Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Araplar yol ayrımında

Geçen yıl Kasım ayında, BAE Siyaset Merkezi tarafından düzenlenen "Arap Stratejik Konferansı"na katılma onurunu yaşadım. Konferansta yaptığım konuşmada, tüm Araplara artık kendilerinden başka bir güçleri olmadığı yönünde doğrudan bir çağrıda bulundum. Bu çağrıyı yaparken, Endülüs'ün fethinde, Tarık bin Ziyad’ın askerlerine, düşmanın önlerinde denizin arkalarında olduğunu, sabır ve savaşmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey olmadığı şeklindeki sözleri aklımdaydı.
Arapların bugünden farklı bir zamanda ve dünyada ancak her durumda, seçimlerin önemli, sonuçlarının tarihsel olduğu kritik bir anı temsil eden bu yol ayrımında durmalarının üzerinden yüzyıllar geçti. Kısa bir süre önce Abu Dabi Uluslararası Havalimanı'na füzelerle saldırı düzenlendi ve bu iki kez tekrarlandı. Birkaç gün önce Bağdat Uluslararası Havalimanı'na benzer bir saldırı gerçekleşti. Kısa bir süre önce de, BAE'nin Füceyre Limanı ile Körfez sularındaki gemi ve tankerlerine saldırı düzenlenmişti. Bunlardan önce ve sonra, Aramco'nun petrol pompa istasyonları ve Suudi Arabistan’ın Abha Havaalanı periyodik olarak füze saldırılarının hedefi oldu. İran her zaman Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen topraklarını ihlal ediyor ve bu ihlalin kalbinde Tahran destekçileri ve takipçileri var. Bu kişiler onlardan önce birçok kişinin oynadığı rolü oynuyorlar. "Direniş" kisvesi altında Arap bölgesi ülkelerini tahrip ediyor, öldürüyor ve güvenliklerini bozuyorlar.
Durum ciddi ve önemli, daha önce ve birden fazla açıdan konuşuldu ve bölgeden “Amerikan çıkışı”nın gerçekleştiği anda tırmandı. ABD’nin bölgeden çıkışını Avrupa'daki kafa karışıklığı, Washington'da büyük bir iç anarşi, İngiliz tökezlemesi, Ukrayna sorununun patlak vermesi, ardından birçok Arap bölgesine ateşten mesajların gelmesinin yanı sıra Nil sularının kontrolüyle ilgili skandal duyurular takip etti. Tüm bunlar yapılması gereken büyük ve ciddi seçimlere kapı aralıyor. Zaman artık ne Mısır liderliğinin, ne “Suudi Arabistan dönemi”nin, ne de “Körfez anı”nın zamanı değil, bölgesel güçlerin Arapların kanını, sularını ve hayatlarının istikrarını bozmayı mubah gördükleri bir zamandır. Sorunların kökenine dönersek kendisi iyi bilinmektedir ve başlangıcı Arap Baharı olarak adlandırılan büyük stratejik dengesizliktir. O zamandan beri bölgesel güçler - İran ve Türkiye - ayrıntılarını artık bildiğimiz çeşitli yollarla Arap bölgelerini delip geçme fırsatı buldular. Ama neyse ki, 2015'ten bu yana, büyük Arap ülkelerinde ilk olarak geriye gitmenin artık ne mümkün ne zorunlu olmadığı ilk kez netleşti. İkincisi, kapsamlı ve eksiksiz reformun, iktidarın ana unsurlarının 2030 vizyonları olarak bilinen en geniş ölçekte inşa edilmesinin gerekliliği kesinleşti. Son beş yılın sonuçları, yüksek büyüme oranları, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve küresel güç düzenlemesinde liderlik arayışı ile umut vericidir. Tüm bunlar Yemen'deki savaş devam ederken, Suriye'deki savaşın alevleri sönmemişken, Libya'da çatışma patlamanın eşiğindeyken, Tunus ve Sudan, hem kaosa hem de dini faşizme karşı bir direniş hali yaşarken gerçekleşti.
Reform ve ona eşlik eden bölgesel düzeydeki “ateşkes” arasındaki bu ayırıcı çizgide dururken, ne bir esinti ne de bir çiçek getirmeyen bahardan kalan istikrarsızlık durumunda iken son dönemde şahit olduğumuz ateş hatları geldi. Özellikle İran, nükleer konuda Washington ile anlaşma yolunda olduğunu ve karşılığında yaptırımların ve bununla birlikte tüm diğer meselelerin rafa kaldırılmasını sağlayacağını biliyor. Müzakereler başlamadan önce ilgili Arap ülkelerini müzakerelerin dışında tutmak yönünde bir İran ısrarı vardı. Bu ısrar ABD tarafından da kabul edildi, çünkü iki taraf da sınırlı bir anlaşma istiyordu. Zira Tahran anlaşmadan sonra bölgede tek olmak istiyor. Fırlatılan füzeler, şimdiden bölgesel kontrol hakkını teyit etmek içindi. Avrupa'da olup bitenlerden ürken Washington'a gelince, Ortadoğu'ya bir kez daha dönmek istemiyor ve önünde Kongre ara seçimleri olduğu için düşünme yetisi büyük olasılıkla felç olmuş durumda. Türkiye, Arap ülkeleriyle diyalogda bir sakınca görmezken, topraklarını muhaliflerin ve Müslüman Kardeşlerin konferanslarına açıyor. Suriye'deki işgalini sürdürüyor, Libya'daki müzakereleri bozuyor ve zaman zaman Irak topraklarını vuruyor.
