Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Stratejik ortaklık ve bölgesel düzenlemeler

Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Washington ziyaretinin yalnızca bölgesel değişimleri ele almayı amaçladığı varsayımı büyük bir abartı. Mantıklı olan, bu ziyaretin, iki ülke arasındaki ilişkileri yeni bir düzeye taşıdığı için son on yılların en önemli ziyareti olduğu yönündeki varsayımdır. Bu ziyaret, Suudi Arabistan'ı eskisinden daha yakın bir müttefik haline getiren stratejik savunma anlaşması ve niteliksel silahlanma ile daha da güçlendirildi. Washington da Veliaht Prens’in Suudi Arabistan’ı uluslararası düzeyde gelişmiş bir teknoloji ve ekonomi merkezi hâline getirme projesini destekledi ve iki hükümet nükleer iş birliği anlaşması imzalayarak uzun yıllara yayılacak bir ortaklığın yolunu açtı.

Peki ya ortak stratejik savunma anlaşması? Bu, caydırıcılık politikasının bir parçası olarak bir milyon kişilik bir ordu kurmaktan daha değerli. Ancak ABD ile savunma anlaşması bulunan ülkeler bu anlaşmaları çoğunlukla uygulamaya koymak zorunda kalmamışsa, o zaman bu anlaşmanın önemi nedir? Anlaşmanın temel amacı saldırıya yanıt vermek değil, saldırının düşünülmesini bile önlemektir.

Kuzey Kore en son 1953 yılında komşusu Güney Kore'ye saldırdı ve o zamandan beri, şehirlerinden sadece 40 kilometre uzaklıktaki askerden arındırılmış bölgenin arkasında 700 bin Kuzey Koreli asker olmasına rağmen, başkent Seul halkı barış içinde yaşıyor. Pyongyang'ın tehditlerine rağmen, askerleri 80 yıldır sınırı geçmeye cesaret edemedi.

Suudi Arabistan, doksan yıldır ABD ile iyi ilişkiler içinde. Bu ilişkiler, Saddam Hüseyin komşu ülke Kuveyt'i işgal ettiğinde bir kez sınandı. Riyad'ın Washington ile olan özel ilişkisi, işgalin sona ermesine ve Körfez'de güvenliğin korunmasına yardımcı oldu.

Bir başka olayda İran, sabah saat dörtte Abkayk bölgesini hedef aldı ve Suudi Arabistan’ın kritik petrol tesisinde üretimin birkaç gün durmasına yol açtı. Bu saldırının ardından İran, ABD’nin hedefi haline geldi. Olay, iki ülke ilişkilerinin askeri çerçevede düzenlenmesi fikrini güçlendirdi ve Çin’in Riyad ile Tahran arasında bir uzlaşma anlaşmasını desteklemesine zemin hazırladı; bu, bölgedeki son karışıklıkta her iki taraf için de önemliydi.

Savunma anlaşması bir kriz ürünü değil; Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ülkesine yönelik bir savaş veya tehdit sırasında Washington’a gelmedi, bu nedenle ödün vermek zorunda değildi. Anlaşma, güçlü bir Çin ilişkisi kurulduktan ve Çin himayesinde Tahran ile anlaşmazlık sonlandırıldıktan sonra gerçekleşti. Bu, anlaşmanın uzun vadeli hedefler taşıdığını ve caydırıcılık ilkesini güçlendirmeye dayandığını gösteriyor. Suudi Arabistan geniş bir toprak ve yaklaşık yedi bin kilometreyi bulan kara ve deniz sınırlarına sahip olduğundan, caydırıcılık stratejisi, saldırgan planları önlemek için en uygun seçenek olarak öne çıkıyor; zira sonuçları, saldırıya geçen devlet için yıkıcı olur.

Anlaşma bir dizi soruyu da gündeme getiriyor: Bu, Tahran’a mı yönelik? Günümüzde İran, Riyad ile iyi bir ilişki kurmak istiyor ve İsrail ile yaşadığı karşılaşmalardan sonra Suudi Arabistan’a yakın bir ilişkiye daha çok ihtiyaç duyuyor. Peki bu, Çin’e mi yönelik? Kesinlikle hayır; zira Çin, Suudi Arabistan’ın en büyük ekonomik ortağı. Öyleyse anlaşma İsrail’e mi hizmet edecek? Anlaşma ve silahlanmaya karşı çıkan hemen hemen tüm sesler İsrail’den geldi.

Anlaşma, F-35 savaş uçağı ve tank anlaşmalarıyla daha da önem kazandı. Bu anlaşmalar, 1945 yılında Kral Abdulaziz'in Roosevelt ile imzaladığı ve Suudi Arabistan'ı ABD için stratejik öneme sahip bir ülke ilan eden anlaşmadan sonra ikinci sırada yer aldı. Bu ilişkiyi her iki taraf açısından da yorumlayabiliriz: Amerikalılar için Suudi Arabistan stratejik açıdan önemli bir ülke, Suudiler için ise ABD ekonomik, bilimsel ve askeri bir süper güç ve bu da onu gerekli bir ortak haline getiriyor.

Sürekli gündeme gelen soru şu: Bu taahhütler Başkan Trump ile bağlantılı mı? Bu kısmen doğru; o başkan ve onsuz hiçbir anlaşma yapılamaz. Aynı zamanda, diğer siyasi aktörlerle ilişkiler de iyi. Amerikan siyasi camiası genel olarak Riyad ile ilişkilerin önemine inanıyor.

Veliaht Prens'in Oval Ofis'te gazetecilerin önünde Başkan Trump'a nasıl yanıt verdiğini gördük. Trump, Veliaht Prens'e “Tabii ki en iyi başkan benim... ama benden başka, Suudi Arabistan için en iyi Amerikan başkanı kimdir sence?” diye sordu.

Veliaht Prens şöyle cevap verdi: “Roosevelt... (bir Demokrat).”

Trump: “Roosevelt mi?!”

Veliaht Prens: “Evet, Roosevelt ve Reagan... Herhangi bir Amerikan başkanıyla çalışırız.”

Trump (şakayla): “Ama Trump en iyisi, değil mi?”

Elbette Trump’ın bulunduğu bir ortamda başka birini, özellikle de Demokratları övmek rahat bir durum değil. Yine de önemli noktalar net bir şekilde ortaya kondu. Önümüzdeki dönemde, iki partiden de desteğin görüleceği öngörülüyor; çünkü Riyad ile stratejik ilişki bir tartışma konusu değil.