Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Arapların geçmiş dönemlerinden sonra muhteşem bugünleri

Son dönemde birbirini takip eden tüm bu gelişmelerden sonra, İsrail'in Türk kökenli Başbakanı Naftali Bennett döneminde, şu anda yapmakta olduğu her şey ile Mescid-i Aksa’yı ve bazılarına göre Kubbetu’s Sahra’yı da ele geçirmekte kararlı olduğu kanıtlandı.
Kutsal yerlerin kendi insafına kalmasını amaçladığı ve Kutsal Kabir Kilisesi, aslında tüm Müslüman ve Hristiyan kutsal mekanlarının bu amaca dahil olduğu aşikar.
Kınayıcı açıklamalar yayınlamanın ötesine geçip ciddi bir duruş sergilenmezse, bu kutsal mekanların, iyi bilinen Haçlı Seferleri dahil olmak üzere geçmişteki karanlık dönemlerde olduğu gibi müsadere edilmesi ve kontrol altına alınması uzak bir ihtimal değil.
Aslında en tehlikelisi, İsrail devletinin bayraklarının bazı Arap ülkelerinin başkentlerinde dalgalanmaya devam etmesi. Bu, İsraillileri kesinlikle daha saldırgan yapacak ve içlerinde en dik başlı ve köktendinci olanları Araplara meydan okumaya ve “Ey İsrail, senin yurdun,  Nil'den Fırat'a kadar!” şeklindeki eski slogana bağlı kalmaya itecek.
Dolayısıyla, hedef genel olarak Arap ulusu, Okyanustan Körfeze kadar Arap ülkeleri olduğu sürece, Veliyyi’l-Fakih devletinin liderlerinin İsrailliler ile el ele vermeleri pek uzak bir olasılık değil. İran zaten bu dönemde bir dizi Arap ülkesine sadece müdahale etmiyor, “tam bir işgal” ile onları kontrol ediyor. Bölgenin en önemli ülkelerinden ikisi, Bilad er-Rafideyn (Irak) ve Emevi Suriye'si bu ülkeler arasında yer alıyor. Onlara bir de binlerce hassas füze ve insansız hava aracına sahip büyük bir İran gücü haline gelen Hasan Nasrallah liderliğindeki Lübnanlı Hizbullah aracılığıyla şu anda doğrudan İranlılar tarafından yönetilen Lübnan katılıyor.
Dahası eğer İran, Suudi Arabistan Krallığı'ndaki kutsal yerleri hedef alıp vurmaları için Husi milislerini para, silah ve her şeyle desteklemekten çekinmediyse, Mescid-i Aksa'yı, Kubbetu’s Sahra'yı ve tüm Kudüs'ü kontrol etmek için kendisine tabi ve bağlı bazı örgütleri görevlendirmekten de çekinmeyecektir.
Türk kökenli Naftali Bennett büyük olasılıkla, dahası kesinlikle bu nedenle, bu alçak görevi yerine getirmek için “görevlendirildi”. Bu kesinlikle, söylendiği gibi “Siyonist düşman” ile Irak, Suriye, Lübnan, bazı Arap Körfezi ülkeleri, artık lakabı gibi mutlu olmayan Yemen'in büyük bir bölümünü, ayrıca Babu’l Mendeb, Akdeniz ve Umman Denizi’ni kontrol eder hale gelen mezhepçi milisler arasında fiili ve gerçek bir ittifak olduğu anlamına geliyor.
Ayrıca, ilerlemeye devam eden bu İran müdahalesi bazı Afrika ülkelerine ulaştı. Garip olan, aslında bu kötü zamanda artık hiçbir şey garip kaçmıyor, “komşunu öğle yemeği yapan, şüphesiz seni de akşam yemeği yapar” atasözünün dediği gibi, sıranın kendilerine geldiğini bilen bazı kara kıta ülkelerinin liderlerinin anlaşılmaz sessizliği.
