Abdulaziz Tantik
TT

İslam: İkili gerçekliğe sahiptir…

İslam, dünya ve ahiret gerçekliğini bir denge üzerine kurmuş ender bir düşünce sistematiğini içerir. Bütün kültürlerde birer tane temel gerçeklik zemini vardır. Örneğin; Hint, Çin vesaire gibi kültürler, sadece ruhçu bir medeniyeti temsil ederler, ama Yunan ve Yahudi kültürü ise maddi olanı önceler. Bu yüzden tek gerçeklik, İslam; ilahi din hariç neredeyse tek biçim olarak öne çıkmaktadır. Bu da İslam’ın bu ikili gerçeği ile hem hayatın temel göstereni ve hem de insanın üzerine bina edildiği temel zemini görmemiz açısından zorunlu bir bakışı gösterir.
Her düşünce, kültür ve medeniyet, kendi tarihsel sürekliliği içinde farklılaşma ve değişime uğramayı içerecektir. Bu değişim, genel itibarı ile olumsuzluğa doğru, yani indirgemeye yönelik bir değişimi içerdiğini söylemek, tarihsel sürekliliği düşündüğümüzde haklı bir tespit olarak önümüzde durmaktadır. Modern medeniyet ise; dünyayı merkeze alan ve dünyevi karakteri sonsuzluğa yönelik bir beklenti içinde yaşamaya çalışan bir kültür, düşünce ve medeniyeti temsil ederken kusursuz bir özellik taşımaktadır. Zaten modern kültür, kendisinin dışında kalan bütün kültürlere yönelik olumsuz bir etkileyiciliği göstermekten de imtina etmemektedir. Modern kültürün ürettiği yeni atmosferde bu modern kültürün dışında kalan kültürlerin asimile olarak varlık kazandığı ise bedihidir.
Modern kültür ile karşı karşıya kalan diğer kültürler ise kendi cevaplarını üretmek yerine mevcut duruma adaptasyon ile yetinmeyi bir olgu olarak kabullendiler.  Böylece kendileri olarak kalamadıkları gibi yeni duruma uyum göstererek modern bilgi, düşünce ve kültürü beslemeye devam etmektedirler. İstisnai durumlar olarak karşı çıkan kişiler, akımlar vesaire olsa da çok cılız kalarak durumu meşrulaştıracak bir olguya dönüşmekten kurtulamamaktadırlar. Bu da modern kültürü güçlendirmektedir. İslam, diğer kültürlerden farklı olarak taşıdığı bu ikili gerçeklik zemini üzerinden kurulduğu için farklılığını muhafaza etme konusunda daha istidatlı bir düşünceyi, kültürü ve eylemi işaret etmektedir. Ancak son iki yüzyıldır yaşanan kültür asimilasyonunu yeterince kavrayamadıkları için Müslümanların zihinleri de ciddi bir şekilde işgale uğradığı açıktır. İslam, potansiyel olarak hala mevcut kültürün ürettiği pratiğin İslam ve Müslümanların karakterini değişime uğratacağını belirleyecek bir potansiyeli ve tarihsel sürekliliği taşıdığı için tek kurtuluş reçetesi olarak öne çıkmaktadır. Yalnız, bunun farkında olan modern kültür, kendi yerli işbirlikçileri ile yani hem oryantalist çalışmalar ile ve hem de yerli oryantalizmin etkisinde kalan Müslüman aydın ve akademik unsurların katkısı ile bu ışık sürekli zaafa uğramaktadır. Ama hala istisnai kişiler olarak entelektüel zeminde bu kayışa rağmen kendilerini koruyarak İslam düşüncesinin tarihsel sürekliliğini usul düzeyinde kavrayarak kendi içinde bu meseleyi müzakere ederek kendi zeminini muhafaza etmeye çalışanların varlığı da yayınlardan bilinmektedir.
