Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Hamd ve istiğfar

Anlatıldığına göre; Hasan-ı Basrî bir hamalın durmadan hamd edip istiğfarda bulunduğunu işitir ve ona sorar: Hamd ve istiğfardan başka zikir bilmez misin?
Hamal: “Ben Kur'an'ın yarısını ezbere biliyorum. Fakat nefsime bakınca iki şey gördüm: nimet ve günah! Biri hamdi, diğeri istiğfarı gerektiriyor.” der.
Acaba bizler kendi nefislerimize baktığımızda bağışlanma talep edilmesini gerektiren günahlar ile hamd edilmesini gerektiren nimetleri görebiliyor muyuz? Eğer bu soruya evet cevabını verebiliyorsak sorun yok demektir. Ancak gönül rahatlığı ile “evet” denilemiyorsa o zaman yapılması gereken işler, atılması gereken adımlar var demektir.
Sâdi-i Şirazi, Gülistan'ında "İnsan, her nefesinde Allah'a karşı iki şükür borçludur." der. Bir soluk alıp vermede hayatını iki defa bağışlayan, iki defa can veren Allah'tır. Böyle bir Allah'a elbette dille, halle, kalple ve bedenle hamd etmek gerekir. Belki bu sebepledir ki Allah Teâlâ gerçek anlamda hamd ve şükürde bulunanların azlığına dikkat çekerek; "Kullarımdan şükreden ne kadar az!"[1] buyurmaktadır.
Doymak, tatmin olmak bilmeyen, reklâm ve kötü örneklerle kamçılanan dünya hırsı, tâğûtî yönetimler, kapitalist ve emperyalist dünya düzeni, kolay yollardan zengin olma isteği, ümitsizlik, kötümserlik, kanaat etmemek, kendisini kendinden daha fakir olanla değil de daha zenginle karşılaştırmak, tüketim toplumunun bireyi olarak hep şikâyetçi olmak ve benzeri şeyler insanları Allah'a hamd etmekten alıkoyan ve onlara hamdi unutturan sebepler arasında sayılabilir. Bütün bu sebeplere cehâlet ve gafleti de eklemek gerekir. Dün de bugün de insanlardaki var olan bu hamd etmeme hali, onları istiğfar etmekten de uzaklaştır-maktadır. Adeta önceki ümmetlerin başına gelen azabın kendilerinin de başlarına gelmesini yahut âhiret azabının gözlerinin önüne konulmasını bekleyerek kendilerine peygamber geldiği halde, inanmaktan ve Rab'lerinden af dilemekten yüz çevirmektedirler.”[2]
İnsanlar, bağışlanma talep etme yarışına girişmeleri gerekirken maalesef dünyaya daha da sarılmakta kendilerinin burada ebedi kalacaklarını zannetmek-tedirler. Hâlbuki bağışlanmak ve büyüklüğü gökler ve yer kadar olan cennete girmek için bu yarış elzemdir![3] Zira bunun farkında olan “Allah’ın muhsin kulları” bir çirkinlik/kötülük yaptıklarında veya kendilerine haksızlık/zulm ettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen istiğfar/bağışlanma dilerler.[4]
Allah Teâlâ’nın insanlardan beklentisi yanlış yaptıklarında, kendilerine veya başkalarına zulmettiklerinde hallerini Allah’a arz ederek O’dan bağışlanma/istiğfar istemeleridir.[5] Hz. Salih örneğinde olduğu gibi peygamberler kavimlerine istiğfar etmeleri gerektiğini şu şekilde hatırlatmışlardır: “Ey halkım! Niçin güzel şeyleri bırakıp kötülüğü öne alıyorsunuz?  Ne olurdu, zulüm ve haksızlıktan vazgeçip Allah’tan bağışlanma dileseniz de, ilâhî lütuf ve merhamete lâyık olsanız!”[6] Yapılan bu uyarıları dikkate alarak Allah’tan bağışlanma dileyenler, Allah’ın ne kadar bağışlayıcı ve merhametli olduğunu görecektir!”[7]
İnsanlar samimi bir şekilde istiğfar ederlerse Allah, onları belirli bir süreye kadar huzur ve mutluluk içinde, güzelce yaşatır,[8] göğün bütün nimetlerini üzerlerine sağanak sağanak yağdırır, mal ve çocuklarla güçlerine güç katar.[9] Hz. Peygamberin bildirdiğine göre de; “İstiğfarı dillerinden düşürmeyenlere Allah, her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve onlara beklemedikleri yerden rızık verir.”[10] Aynı zamanda insanlar istiğfar etmeye devam ettikleri sürece de kendilerine azap edilmez.[11]
Kişi eğer siretini ve davranışlarını değiştirmez, inkârına ve fıskına devam ederse Peygamberin onun için istiğfar dilemesi bile Allah’ın ona mağfiret etmesine kâfi gelmez.[12]
Allah’ın insana ihsan ettiği şeyler karşısında, ona düşen şey; hamd etmektir. Çünkü Allah Teâlâ’nın verdiği nimetlerin sayısını bilmek mümkün değildir.[13] İnsan, bu nimetlere karşılık olarak nimeti vereni yok saymamalı, verilen sayısız nimetlerden dolayı Allah’ı övmeli ve O’na hamd etmelidir. Çünkü her türlü hamd, övgü, şükür, minnettarlık, saygı, yücelik, azamet, şeref ve ululuk, kâinatı yoktan var eden, tüm canlıları besleyen, eğiten, yöneten ve yönlendiren Allah’a aittir. Gerçek anlamda övülmek O’nun hakkıdır ve yalnızca O’na yaraşır.[14]
İnanan her kişi Hz. Âişe’nin Allah Resulünün vefatından önce sık sık tekrar ettiğini haber verdiği;  “Ben Allah’ı kendisine yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ederim. Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim.”[15] hadisinin gereğince amel etmelidir.
Allah’ım sana yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ederek, sana hamd ediyoruz. Günahlarımıza tövbe ederek, Senden bizi bağışlamanı diliyoruz!

[1] Sebe’ 34/13
[2] El-Kehf 18/55
[3] Al-i İmran 3/133
[4] Al-i İmran 3/134-135
[5] en-Nisa 4/64
[6] en-Neml 27/46
[7] en-Nisa 4/110
[8] Hud 11/3
[9] Hud 11/52; Nuh 71/10-12.
[10] Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57
[11] el-Enfal 8/33
[12] et-Tevbe 9/80; el-Münafikun 63/6
[13] İbrahim 14734; Nahl 16/18.
[14]Mahmut Kısa, Kur’an-ı Kerim ve Kısa Açıklamalı Meali, Armağan Kitaplar, Konya 2009, s.1.
[15] Buhârî, Ezân 123, 139; Müslim, Salât 218-220.