Türk kökenli Bennett liderliğindeki İsrail'in bu şekilde böbürlenmesinin ve kabadayılık etmesinin, Kudüs-ü Şerif’in Yemen gibi sürekli ve kesintisiz hedef alınmasının, İran tarafından açıkça ve herkesin gözü önünde kullanılan Husiler gibi Naftali Bennett ve gruplarının kucaklanmasının nedeni de bu.
Dolayısıyla, bir ulus olarak Arapların şu anda yaşamakta oldukları “derin uyku” durumundan mutlaka uyanmaları, büyük İslam dininin gelişinden sonra dahi zaman zaman yaşadıkları ve tamamen söndükleri dönemlerden sonra olduğu gibi yeniden ayağa kalkmaları gerektiği kesin ve şüphesizdir. Sömürgeci güçlerin özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra Arap dünyasını kendi aralarında paylaştıkları, Filistin’e bu sömürgeci Siyonist devleti diktikleri dönem de bu dönemlerden biri. Şimdi bu Siyonist devletin başında da Türk kökenli Naftali Bennett var.
Ancak tüm bu çöküşe rağmen, gerçek bir Arap uyanışının yaşanması mümkün.
Meşhur bir Arap atasözü der ki: "Ateş küçücük bir kıvılcımla başlar”. Arapların şüphesiz birçok alanda muazzam gerçek başarılara imza atan Suudi Arabistan gibi bazı öncü Arap ülkelerinin çevresinde birleşmesi mümkün. Suudi Arabistan’ın bu başarısı kesinlikle Afrika ve Asya'daki diğer bazı ülkeleri de teşvik edecek. Aslında, küçük olarak nitelendirilen bazı Arap ülkeleri, son yıllarda onları Arap ve Arap olmayan büyük ülkeler ile aynı safa yerleştiren çok büyük başarılara imza attılar.
Burada önemli olan, üstün üniversitelerin ve üst düzey bilimsel enstitülerin artık Arap dünyasının büyük bir bölümünü değil, tüm ülkelerini süslemesidir. Bu, son yıllardaki başarıların, Arap ulusunun bu yüzyılın ikinci 10 yılının geri kalanında, üçüncü ve dördüncü 10 yıllarında uzun mesafeler kat edeceğinin teyidi olduğu anlamına geliyor. Arap közü küller altında sönmüş bir şekilde kalmayacaktır. Hz. Muhammed (sav) ve onun Raşid Halifelerini doğuran bir ümmet, elbet yeni nesillerden de bir zamanlar doğunun en uzak noktasından batıda Cebelitarık ve Endülüs'e kadar uzanan coğrafyasında doğurduklarına benzer şahsiyetler doğuracaktır.
Şimdi, bu yüzyılın son birkaç yılında, Arap yetenekleri Doğu’nun bir ucundan Batı’nın bir ucuna tüm dünya coğrafyasını güzel renklerle süsler hale geldiler. Arap yeteneklerinin en önemli Batı ve Doğu ülkeleri ve halkları tarafından tanınması, belki de bu ulusun başını göğe ve ötesine erişecek kadar yükseklere kaldırmasını sağladı. Büyük Kuran dilini, tüm önemli Batılı ve Doğulu ülkelerde konuşulur hale getirdi. Eski dönemlerde sömürgecilerin Arapçanın evlatlarına karşı o bakışı, Allah’a şükürler olsun ki artık yok, çok uzaklarda.
Elbette bu Arap azmi, Arap yetenekler tüm dünya ülkelerini süslemeye, bu “rönesans” hakiki ve kabul görmüş bir rönesans olmaya devam ettikçe kesintisiz ve sürekli olacak. Bu milletin evlatları milletleriyle gurur duydukça, başlarını göğe, bulutlara ve ötesine değecek kadar yükseklere kaldırdıkça, Arap dünyasının genç nesilleri artık ülkelerimizi sömürgeleştiren, geçmişimize ve bugünümüze tepeden bakan ülkelerin nesillerine üstün geldikçe bu azim diri kalacak.