Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Güvenlik Konseyi: Zamanın etkileri tedavi edilebilir mi?

ABD Başkanı Joe Biden'ın bu hafta başlarında Japonya'nın BM Güvenlik Konseyi'nin daimî üyesi olmasını desteklediğini açıklaması, BM'nin en önemli kurumlarından biri olan Konseyde zorluklarla karşılaşan reform süreci, birçoklarının açık bir kusur olarak gördükleri yapısı, eylem mekanizması ve vetodan yararlanmaları yoluyla sadece 5 ülkeye sağladığı hegemonyaya ilişkin tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Biden, bu konuyu artan Çin etkisine, Pekin'in ekonomik ve askeri olarak ABD için oluşturmaya başladığı meydan okumaya karşı koymaya dönük Amerikan hamleleri bağlamında gündeme getirmiş olabilir. Japonya gibi Pasifik bölgesinden başka bir ülkeyi Güvenlik Konseyi'ne dahil etmek ve daimî üyelik vermek, o bölgede gerilimin arttığı, uluslararası nüfuz mücadelesinin kızıştığı, dünyanın Soğuk Savaş ayazına geri döndüğü bir zamanda Çin'e karşı bir denge sağlayabilir. Dikkat çekici olan, Biden’ın Japonya'nın Güvenlik Konseyi üyeliğine desteğine ilişkin açıklamasının yanı sıra başka ilginç ve tartışmalı açıklamalarda da bulunmasıydı. Sözgelimi, Çin’in Tayvan'ı istilası halinde ABD'nin onu korumak için askeri müdahalede bulunacağını söyleyerek, Çin'in adayı işgal etmesini Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline benzetti.
Biden'ın Japonya'nın Güvenlik Konseyi'ne daimî üyelik talebine verdiği desteği duyurmak için bu zamanı seçmesinin nedenleri bir yana, gerçek şu ki, bu Konseyin reformu tartışması BM'nin kendisi kadar eski, fakat çatışan çıkarlar ve perspektifler nedeniyle bugüne kadar ilerleme kaydedilemedi. En büyük düğüm, BM'de adalet ve eşitlik kavramını ihlal eden bir hegemonya uygulayan ülkeler olduğu sürece, gerekli reform sürecinde şahsen Aşil'in topuğu olduğunu düşündüğüm veto hakkıdır.
BM'nin 77 yıl önceki kuruluşundan bu yana başta ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin olmak üzere İkinci Dünya Savaşı galipleri kendilerine Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı ve avantajı vererek uluslararası örgüt üzerindeki hegemonyalarını pekiştirdiler. Bu hak onlara, çıkarlarını koruma ve bu çıkarlar ile çatışan herhangi bir kararı engelleme olanağı tanıdı. Konseyin şu anda 15 devletten oluştuğu doğru, ancak ağırlık merkezini tek başına veto hakkına sahip olan 5 daimî üye oluşturuyor. Bu nedenle uluslararası sistemde adalet ve eşitlik ilkesini ihlal eden, hatta bazen uluslararası örgütün kararlar almasına engel olan bu hakkın kaldırılması yönünde çağrıda bulunan sesler her zaman oldu. Veto hakkı, 5 daimî üyenin herhangi bir önlemi veya kararı engellemek, diğer bir deyimle çoğunluğun iradesini felç etmek için istedikleri gibi kullandıkları bir hak olarak kaldığı müddetçe reformların ne anlamı var?
İngiltere ve Fransa gibi bazı ülkeler 1989'dan beri veto haklarını kullanmadıklarını söylüyor ve bu konudaki anlaşmazlığın mevcut tüm alanlarda reform sürecini engellememesi veya geciktirmemesi gerektiğini düşünüyor. Ancak bu tutum, özellikle ABD ve Rusya gibi diğer ülkeler defalarca kullandığı için esasında veto hakkının var olması sorununu çözmüyor. Paradoks şu ki, Güvenlik Konseyi'nin daimî üyelerinden herhangi biri isterse, uluslararası örgütte birçok kişinin talep ettiği, gerek aldığı kararlar gerekse gönderdiği barış güçleriyle birçok anlaşmazlığı yatıştırarak, dünya barışına kesinlikle katkıda bulunan bir örgütte dengeyi yeniden sağlamak için kendisine güvendikleri reform sürecini engelleyebilir. Oysa BM, dünyanın artan gerilimlere tanık olduğu ve Soğuk Savaş dönemine döndüğü bir zamanda reform ile daha büyük bir rol oynayabilir.