Müslüman zihnin, modern kültürün tasallutunda dünyevi karakteri öne çıkartan bir yaklaşımı öncelemesi, bizatihi sorunun kendisi olarak varlık sahasına çıkmaktadır. Dünyayı ıskalayan yaklaşımların varlığını dine yükleyerek sanki ‘Müslüman olmak dünyadan vazgeçmektir’ gibi bir algı üzerinden dünyaya dönük bir beklentiyi seslendirmek moda olmuştur. İslam’ın bugüne ve sorunlarına yönelik herhangi bir çözüm üretme imkânının olmadığına dair yaygın bir kanaati gerçekmiş gibi pazarlamanın oluşturduğu umutsuzluk sorun olarak önümüzde durmaktadır. Hâlbuki bugünün sorunlarının kaynağı olan bizatihi modern düşünce ve epistemenin kendisi olduğu gerçeği kurnazlıkla yok sayılmaktadır. Sorunun kaynağı durumunda olanın sorunu çözme kabiliyeti ise zaten zaafa uğramıştır.
Meselenin hem Müslüman zihne yansıyan tarafı ve hem de modern zihne yansıyan taraflarını birlikte düşünmemiz elzemdir. Modern düşünce, her türlü aşkınlığı ve dolayısıyla ruhu inkâra saplanarak sorunun bizatihi kaynağı olmuştur. Bu sorunu ise globalleştirerek tüm dünyaya sirayet etmesine zemin oluşturmuştur. Eğer sorunu çözme gibi bir arayış söz konusu olacaksa bu, ancak modern kültünün dışında yeni bir düşüncenin varlığını esas alarak yapılabilir. Bu yüzden İslam, batı düşüncesinin tasallutuna direnecek yegâne düşünce sistematiğine sahip olandır. Tabi ki İslam düşüncesinin batı düşüncesinin etkisinde olduğunu söylemek doğru olur. Ama batı düşüncesinin tasallutuna rağmen kendi iç dinamizmini koruduğunu ve bu konuda dinin bizzat kaynaklık ettiği ilahi yardımı dikkate aldığımızda hala tek umut olma pozisyonunu muhafaza ettiği söylenebilir.  Bu da batılı iktidar aygıtlarının dikkatinden kaçmadığı gibi bu durumu dikkate alan ve ona göre pozisyon aldıkları da açıktır. İşte bu yüzden arınık ve zihni saf kalmış Müslüman âlim, aydın ve entelektüellerin yeniden ilahi yardımı celbedecek bir zemini de muhafaza ederek İslam ile ilişkili yeni bir düşünme sistematiğini hayata geçirecek bir eyleme başlanmalıdır.
Müslüman zihnin kendisini ayartan düşünme biçimlerine yönelik itirazları ve bu ayartılara karşı tepkisel tavrı yerine o ayartıları boşa çıkartacak bir inşa faaliyeti daha elzemdir. Tepkisellik üzerinden kurulacak her adımın ayartıcı bir özellik olarak gelecekte önümüze düşeceği malumdur. Bu yüzden tepkiselliği bir tarafa bırakarak, inşa edici bir özellik olarak düşünceye yönelmeli ve böylece hem modern kültür ve düşünce ile hesaplaşmayı yapabilecek bir donanıma sahip olur, hem de Müslüman zihnin tasallut altında geliştirdiği tepkiselliği aşacak ve onunla yüzleşecek bir zemini kurabilir. Ayrıca bugün Müslüman zihnin etkisi altında olduğu yeni bir zihni yapının varlığını dikkate alarak düşüncenin ifadeye kavuşmasına da imkân tanır. Bu imkânın oluşumunu sağlamak için tarihsel sürekliliğini korumuş bir usulün ve anlamın varlığına olan gönderme hayati derecede önemli sayılmalıdır. Çünkü tarihsel müktesebat ile hesaplaşmayı yapmadan bu tarihsel sürekliliği sağlayacak olan usul ve bu usule dayalı epistemik sistemi kurmak kolay olmayacağı gibi sahici ve sahihliğini de koruyamaz!
