Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Dayanıklı kalkınma

Kalkınma saplantısının genel olarak ülkeler ve toplumlar için yeni bir şey olmadığında şüphe yok.
Modern çağa baktığımızda bile bilim insanlarının farklı kalkınma teorileri ortaya koyduklarını göreceğiz.
Teoriler geliştirmek amacıyla gelişimsel deneyim derslerinden de yararlanıldı. Bu noktada kalkınmanın sektörel boyutu, sınırlarını ve bir sektörün yerine başka bir sektör sunmanın doğru bir seçenek olmadığını hızla kanıtladı.
Geçen yüzyılın ortalarında toplumsal kalkınmanın en öncelikli olduğuna ve siyasi kalkınmanın ve demokrasi uygulamasının, devletin toplumsal reform alanında temel adımlar atmasının ardından sonradan gelen bir düşünce olduğuna inanılıyordu. Ancak deneyimlerin birikiminden sonra kalkınma sürecinin tüm boyutlarını dikkate alan kapsamlı bir kalkınmanın oluşturulması, yani paralel olarak çok sektörlü bir yaklaşımın benimsenmesi gerekliliğini ortaya koyan kalkınma teorisi ortaya çıktı.
Peki o halde yeni olan ne?
Bugün yeni olan, kapsamlı kalkınmayı fikirlere veya bir fikre bağlamaktır ancak bu yoğun, karmaşık ve zengin bir fikirdir.
Uzmanlar artık, kararlı bir kalkınma ve bunun, kararlılık fikri arasındaki güçlü bağlantıda ne anlama geldiği hakkında konuşuyorlar.
Bu bağlantı, dünyadaki iklim değişikliklerinin ve açıklanamayan etkilerinin doğrulanmasıyla başladı.
Paris Anlaşması, büyük uluslararası toplantı ve iklim değişikliği konusunun daha ciddi ve zorunlu bir yön aldığı söylenebilir.
Ortaya çıkan koşul, iklim değişikliklerinin toprağa, tarıma, su rezervlerine ve genel olarak sağlığa ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.
Tek başına kararlılık fikrinde durmanın, başlı başına bir gözlem birikiminin ve uzun süreli düşünmenin sonucu olduğu açık. Gereken şey, gerektiğinde kararlı kalkınmayı benimsemektir. Örneğin, sıcaklık artışına, su kıtlığına, sellere ve kuraklıklara neden olan sera gazlarının ortaya çıkmasına yol açan iklim etkilerinin, yani hem görünen hem de görünmeyen doğal afetlere karşı direncin yansımalarını ele alıyoruz. Kuraklık ve sel felaketleri görünür afetler ise su kıtlığı kendini kolay kolay belli etmez.
Bugün dünya, gerçek bir su krizini biliyor. Su yoksulluğu altında sınıflandırılan ülkeler mevcut.
Bu da tarım ve sağlık üzerinde olumsuz ve acı verici gölgeler yaratıyor. Yıllardır uzmanlar, insanlık için bir sonraki savaşın su için olacağını ilan ediyor. Bu, ilk başlarda ciddiye alınmayan bir ilan. Zira savaşlar, birincil kaynaklar yüzünden yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.
Aslında üst üste üç yıldır dünyayı kasıp kavuran korona pandemisinin kendisi de milyonlarca insanın hayatına mal olan bir doğal afettir. Zira ekonomileri ve yatırımları nasıl etkilediğini gördük. Onlarca yıldır yüksek olan cehalet oranlarından ve sağlığın az gelişmişliğinden, ayrıca savaş ve gerginliklerden etkilenen kalkınmanın, şu an doğayla bir savaşta olduğunu gösteren şey, üzerinde düşünmeye ve dikkate değer bir şeydir. Bu nedenle kalkınmanın krizlerde ve etkilerinin derinliğinde kesintiye uğramadan ve şiddetlenmeden devam edebilmesi için kararlılık göstermek ve bileşenlerine sahip olmak gerekir.
Dayanıklı kalkınma, çeşitli ve farklı savunma silahları taşıyan ve uygun kriz için uygun silahın kullanıldığı bir kalkınmadır. Bugün tüm planı iklim etkilerine bağlamadan ve eski seçeneklerin bazılarını daha dayanıklı olan diğer seçeneklere yönlendirmeden kalkınma planları ortaya koymak, program kredileri hazırlamak ve büyük projeleri onaylamak mümkün değildir. Tarımda diğerlerinden daha fazla suya ihtiyaç duyan ürünler var. Aynı şekilde son yıllarda tanık olduğumuz gibi iklim değişikliğinin en önemli tezahürlerinden biri olan seller, mağdurların hayatlarını karıştırmıştır.
Bu açıdan bakıldığında her ülkenin bu kalkınmaya ihtiyacı var. Bu kalkınma, kalkınma programı belirlenirken, dayanma kabiliyetine, yani bugün dünyadaki herhangi bir kalkınma eylemine eşlik etmesi gereken bir kapasiteye sahip olmayı gerekli kılıyor. Zira doğa, ‘modern insanın onu bilimle ehlileştirmeyi başardığına inanmasından sonra’, gizemini ve öfkesini büyük ölçüde yeniden kazanacak şekilde sürekli değişiyor.
İklim değişimi, kendi içinde bugün insanlık için bir ikilem teşkil ediyor ve bu değişiklikler, her düzeyde giderek daha fazla ortaya çıkmaya ve hissedilmeye başlanıyor. Çünkü amaçlanan dayanıklılık aynı zamanda gelişimsel, sağlıklı ve psikolojik olarak çok boyutludur.
Tabi ki kararlılığın da yeryüzündeki insanların kaderi olduğunu söylemekten asla geri duramayız.
Zira yeryüzü, sanki insanlar doğanın acımasızlığını yaşayabilsin ve onunla olan ilişkisini, ancak sürekli bir teyakkuz durumunun sonucunda temkinli bir kararlılıkla yeniden kurabilsin diye başladığı noktaya dönüyormuş gibi.