Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran: Öfke yazına doğru

Son iki hafta içinde çok sayıda, belki de yüz binlerce İranlı, yozlaşmış, baskıcı ve yetersiz gördükleri rejimlerine karşı öfkelerini dile getirmek için ülke genelinde 100'den fazla şehirde protesto gösterileri düzenlemek için sokağa çıktı. Hükümet, bu yılın sonlarında büyük bir ekmek kıtlığı tehdidiyle karşı karşıya. Nitekim buğday stoklarının son derece endişe verici bir seviyeye düştüğüne ilişkin raporlar gelirken, İran'ın yıllık tüketiminin yarısından fazlasına tekabül eden 6,2 milyon ton buğdayın Rusya'dan satın alınması için yapılan müzakerelerin durduğu görülüyor.
Hükümet için başka bir kötü haber daha var. ABD Başkanı Joe Biden’ın selefi Donald Trump tarafından uygulanan yaptırımları göz ardı etme kararıyla canlanmaya başlayan petrol ihracatı, Asya pazarında İran’ın payından daha büyük bir pay almak için ciddi indirimler sunan Rusya'nın rekabetinden ötürü kısmen düşüş gösteriyor. Bir diğer kötü haber de nükleer anlaşmayı canlandırmak ve İslam Cumhuriyeti'ni bazı yaptırımların pençesinden kurtarmak için yapılan Viyana müzakerelerinin tıkanması.
Bu noktada merak edilen soru şu: İslam Cumhuriyeti'nin bir öfke yazına dönüşebilecek şiddetli bir fırtınayla karşılaşmasını beklemeli miyiz?
Bu, İranlıların ülkelerinin haline karşı öfkelerini protesto gösterileri ile ilk kez ifade etmeye çalışması değil. Aslında 1979'da Humeynici din adamlarının yönetiminin ilk haftalarından beri birçok İranlı bunu yapıyor.
Son 10 yılda İran ülke çapında, rejimin temel direklerini sarsan ancak büyük bir değişikliğe yol açmayan en az üç büyük ayaklanmaya tanık oldu. Üç ayaklanmanın her birinde rejim, rüşvet ve şiddet ikilisiyle kontrolünü yeniden sağlamayı başarırken, aynı zamanda protestoların ulusal düzeyde birlik içerisindeki bir liderlik ortaya çıkarmamasından istifade etti.
Peki bu sefer durum neden farklı olsun ki?
Bunu öğrenmek için henüz çok erken olsa da bazı gerçekler, bu seferki durumun farklı olacağını gösteriyor olabilir. Bu gerçeklerden ilki, önceki ayaklanmaların genel siyasi kapsamıyla sınırlı kalması.
Mart 1979, 1981 ve 1982 gösterilerinde olduğu gibi bu ayaklanmaların bazıları, başörtü zorunluluğu veya belirli siyasi grupların bastırılması gibi bireysel meselelerle bağlantılıydı.
Tahran Menkul Kıymetler Borsası'ndaki küçük tasarruf sahiplerinin ve paravan şirketlerdeki yatırımcıların uğradığı kayıplar gibi belirli sektörlerin çıkarlarıyla ilgili başka protestolar da yapılıyordu.
Protestolara yol açan diğer bireysel konular arasında, ulaşım ve şeker kamışı işçilerinin daha iyi ücretler ve çalışma koşulları için mücadelesi ve öğretmenlerin daha fazla akademik özgürlük elde etme ve daha adil maaş standartlarının kabul edilmesi yönündeki talepleri yer alıyordu.
Mahmud Ahmedinejad'ın ikinci kez cumhurbaşkanı olarak seçilmesini sağlayan seçim sahtekarlığına karşı ‘Yeşil Hareket’ gibi bireysel siyasi meselelerle bağlantılı protestolar da yapılmıştı.
Farklı nedenleri ve konuları olmasına rağmen tüm bu protestoların ortak bir özelliği vardı: Hiçbiri rejim değişikliğine yönelik değildi ve en nihayetinde her şey mevcut rejim içinde yatıştırılmıştı.
Ancak bu sefer son protestolar birçok yönden farklı görünüyor. Öncelikle bu protestoların ana teması, açıkça kabul edilmese de rejimi değiştirmektir.
Ülkenin güneyindeki petrol kenti Abadan'da onlarca kişinin ölümüne neden olan Metropol İş Merkezi’nin çökmesinin ardından gösteriler patlak verdi. İlk başta, hızlı bir kâr arayışı içinde olan vicdansız bir yerel müteahhit bu trajedinin müsebbibi olarak görüldü.
Ancak önümüzdeki günlerde Abadan’da bir bildiri dağıtıldı. Söz konusu bildiride “İnşaat ruhsatını kim verdi? Belediye başkanı mı? Peki, belediye başkanını kim atadı? İçişleri Bakanı? Peki, İçişleri Bakanı’nı kim atadı?” soruları sorulduktan sonra Farsça “Balık baştan kokar!” atasözü yer aldı.
İlk kez bazı göstericiler, ‘dini lideri’ hedef alarak ‘kahrolsun Hamaney’ sloganları atmaya başladı. Ayetullah ofisinden kurbanlarla dayanışmayı ifade eden anlamsız bir açıklama yayınlamasını istemeden önce, birkaç gün trajediyi dile getirmeyi bile reddederek halkın tepkisini çekti. Bu, ‘İslam Cumhuriyeti gitmeli’ ve ‘Seyyid Ali, ülkeden defol!’ gibi rejim karşıtı sloganların yükselmesine yol açtı.
Önceki zamanların aksine Hamaney, kimliği belirsiz yetkilileri yeterince ‘İslamcı’ olmamakla suçlayarak protestocuların yanındaymış gibi davranma fırsatından yararlandı.
Bu seferki diğer bir fark ise, protestocuların çoğunun geniş bir görüş yelpazesini temsil etmesidir. Bazı şehirlerde, en az 10-12’sinde, “Rıza Şah, Allah ruhunu mübarek kılsın” gibi sloganlar atıldı! Bu da monarşiye duyulan özlemin arttığını gösteriyor. Daha önceki bazı durumlardan farklı olarak, eski monarşiye özlem duymayan protestocular bile, bu özlemi getiren göstericilerden ayrılmak şöyle dursun, bu sloganlara karşı çıkmadılar.
Bu çok önemli. Zira bu durum, rejimin İranlıları mevcut tiranlık yerine monarşiyle savaşmaya devam etmeye davet ederek bugün sıkıştığı köşeden çıkamayacağını gösteriyor olabilir.