Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Kuruluş Günü ve tarihin hakkı

Suudi Arabistan şehirlerinin pazarlarında, 1727'de ilk Suudi Arabistan devletinin kuruluşu sırasında Arap Yarımadası halkının giydiği geleneksel giysiler neredeyse tükendi. Haftalardır herkes, 22 Şubat'a denk gelen Kuruluş Gününü kutlamaya hazırlanıyor. Suudi Arabistan vatandaşlarının bu kıyafetleri edinme yarışı, pazarlarda fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Ama buna rağmen talep yüksek kaldı. Bu günle ilgili kutlamalar tüm kamu ve özel kurumlara uzandı, ama en önemlisi geniş halk ilgisidir.
Avrupa krallıkları ve Japon İmparatorluğu gibi uzun bir geçmişe sahip tüm ülkeler, özellikle genç nesiller için, tarihlerini belgelemeye büyük önem verirler. Çünkü ülkelerinin köklerinin ne kadar dallanmış olduğunu hissetmek onlara güven, güç ve gurur verir. Bu duygular, ulusal kimliğin şekillenmesinde ve aidiyetin güçlendirilmesinde önemli bir rol oynar.
Birinci, ikinci ve üçüncüsü ile Suudi Arabistan devleti tarihinin üç aşamasını Necd bölgesinden, çeşitli Arap uyruklardan ve Batılı oryantalistlerden pek çok tarihçi ele aldı. Büyük isimler, üç aşaması ile Suudi Arabistan devletinin gelişimini büyük ölçüde etkileyen 300 yıllık yerel, bölgesel ve küresel olayların, araştırmacıların araştırma, analiz ve aktarım merakını uyandıran verimli bir tarihi materyal olduğu sonucuna ulaştı. Ancak, bilimsel aktarıma sadık kalmaya önem verseler de tüm tarihçilerin aynı dikkat ve dakikliğe sahip olmadıklarını, hangi konuma ulaşmış olurlarsa olsunlar çaba ve gayrette eşit olmadıklarını söylemeye gerek yok. Bu 3 yüzyıllık heyecan verici ve etkili olaylar, bilimsel sadakatin ötesinde sosyal ve ekonomik çevresel koşullar kadar bölgesel ve küresel siyasi değişimlerin yansımalarının da anlaşılmasını gerektirir.
Kuruluş Günü’nün birinci yıl dönümünde söylenebilecek üç önemli husus var: Birincisi, bu tarihi soyut bir şekilde belgelemenin önemi, saf nesnellik, o zamanın şartlarına uymayan hataların ve tarihçilerin içtihatlarından doğan çelişkilerin elenmesidir. Bu belgeleme, bilgisi ve dürüstlüğü ile tanınan uzmanların görevidir. Araştırılmayan hiçbir dönem ihmal edilmemelidir. Tıpkı Prens Muhammed bin Suud'un eliyle devletin kuruluşunun ilk gününden, siyasi ve askeri hamlelerinin başlangıcından, yönetimini Diriye'den komşu bölgelere genişletmek için harekete geçmesinden itibaren Necd bölgesinin yaşadığı dönem gibi. Keza Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab’ın davetinden 17 yıl önce Prens Muhammed’in coğrafi bölgeleri başkentine ilhak etme arzusuyla birlikte yol haritasını çizen önemli olayların araştırılması da ihmal edilmemeli.
Necd bölgesinin o dönemde toplumun en büyük ikilemini, yani güvenlik eksikliğini çözebilecek güçlü adamlara sahip güçlü bir lidere ihtiyacı vardı. Kabilelerin birbirlerine saldırmaları, yolculukları tehlikeli hale getiren yağma ve öldürme eylemleri, ticaret hatlarını etkilemişti. Güvenlik yoktu çünkü her belde veya kabile bağımsız yaşıyor ve kendi kendini yönetiyordu, hakim gelenek bağımsız yönetimlerdi. Prens Muhammed bin Suud'un o dönemde yakın ve uzaktaki beldeleri ilhak etme girişimi, dini değil siyasi anlamda birleşmeyi, güvenliği yayan, insanların hayatlarını ve geçimlerini koruyan rasyonel bir liderin yönetimi altında birleştirmeyi amaçlıyordu. Arap Yarımadası'nda güvenlik eksikliği, sosyal ve ekonomik hayata yönelik başat tehditti. Kaldıki tarihte güvenliği dayatan bir siyasi liderlik olmadan yaşayabilen tek bir coğrafi bölge yoktur.
Bugün hatırlamamız gereken ikinci husus, saygın bir kurumun çatısı altında değilse, bireysel yargıların artık pek bir faydasının olmadığıdır. Bu anlamda, tarih araştırmaları alanında üyeleri her ülkeden uzmanlar olan uluslararası dernekler vardır. Bu dernekler, itibarlarını korumaya önem verdikleri ve büyük rollerinin farkında oldukları için son derece ölçülü ve sağlamdır. Yabancı araştırmacıların tarihimizle ilgili okumalara katılmaları, bu tarihin birçoğu için temsil ettiği bilimsel değer ve araştırma açısından taşıdığı önem göz önüne alındığında, onlarla belge ve inceleme paylaşımı önemlidir. Çünkü yabancı tarihçilerin araştırma ve incelemelerden dışlanmaları ve uzak tutulmaları, devletin bugününü okurken önemli gerçekleri de dışlar.
Hatırlamamız gereken üçüncü ve son husus, ulusal tarihin seçkinler için değil, sıradan insanlar için olduğudur. Toplumdaki her bireyin köklerini bilmesi için ilgili tüm tarafların çabalarını birleştirmeleri gerekir, bu görevden sorumlu en önemli organ ise eğitimdir. Okul öğrencileri için tarih müfredatının gözden geçirilmesi bir zorunluluktur, çünkü mevcut olan ne inandırıcı ne de adildir. Eğitimin ilk aşamalarında, bir öğrencinin ihtiyaç duyduğu tek şey, ayrıntılarda boğulmadan temel genellemeleri anlamaktır. Eğitimin daha sonraki aşamalarında ise yeterli bir resim oluşana kadar kendisine verilen bilgi dozları yükseltilir. Üniversiteler düzeyinde, tarih okuyanlar dışında bu konuda tam anlamıyla anlaşılmaz bir eğitim eksikliği söz konusudur. Bu da ele alınması gereken önemli bir eksikliktir.
Son söz; amaç, nesillerin atalarının tarihini hafızalarında değil, vicdanlarında yaşatmasıdır.