Güvenlik Konseyi reformu ve hem kalıcı hem de kalıcı olmayan üyeler kategorilerinin genişletilmesi geniş destek alıyor, ancak bu talep, geçen yüzyılın doksanlı yıllarından beri anlaşmazlıklar duvarına çarparak yerinde sayıyor. Güvenlik Konseyi'nin bileşimini değiştirmek, ancak BM Antlaşmasının ve özellikle de 108. maddesinin değiştirilmesiyle gerçekleşebilir. Bu maddeye göre değişiklik, BM Genel Kurulu üyelerinin üçte ikisi tarafından kabul edilen, Güvenlik Konseyi'nin daimî üyeleri dahil olmak üzere üyelerin üçte ikisi tarafından onaylanan Genel Kurul kararı ile yapılabilir. Bu süreç, sadece bir kez yaşandı ve Güvenlik Konseyi'nin geçici üye sayısı 6'dan 10'a çıkarılarak şu anki üye sayısı olan 15'e yükseltildi.
Şu ana kadar, üye sayısını 24 ve belki biraz daha fazlasına yükselterek Konseyi genişletmek üzerinde bir tür uzlaşı bulunuyor. Bu konuda sunulmuş birçok öneri var ve bunlardan biri de, BM Genel Sekreterine bağlı ekibin altısı daimi, ancak veto hakları olmayan, üçü iki yılda bir seçilen 9 sandalye eklenmesi teklifi.  Bu öneri kabul edilmezse, 4 yılda bir yenilenebilir 8 sandalye, 2 yıl boyunca yenilenmeyen 1 sandalye eklenmesi, alternatif bir öneri olabilir.
BM Antlaşmasına göre Güvenlik Konseyi, "devletlerin egemenlikte eşitlikten uluslararası ilişkilerde güç kullanımının yasaklanmasına kadar uluslararası ilişkilerin temel ilkelerini düzenler,” Ne var ki, şüphesiz ve tarihin gerçekleri ile kanıtlarının gösterdiği üzere, bu iki konuda sık sık başarısız oldu. Güvenlik Konseyi'ndeki 5 ülkenin, Genel Kurul üyesi ülkelerin çoğunun pozisyonları, çıkarları ve arzuları ile çelişse bile, kendi özel çıkarlarını korumak için sıklıkla kullandıkları bir haktan yararlandığı gerçeği ışığında, ülkeler arasında gerçek bir eşitlik bulunmuyor.
Uluslararası ilişkilerde güç kullanımının yasaklanması meselesine gelince, bununla ilgili örnekler çok. Çünkü başta ABD ve Rusya olmak üzere Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan büyük ülkeler sık ​​sık bu kuralı ihlal ederek güç kullanmış ya da bazı müttefiklerinin güç kullanımına sessiz kalmış veya veto yoluyla onları desteklemiştir. Güvenlik Konseyi, bugüne kadar birçok durumda olduğu gibi, uluslararası barış ve güvenliği korumak veya yeniden sağlamak için yaptırımlara başvurabilir, hatta güç kullanımına izin verebilir, fakat bu durum 5 daimi üye için geçerli değil, çünkü bunlardan herhangi biri veto hakkını kullanarak, kararının uygulanmasını hatta kabul edilmesini engelleyebilir.
Bana göre Güvenlik Konseyi reformu veto hakkı kaldırılmazsa, kısır bir döngü içinde kalacaktır. Sorun, Konseye dahil olacak yeni üyelerin veto hakkının olup olmayacağı değil, üyelerden herhangi birinin böyle bir hakka sahip olmasıdır. Çünkü bu, adalet ve eşitlik ilkesini ihlal ediyor, çıkarlarını korumak için bunu kötüye kullanabilecek bazı ülkelere avantaj sağlıyor. Büyük ülkelerin veto haklarına sıkı sıkı sarıldıkları bir durumda, kendisini kaldırmak kolay olmayacağı için, en azından, kullanımını kısıtlayan, sömürülmesini engellemek için kurallar koyan mekanizmalar kurulabilir. Bu, uluslararası toplum, ayrım veya hegemonya olmadan daha adil bir temsilin bulunduğu bir dünya perspektifiyle, Güvenlik Konseyi'ni uluslararası barış ve güvenliğin gerçek bir garantörü yapacak bir çözüme ulaşana kadar geçici bir önlemdir.