Rami er-Rayyes
Lübnanlı gazeteci
TT

Viyana Anlaşması’ndan sonra Ortadoğu: Daha fazla sıkıntı ve kötüleşme

İran nükleer dosyasına ilişkin Viyana görüşmelerinde şahit olunan gelgitler, bunlardan kaynaklanacak büyük siyasi ve belki de askeri veya güvenlik sonuçlarını olumsuzlamıyor. ABD ve İran'ın bir anlaşmaya varmak istedikleri aşikar ve bu, Moskova'nın İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana Avrupa topraklarındaki en büyük savaşı başlatmasından önce bile konumlarından ve açıklamalarından açıkça görülüyordu.
Diplomasi, savaşlardan ve silahlı çatışmalardan kaçınmak, uluslararası barışı tehdit eden, ülkeler ve coğrafi bölgelerdeki siyasi istikrarı olduğu gibi bozan savaş bataklığına düşmemek için her zaman arzu edilen bir politika oldu. Halklar, yarattığı tüm trajediler, sorunlar ve zorluklarla birlikte, zorunlu yerinden edilme ve iltica döngüsüne düşmemek için her zaman diplomasiye güvendiler.
Bu nedenle, bu dosyaya yaklaşım, diplomatik ve siyasi çözüm arayışları, yukarıdaki kurallara mutabık, genel ilkelere uygun görünüyor. Ancak İran nükleer dosyasının tabiri caizse “tarafsızlaştırılmasının”, komşu ülkelerde gerçekleştirilen ve bir dizi Arap arenasının egemenliğini hiçe sayan diğer tüm İran faaliyetlerinin durdurulması anlamına gelmediğini kaçınılmaz olarak söylemeliyiz.
Viyana'da yakın bir anlaşmaya varılması durumunda, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın Suriye rejimi ile yaptığı o kötü anlaşma ve sonucunda yaşanan deneyim mutlaka hatırlanacaktır. 2012 yılında Washington ile Moskova arasında Suriye rejimine dokunulmadan kimyasal cephaneliğinin ülke dışına çekilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı. Washington’un bu anlaşma ile kasıtlı veya kasıtsız olarak verdiği temel mesaj şuydu; konvansiyonel tüm silahlarla öldürmek mubah ve mümkün, ancak kimyasal silahlarla öldürmek mubah ve mümkün değildir!
Böylece Suriye rejimi, 2011'de halk devriminin patlak vermesiyle Suriye devletinin tüm kılcal damarları üzerinde yavaş yavaş azalan demirden kontrolünü yeniden sıkıştırmak için gereken her şeyi yapmaya devam etti. Devrimin tüm gruplarını en sevdiği arenaya, yani güvenlik arenasına çekti. Bu gruplar militarize olurken ülke bölündü. Moskova'nın rejimi saplandığı bataklıktan çıkarıp, neredeyse tüm muhaliflerine karşı güçlendirmesinden sonra çatışma kanlı bir iç savaşa dönüştü. Moskova ayrıca rejimin Suriye bölgelerinin ve topraklarının çoğunda yeniden kontrolü sağlamasına da yardımcı oldu.
Aynı örnek hemen hemen tekrarlanacak. İran nükleer cephaneliği geçici olarak bir kenara bırakılırken, aynı zamanda Tahran'ın eli diğer tüm konularda ve arenalarda serbest bırakılıyor. Böylece İran, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki yerel ajanları aracılığıyla yayılmacı politikalarını, işlerin çok karmaşık hale geldiği ve Suriye'de olduğu gibi kontrolden çıkabilecek gibi göründüğü zamanlar dışında, doğrudan müdahil olmadan sürdürebilecek.
İran İslam Devrimi'ni ihraç etme politikası, üslup, siyasi söylem ve literatür değişse de 1979'dan bu yana değişmedi. Tahran, çeşitli yerlerdeki silahlı kollarına ve askeri milis gruplarına yardım etmek için büyük meblağlarda para tahsis ediyor. Güvenlik ve askeri kapasitelerini, sosyal ve kurumsal tesislerini adım adım inşa etmelerine yardımcı oluyor. Bu ise onlara, kimliksel bakımdan bölünmüş ve iç birlikleri zayıf olan toplumlara sızma olanağı sağlıyor.
Pratikte, bu politika, içine sızılan toplumların zayıflamasına, devletin egemen kararlarının siyasi olarak denetlenmesine, savunma, güvenlik, sınır kontrolü ve diğer temel işlevlerinin ele geçirilmesine yol açıyor. Bunun canlı bir örneği, Lübnan'dan Irak'a hükümetleri bloke eden “engelleyici üçte bir” talebidir. Bu, siyasi karara hâkim olma, anayasal kurumları uygun bir siyasi anda felç ve bloke etme kudretine sahip olmak için direniş ekseninin icat ettiği bir bidattir. Belirlenmiş gündem ve çıkarlara göre kullanılan siyasi bir karttır.
Gelgelim, “direniş ekseni” olarak adlandırılan bu ünlü terimin herhangi bir şekilde deşifre edilmesi aşağıdaki meşru soruları ortaya çıkarır: Birkaç arenaya yayılmış kollarını beslemek dışında, Tahran İsrail işgaliyle nerede savaştı? Nerede yüzleşti? Direniş ekseni gerçekten İsrail'in geri çekilmesinden veya gerilemesinden yararlanıyor mu? Aynı soru Tel Aviv'e de yöneltilebilir; İsrail'in birçok alanda Araplara şantaj yapan Batı'ya şantaj yapabilmesi için bu tarihi düşmana ihtiyacı yok mu? İşgalci İsrail direniş ekseninden, direniş ekseni de İsrail’den yararlanıyor. Tahran'ın Viyana’da anlaşmaya varması için ABD’den art arda gelen ve İran Devrim Muhafızları’nın terör örgütleri listesinden çıkarılacağına ya da ekonomik yaptırımların kaldırılacağına işaret eden “teşvikler” nihayetinde Viyana müzakerelerini başarıya ulaştırabilir, ancak ne Ortadoğu'da istikrarı güçlendirecek ne de İran'daki yoksulluk seviyelerini azaltacak. Aksine, İran’ın Arap bölgesindeki uygulayıcı kollarına destek seviyelerini yükseltecek.
ABD'nin Viyana'daki anlaşmayı ne pahasına olursa olsun sonuçlandırmak için acele etmesi, Çin'in yükselişi ve Rus maceraları ile yüzleşmeye odaklanma isteğinden kaynaklanıyorsa, bu durumda, Washington'un o çok övündüğü süper gücünü sorgulamak meşru ve anlaşılır hale geliyor.