Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Büyüklerin mücadelesi arasındaki bölgesel güçler

“Büyüklerin savaşı BM’nin görevlerini baltalıyor” başlıklı son yazımda, Güvenlik Konseyi'nin beş daimî üyesinin tutumlarından başlayarak, bu devletlerin veto haklarıyla uluslararası örgütün çalışmalarını ve faaliyetlerini olumlu ve olumsuz yönde nasıl etkileyebileceğinden söz ettim. Bugünkü yazımda ise, bölgesel güçlerin rolüne ve büyük ülkelerin çatışma ve rekabeti arasında neler yapabileceklerine odaklanacağım.
Bölgesel güçler ile ne kastedilmektedir? Uluslararası sahnede eşit etkilere mi sahiptirler? Yoksa orta bölgesel güçler ile küçük bölgesel güçler arasında bir ayrım yapılmalı mı? Bu ülkeler hangi coğrafi bölgelerde yer almaktadır? Etkisi bölgesel coğrafi alanıyla mı sınırlı, yoksa uluslararası bir uzantısı var mı?
Bölgesel güçler kavramının ayrıntılarına girmeden, bu büyük güçleri tanımlayan bazı unsurlara kısaca değinelim. Bu unsurlardan en öne çıkanları sanayileşme düzeyi, ekonominin büyüklüğü, finansal yetenekler ve nükleer silahlardır. Bir diğer mesele güçlü ekonomi ve finansal kapasite sahibi olmayan bazı ülkelerin nasıl nükleer silahlara sahip olduğuyla ilgilidir.
Körfez bölgesinde ve Arap Yarımadası'nda, bölge düzeyinde farklı etkilere sahip bazı bölgesel güçler mevcuttur. Resmî olarak inkâr etse de İsrail'in nükleer silahlara sahip olduğu biliniyor. Viyana müzakereleri engellemeye çalışsa da nükleer silah edinme sürecinde olan İran var. Öte taraftan Türkiye her ne kadar nükleer silahlara sahip olmasa da NATO üyesi olarak, NATO’nun nükleer şemsiyesi tarafından korunmaktadır. Arap tarafında, birkaç bölgesel kuruluşta yer alan bir dizi Arap ülkesi bu kuruluşların çeşitli roller oynamasını sağlıyor. Arap Birliği, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (KİK), Arap Mağrip Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı (Türkiye ve İran da yer alır), Afrika Birliği (AfB) bunlardan başlıcalarıdır.
Çağdaş tarihe göz atacak olursak, BM’nin kuruluş aşamasında bazı Arap ülkelerinin varlığına da tanık oluruz. Bu beş Arap ülkesi ilk üye ülkeler arasında yer almaktadır. Bunlar, Irak, Mısır, Suudi Arabistan, Lübnan ve Suriye’dir. İlk ve kurucu üye devletlerin sayısı 50’ydi, şimdi ise örgütün 193 üyesi var. 1960 ve 70’li yıllarda, Sömürge İdaresi Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine İlişkin Bildiri’deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1514 sayılı kararı üye sayısının artmasında büyük rol oynamıştır. Çünkü bağımsız ülke sayısı üyelerin üçte ikisini aşmış ve gelişmekte olan ülkeler bloğu “otomatik çoğunluk” olarak adlandırılmıştır. Bu kapsamda tüm üyeler Genel Kurul'da eşit temsil hakkına sahiptir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki gelişmekte olan ülkelerin ‘oy blokları’, büyük ülkelerin bir dizi sorunu çözmek üzere onları cezbetme ve etkileme girişimlerinde etkili oldu. Bunun için gelişmekte olan ülkeleri kendilerine oy vermeye, diplomatik ve siyasi olarak desteklemeye veya en azından uluslararası forumlarda aleyhinde oy kullanmamaya ikna etmeye çalıştılar. Nitekim bazı bölgesel gruplar, uluslararası forumlarda kendi lehlerinde oy kullanmaları için bahsedilen bu ‘oy bloklarına’ başvurdular.
Çin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki oy bloklarından yararlanabilen başlıca ülkelerden biridir. Güvenlik Konseyi, 25 Ekim 1971 tarihli 2758 sayılı karar ile Çin Halk Cumhuriyeti’ni, Çin Cumhuriyeti'ne (Tayvan) alternatif olarak daimî üyesi olarak kabul etti. Bunda Çin ve ABD arasındaki ilişkilerin normalleşmesi etkili oldu. Çin her zaman bu karar için aldığı oyların gerek bağlantısız ülkelerin bloklarından gerekse özellikle Afrika ülkeleri blokundan kaynaklandığını tekrarlamayı sever. Çin, daimî üye kapsamının genişletilmesine dair taleplere karşı çıkan diğer daimî üyelerle aynı pozisyonu aldı. Benzer bir durum bir dizi gelişmekte olan ülkenin ve diğer bazı ülkelerin veto hakkı talebinde de yaşandı.
Bazıları Çin'in tutumunu, Hindistan ve Japonya gibi rakip ülkelerin daimî üyeler arasına kabul edileceğinden duyduğu korkudan kaynaklandığı şeklinde yorumladı. Çin bu nedenle, daimî üye yapısını değiştirmeye yönelik proje karşısında tutumunu desteklemeleri için Afrika ülkelerine güçlü bir baskı uyguladı. 1965’te BM’de üye sayısının artmasıyla birlikte Güvenlik Konseyi'nin daimî olmayan üye sayısı, bölgesel gruplar arasındaki coğrafi dağılıma göre iki yıllığına 6'dan 10'a çıkarıldı. Bu süreçte beş büyük ülke kalıcı koltuklarını korudular. Bu değişiklik, devletlerin daimî üye kapsamını genişletme talebinin karşılanabileceğinin bir göstergesidir. Bu değişiklikle birlikte -veto hakkının kullanılmaması durumunda- 15 üyeden 9'unun oyu ile Güvenlik Konseyi kararının kabul edileceği bir oylama sistemi gelmiştir. Buradan hareketle büyük ülkelerin daimî olmayan üye devletlerin pozisyonlarına büyük ilgi gösterdiği ya da en azından bir karar taslağı sunduğunda kararın kabulü lehinde fikir birliği sağlama arzusunu gösterdiği söylenebilir.
Burada Yemen'in daimî olmayan üyeler arasında yer aldığı uluslararası bir olaydan bahsedelim. Bu, geçen yüzyılın doksanlı yıllarının başında meydana geldi. İkinci Körfez Savaşı'nda Yemen, Güvenlik Konseyi'nin daimî olmayan bir üyesiydi. (1989’un sonunda Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin seçilmesiyle birlikte) ABD Dışişleri Bakanı James Baker, hatıralarında işaret ettiği üzere, Güvenlik Konseyi'nde desteğini almak ve Irak'ın Kuveyt'i işgalini kınayan kararlar lehine oy kullanmasını sağlamak için Sana'da Yemen liderliğini ziyaret etti. Buradan başlıca şu dersler çıkarılmalıdır: Bölge devletleri, büyüklükleri ve seviyeleri ne olursa olsun, ister BMGK ister Genel Kurul çerçevesinde olan hiçbir şekilde marjinalleştirilemez. Büyük ülkelerin onlara ihtiyacı var. Rakipleri karşısında onlarla ittifak kurarak kazanıyorlar. Ukrayna-Rusya krizi Arap ülkelerine, “çatışmanın iki tarafı arasındaki ilişkilerinde pozitif tarafsızlığa bağlı kalmalarının” ulusal çıkarlarına ve ayrıca uluslararası toplumun çıkarlarına hizmet ettiği konusunda etkili bir ders verdi.