Pek çok kişi bu satırların yazarının tutumunun askeri müdahaleye karşı ve "stratejik gizlilik" adını verdiği şeyin güçlü bir destekçisi olduğunu biliyor. Stratejik gizlilik, Türk tarafının çeşitli komploları ve su haklarına yönelik açık bir saldırıyla karşı karşıya olan Mısır örneğinde olduğu gibi, kesintisiz güç unsurları inşa etme sürecine dayanıyor. Bununla birlikte, önemli stratejik konulara ilişkin tartışmalar sadece askeri alanda değil, öncelikle siyasi alanda döner. Ardından diplomasi, birçok ekonomik enstrüman, akıllı ve yumuşak güç unsurları gelir. Bu tür stratejik ve taktik kararlar, analistlerin, gözlemcilerin ve strateji uzmanlarının değil, ülkelerin liderlerinin ve temel kurumlarının elindedir. Geçtiğimiz on yıl boyunca, tarih konusunda uzman görüşler, bölgenin, bir Arap Concert of Power’a (Güç Birliği)  şiddetle ihtiyacı olduğunu ifade etti. Bu güç birliği Arapları bölgede stratejik dengeyi sağlamaya, siyasi istikrara ve ekonomik kalkınmaya yönlendirecektir. Bir zamanlar, "Dörtlü İttifak" adı verilen olgu bunu en azından biçimsel olarak temsil ediyordu ama özellikle "el-Ula" Deklarasyonu’ndan sonra Arap ortamını iyileştirme ve ateşkes için diplomatik kapıları aralamak onun misyonunun yerini aldı.
Bana göre artık bu ittifakı -Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn- yeniden diriltmeye gerek yok ve bu seferki misyon uzlaşma ve sükûnet değil, saldırgan bir gerçekliğin stratejik yönetimi olmalı. Bu, savaş veya askeri çatışma çağrısından ziyade rakiplerin davranışlarını etkilemek, devam eden reform süreçlerini saldırganlıktan korumak, bir bütün olarak stratejik operasyonlar sahnesinin gerçekliğini özümsemek için çeşitli güç araçlarını kullanmaya yönelik bir çağrı. Bu bağlamda, Arap dünyasının diğerlerinin düşündüğü kadar zayıf olmadığı ve bu diğerlerinin de istedikleri gibi at koşturacak ve vuracak büyük ölçekli bir güç sahibi olmadıkları temelinde pek çok mesaj gönderilebilir. Her halükarda, dünya geniş ve büyük, Arapların onlara sebat ve kazanma gücü verecek ekonomik ve insani güçleri, pazarları var. Bunu başarmak strateji ve taktik, bazen sabırlı olma erdemini, bazen de cesareti ve önceliklerin belirlenmesini içerir. Ancak öncelikler ilgili ülkelerin kurumları aracılığıyla belirlenmeli. Aydınların ve strateji uzmanlarının misyonu ise, desteklemek, rakipleri incelemek ve kapasiteleri, güçleri ve önceliklerini gözden geçirmektir.
Daha önce var olan Dörtlü İttifak'a, küçük bir grup siyasi ve stratejik çalışma merkezinden oluşan bir başka ittifak katılabilir. Bu ittifak gayretle ve ciddiyetle çalışıp, liderlerin önüne ihtiyaç duyduklarını, Arap kitlelerinin önüne de sadece ittifakın temel direklerini değil, Arap olan herkesi etkileyen tehditler ve tehlikeleri koyabilir. Uzak ve yakın herkes, Arap havalimanlarının sahip olduğu güvenliği, binlerce yıldır Arapların olan suyu kimsenin çalamayacağını, Arap ulus devletinin bu aşamanın cisim bulmuş hali oldğunu, kaosun sonuna gelindiğini bilmeli. Bütün bu misyonları tek başına bir Arap ülkesi yerine getiremez. O kadar ağırlar ki hiçbir ülke tek başına taşıyamaz. Sahip oldukları tarihsel önem, mevcut yol ayrımını kaçınılmaz kılıyor ve gerekenin yolu seçme cesaretini göstermek olduğuna inandırıyor.