislerinin Abu Dabi'ye saldırma nedenlerinden biri, Arap Koalisyonu tarafından başlatılan "Mutlu Yemen'in Özgürlüğü" operasyonunda sahada elde edilen başarılar ile Amalika (Devler) Tugayının başarılarıdır. Bu saldırı, hiciv anlamında değil, pratik politik anlamda ‘aptallığa’ ve ‘ahmaklığa’ işaret eden bir saldırıdır. Dolayısıyla bu başarılar katlanacak ve Arap İttifakı tarafından korunacak, desteklenecek, pekiştirilecektir. İttifak onu sırtından bıçaklama girişimlerinin önüne geçecektir. Bir yöntem, düşünce ve vizyon olarak mezhepçilik kabul edilemez. Mezhepçilik İran rejiminin Arap ülkelerinde kaos istikrarını yaymakta kullandığı silahtır. Husi milislerinin Yemen'de yaptığı tek şey mezhepçiliktir. Bu anlaşılması ve ele alınması gereken gerçek bir veridir. Ama bununla mücadelede karşıt bir mezhepçiliğin arkasından sürüklenmek yerine çatışma iyi yönetilmelidir. Yemen'in ‘Selefileri’, Husi milislerini iyi bilirler ve onlarla yüzleşmeyi engelleyen veya sıcak çatışmalara farklı siyasi hesaplar dayatan ideolojik veya köktendinci ortak yönleri yoktur.
BAE ve Suudi Arabistan her zaman meşru ‘kendini savunma’ ve ‘saldırganlığa karşılık verme’ haklarını vurguladılar. Tüm dünya da bu terörist milislerin pusulalarını kaybettiklerini, tüm çözümleri ve siyasi girişimleri reddettiklerini, Yemen halkına, komşu ülkeler Suudi Arabistan ve BAE, uluslararası seyrüsefer, küresel barış ve güvenliğe karşı daha saldırgan olmak için tüm uluslararası girişimlerden ve anlaşmalardan yararlandıklarından emin oldu.
Silah, füze, insansız hava araçları, eğitim, planlama ve operasyonlarla askeri destek, çoğunlukla deniz ve özellikle Kızıldeniz limanları üzerinden Husilere ulaşıyor. Husi milisler de korsan saldırıları için bu limanları kullanıyor. Stockholm Anlaşması bir çözüm olmak yerine Husi milislerinin suçlarının devamı için bir kılıf oluşturdu. Yemen limanları tamamen Yemen meşruiyeti ve Yemen devletinin kontrolüne geçmedikçe, Husi milislerinin kaçırma ve suç dizisi devam edecektir.
Batılıların Husi milisleri ile olan ilişkilerindeki kafa karışıklığının nedeni, İran rejimiyle ilişkilerindeki kafa karışıklığıdır. Batılı ülkelerin Viyana'da nükleer anlaşmaya dönmesi için İran'a canla başla yalvarması, İran'ı Arap ülkelerine karşı düşmanca politikalarında ısrar etmeye teşvik etti. Batılı karar vericiler, Arap ülkelerinin kendilerini, halklarını ve çıkarlarını çeşitli yol ve yöntemlerle savunmayacağını düşünüyorlarsa çok yanılıyor. Arap ülkeleri egemenliklerini, istikrarlarını ve geleceklerini korumak için kimseyi beklemeyecektir.
Batılı ülkelerin özellikle İran'a karşı izledikleri ‘memnun etme’ dalgasıyla birlikte Batı'nın İran'ın bölgedeki saldırgan stratejisini kınamasının pek bir faydası yoktur. Batılıların Lübnanlı Hizbullah ile ilişkileri buna en iyi örnektir. Terör örgütü olarak sınıflandırmakta gecikilmesi ve bu konuda gösterilen aşırı yavaşlık, Hizbullah’ın Lübnan devletini başarısızlaştırmasına, Lübnan'ın her düzeyde İran devriminin ihracatı için önemli bir kaynağa dönüşmesine yol açtı. Ne Suudi Arabistan ne de BAE, kardeş ve komşu Yemen'in İran'ın Körfez ülkelerine yönelik yayılmacı ve yıkıcı stratejisi için bir hareket ​​noktası haline getirilmesine izin vermeyecektir.
BM Güvenlik Konseyi'nin saldırıyı kınayan bildirisinde tam olarak şu ibareler yer aldı: “Bu menfur terör eylemlerini planlayan, finanse eden, destekleyen ve gerçekleştirenlere karşı adaletin sağlanmasının önemi vurgulanmalıdır. Güvenlik Konseyi, uluslararası yükümlülüklerine uygun olarak tüm ülkeleri failleri cezalandırmak için BAE ile iş birliği yapmaya çağırmaktadır.” Yine metne göre kınama, Abu Dabi ve Suudi Arabistan'ın diğer bölgelerine yönelik saldırıları da kapsıyor. Bu, uluslararası hukukun yanı sıra akıl ve mantığın da dışına çıkan Husi ihlalleriyle başa çıkmak konusunda yeni bir uluslararası dayanaktır.
Son olarak; BAE ve Suudi Arabistan'a yönelik Husi saldırılarını kınama konusundaki geniş çaplı uluslararası seferberlik, iki ülkenin Yemen'deki krizi sona erdirme, Yemen devletinin restorasyonu, Körfez ülkelerindeki kardeşlerinin sahip olduğu istikrar ve refahın tadını çıkarabilmesi için Yemen halkının Körfez İşbirliği Konseyi’ne (KİK) dahil edilmesi çabalarını desteklemek konusunda önemli bir başarı teşkil ediyor.