Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Üzerinde durulması gereken detaylar

Hz Yusuf, Kur’an-ı Kerim’de hayat hikâyesi baştan sona kadar düzenli bir şekilde ve detaylı anlatılan tek peygamberdir. Amacımız kıssayı anlatmak değildir. Üzerinde durmak istediğimiz şey Hz. Yusuf’un kıssada sıkça durulan bir vasfına dikkat çekmektir. Hz. Yusuf, kıssasının anlatıldığı Yusuf suresinde beş, En’am suresinde bir olmak üzere altı kez[1] “muhsin” olarak nitelendirilmiştir.
Hz. Yusuf’a doğru hüküm verme yeteneği ile ilim verilmesinin[2] ve Mısır’da kudret ile egemenlik bahşedilmesinin[3] gerekçesi, “Muhsinlerin bu şekilde ödüllendirilmesi” olarak ifade edilmiştir. Hz. Yusuf da Allah Teâlâ’nın kendisine ve kardeşine lütufta bulunmasının gerekçesini “Allah, sakınan ve sabreden muhsinlerin/iyilik edenlerin ecrini zayi etmez."[4] diyerek açıklamaktadır. Hz. Yusuf’un böyle demesinin temel nedeni şu ilahi kaidenin bilincinde olmasıdır: “… Gerçek şu ki, Allah’ın bereket ve rahmeti, muhsinlere/iyilik edenlere pek yakındır!”[5]
Bizim burada üzerinde dikkat çekmek istediğimiz husus, Hz. Yusuf’un hem zindandayken hem de Mısır’da hazinelerinin başında vezir iken kendisine, “Biz seni muhsin/iyi insanlardan biri olarak görüyoruz.”[6] denilmesidir. Yani musibetlerle de makamlarla da denenirken Hz. Yusuf, tutum ve davranışlarını değiştirmemiş muhsin olmaya ve iyilik yapmaya devam etmiştir. Kanaatimce bu durum gözden kaçırılmaması gereken önemli bir detaydır: Hem zor durumdayken hem de güç ve imkânlara sahipken aynı dik duruşu, güzel ahlakı ve muameleyi sürdürebilmek. Üzülerek ifade etmek gerekir ki müslümanlar olarak bugün en çok ve en çabuk yitirdiğimiz özelliklerden birisi de budur.
Bulunulan görev, statü ve makamda kalabilmek pahasına yanlış da olsa yanlışa “yanlış” dememek, yapılan adaletsizliklere ve zulme ses çıkarmamak ve hatta durum gereği şekil almak veya ona göre bir tavır ortaya koymak normal karşılanır hale geldi. Dün dürüstlükleri, doğru sözlü oluşları veya tavizsiz duruşları ile tanınanların, bir makama geldiklerinde bu erdemlerini zedelemeleri normal bir durum olarak görülmeye başlandı. “Bal tutan parmağını yalar.” ve “Dün dündür, bugün bugündür.” söylemleri iyice kanıksandı. Oysa Hz. Yusuf ile ilgili üzerinde durmaya çalıştığımız detay onun “zindanda da sarayda da muhsin olarak” nitelenmesidir. Zindanda veya sarayda oluşu onun muhsin olmasını engellemedi. Etrafındakilere iyilik yapmaya ve ihsanda bulunmaya devam etti. Bir anlamda sahip olduklarını ve imkânlarını “hem darlık hem de bolluk zamanında paylaştı”, “hem sakinken hem de kızgınken öfkesine hâkim olup kendilerine karşı kusurlu davranan insanları bağışlayabildi.”[7] Zira kendisini ne zindana ne de kuyuya atanlara kızıp onlara muhsince davranıp iyilik yapmaktan vazgeçti.
Hz. Yusuf tıpkı ataları Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi davrandı. Çünkü Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmesi ile imtihan edilmesi olayında en önemli detaylardan birisi her ikisinin de gösterdikleri teslimiyettir. Hz. İbrahim’in teslimiyeti gördüğü rüyayı ilâhi emir olarak algılaması, Hz. İsmail’inki ise babasının sözüne gösterdiği teslimiyettir. Bu sebepledir ki zor ve ağır şartlarda gösterilen teslimiyet onların “Muhsin” olarak anılmalarına vesile olmuştur.[8]
Unutmamak gerekir ki bizler peygamber olmadan önce de peygamber olduktan sonra da “emin” olarak bilinen “Muhsin” bir Resulün ümmetiyiz. O halde bize ne oldu ki “emin ve muhsin” olarak anılmaktan uzak düştük? Neden bu ve benzeri güzel vasıflarımız değil de olumsuzluklarımız sayılır oldu?
Madeni, mayası, altyapısı güzel olanları, ne musibetler ne de makamlar değiştiremez. Çünkü onlar öyle “Adamlardır ki ne ticaretler, ne alım-satımlar onları Allah'ı zikretmekten, namazı hakkıyla kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz; zira onlar, gönüllerin ve gözlerin dehşetten allak bullak olacağı Günden korkarlar.”[9] Çünkü sayılan bu vasıflara sahip olanlar, bir tepedeki güzel bir bahçe gibidirler. Bahçeye bol yağmur yağdığında meyvelerini iki kat verir. Hatta yağmur değmese bile, yüksekliğinden dolayı ince bir yağmur, bir çisenti düşer, yine de ürününü verir.[10] Yani her hâlükârda ihsanda bulunmaya ve muhsin olmaya devam ederler.
[1] el-En’âm 6/84; Yûsuf 12/22,36,56,78,90
[2] Yûsuf 12/22
[3] Yûsuf 12/56
[4] Yûsuf 12/90
[5] el-A’râf  7/56
[6] Yûsuf 12/36,78
[7] Âl-i İmrân 3/134
[8] es-Sâffât 37/103-106
[9] Nûr 24/37
[10] el-Bakara 2/265