İslam, ikili gerçekliğe haizdir dediğimizde şunu söylemiş oluyoruz; İslam, bu dünyayı bir gerçeklik zemini olarak inşa eder. Burada olup biten her şeyin bir sorumluluğu söz konusu olacaktır. Yani insan, burada yapıp ettiği her şeyden sorumlu tutulacak ve burada yaptıklarının hesabını da ahirette/ öte dünyada verecektir. Hesabın sorumluluğu buradan doğmakta ve öte âlemde ise ceza ve mükâfat olarak karşılık bulacaktır. Aynı şey hayat içinde geçerlidir: hayat, hem dünyayı ve hem de ahreti sıfat alarak her iki âlemde de varlığını devam ettiren bir özellik taşır. Yani tevhit, her iki dünyada da varlığını idame eden ve insanın sorumluluğunu üstlendiği bir zemini işaret eder.
Şimdi İslam, bütün bu söylenenlerden sonra dünya hayatını ciddiye almamaktadır gibi bir sonucu haklı çıkartır mı? Tabi ki çıkarmaz! Dünya hayatı, imtihan olma halinin mücessem biçimidir. Dünya hayatı ve bu hayatı oluşturan yaşamın kendisini dikkate alarak buradaki gerçekliği göz ardı etmenin imkânsızlığını anlamamız şart olmuştur. Yani bu dünyada yapılan her şeyi dikkate alan bir rikkat esastır. Dünya bir gerçeklik zeminidir. Burayı göz ardı etmek sadece insanı yanıltan ve onu ayartan bir durumu işaret eder. Ahiret hayatının dünya hayatından üstün olması her iki dünyada meydana gelen yaşamın mukayesesi ve ahirette bir imtihanın olmayışına göndermedir. Ayrıca dünya hayatının deni/ alçak/aşağılık olması ise burada nefsi arzuların tatmininin öne çıkartılması sayesinde insanın kendi anlamını kaybetmesi ve imtihanı kaybetmesine zemin oluşturmasına dairdir.
Sadece ahireti öncelemek olarak görülen ayet ve hadislerin ise dünyadan vazgeçmek anlamında olmadığını, bilakis, ahretin öncelendiği bir hayatı dikkate alarak bu dünyayı ciddiye almayı önermektedir. Ama sadece bu dünyada yaşamayı öncelemek İslam açısından kabul edilemez olandır. İslam, hem bu dünyayı ve içindekileri anlamlı kıldığı gibi ve onun bir gerçeklik zemini kıldığı için zaten onda meydana gelen her eylemin bir karşılığının olacağını kesin bir dille anlatmaktadır. Defalarca, bıktırırcasına hem de…
İşte İslam düşüncesi için bu dünyanın sorunlarına yönelik bir çözüm üretme kapasitesi yoktur tezinin bir karşılığının olmadığını açık bir şekilde göstermiş olduk. Tevhit, hem dünya ve hem ahiret hayatını aynı zeminde ve doğru bir karakter üzerinden anlamak, dünyayı imar ve dünyada adalet ve selamın yaygınlaşmasına katkı sunar. Müslüman, adil olmalı ve selamı yaymalıdır ki bu onun sorumluluğundadır.

Tek bir gerçeklik zeminine sahip olan modern kültürün dünyanın gerçekliğini doğru bir şekilde anlamasının imkânsızlığını anladıktan sonra üretilen sorunların çözümünün de zorunlu olarak mümkün olmadığını anlamak kolaylaşacaktır. Zaten modern düşüncenin egemen olduğu tarihten bu yana insanlığın karşı karşıya kaldığı sorunları çözme girişimlerinin yeni bir sorunla neticelendiğini de izleyen her akıllı kişi bilir.
Kurtuluş için tek çare, İslam ve İslam’a dayalı düşünce ve eylemin Salih ve Sahih karakteri ile birlikte hayata geçirerek kendi kurtuluşunu da garantiye alarak asli bir kurtuluşu mümkün kılacak sorun çözme potansiyelini harekete geçirmektir.