İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Cole'dan Fukayama'ya, Batı nereye gidiyor?

1833'ten 1836'ya kadar Amerikalı ressam Thomas Cole, Washington'daki Ulusal Sanat Galerisi'nde hala sergilenen ve “İmparatorluğun Rotası” başlığını taşıyan beş tablo yaptı. Tablolar denizle buluşan bir nehrin yanındaki yüksek bir vadinin sonunda kurgusal bir şehrin kuruluşunu ve yükselişini anlatıyor.
Tablonun izdüşümleri çok net, özellikle de vadiye bakan uçurumun üzerindeki devasa kaya, bazı sanat eleştirmenlerine göre, insanlığın değişen durumunun aksine, yeryüzünün değişmezliğinin bir ifadesidir.
İlk tablo, Kuzey Amerika'nın ilk dönemlerinde olduğu gibi, insanlığın ilkel durumunu, yani yiyecek için avlanmayı temsil ediyor. İkinci tablo, eski Yunanistan'da bulduğumuz şekliyle pastoral veya kırsal durumu ifade ediyor. Üçüncüsü, imparatorluğun mükemmelliği olarak adlandırılıyor ve eski Roma'yı sembolize ediyor.
Medeniyetin seyri, yıkım, yağma ve talanı resmeden dördüncü tabloda değişiyor. Tablo büyük olasılıkla Cole göre Vandal kabileler tarafından 455'te Roma'nın yerle bir edilmesini sahneliyor. Bu sahne son tabloya, insanlığın ilkel haline dönerken gün batımının solgun ışığında şehrin kalıntılarının görüldüğü, uzaktan ay ışığının hüzünlü gibi göründüğü ve bulutların kalıntılarla dolu nehrin üzerinde gezindiği Yıkım tablosuna kadar uzanıyor. Cole, sanki bu kasvetli tablo aracılığıyla tüm imparatorlukların çöküşlerinden sonraki kaderine gönderme yapıyor.
Yaşanan radikal tektonik kaymalar ortasında bizim ve dünyanın aklına şu soru geliyor; insanlığın yolu döngüsel midir ve olayları tarih boyunca yinelenir mi yoksa geriye hiç dönmeden hep ilerleyen bir mermi gibi uzun döngülü müdür?
Yukarıdaki soru işaretinin arkasında, ABD ve Avrupa'yı kasıp kavuran yeni aşırılık yanlısı popülizm dalgalarının bir sonucu olarak çökmekte olan Batı demokrasisinin özellikleri ve hatları duruyor. Bu dalgaların yakıtı, sosyal ve ekonomik baskılar ve bazen göçmen düşmanlığı, bazen de kültür savaşları uydurmak şeklinde tezahür ediyor. Bu, geleneksel Batı demokrasilerinin, Rusya'nın Batı liberal düzeninin on yıllardır tanık olduğu "en şiddetli saldırıyı" başlatmasıyla aynı zamana denk gelen bir iç sınavdan geçtiği anlamına geliyor.
Bilhassa sağcı ve popülist güçlerin, akaryakıt fiyatları ile diğer mal ve hizmet fiyatlarındaki artışlardan, hükümetlerin enflasyonu frenleyememelerinin bir sonucu olarak yaygınlaşan derin hayal kırıklığı duygularından yararlanmalarının gölgesinde, Batılı kuluçka merkezleri Cole'un “Yıkım” tablosuna yakın görünüyor.
Son ekonomik gelişmeler bazılarını ırk, cinsiyet, din ve göç kaynaklı tartışmalı bir söylemle harekete geçmeye sevk etti. Bu da varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olan modern Batı kültürü hakkındaki konuşmaların yayılmasına ve yaygınlaşmasına yol açtı.
Batı liberalizminin çöküşü, Cole'un beşinci tablosu olan Yıkım’da olduğu gibi ister iç savaşlar, isterse kitle imha silahlarıyla bir dünya savaşı yoluyla olsun, yıkım mı olacak?
Cevabı Francis Fukayama'nın “LIBRALISM AND ITS DISCONTENT” (Liberalizm ve memnuniyetsizlikleri) adlı son kitabında bulabilirsiniz. Fukayama kitabında, özellikle Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı medeniyetinin üzerine inşa edildiği temel olan ve günümüze kadar devam eden liberal doktrinin tehlikede olduğunu belirtiyor. Farklı düşünme, bireysel haklara saygı ve hukukun üstünlüğü, şimdi demokrasinin durgunluğu adı verilen ve buhranla sonlanan şeyle tehdit ediliyor.
Fukayama'nın son teorisini destekleyen herhangi bir veri var mı?
Freedom House'a göre, dünya çapında siyasi haklar ve sivil özgürlükler son 16 yılda her yıl gerilemeye tanık oldu. Bu, liberalizmin kendi imha tohumlarını rahminde taşıyıp taşımadığı sorusunu sormayı bir zorunluluk haline getiriyor.
Japon asıllı Amerikalı düşünüre göre, liberalizmin siyasetin düzenleyici bir ilkesi olarak 17. yüzyılda ortaya çıkışından beri politikanın dikkatini, belirli bir din, ahlaki inanç veya kültürel gelenek tarafından belirlenen onurlu bir yaşam arayışından uzaklaştırmaya çalıştı.
Bu durum, manevi boşluk ve yıkım aşamasına gelme nedenlerinden biri midir?
Liberalizmdeki iradesiz doğanın manevi bir boşluk yarattığı sonucuna varılabilir. Liberalizmde bireyler kendi yollarında ilerlerler ve topluma karşı sadece zayıf bir duygu beslerler. Liberal toplumlar genellikle amaçsız maddi tatmin arayışını teşvik ederler.
Putin'in işgalinin Fukayama'nın liberalizm görüşünü güncelleştirmesinde bir etkisi var mı?
Büyük olasılıkla öyle, zira Putin'in yaklaşımı, ne yazık ki dünyanın Alman filozof Immanuel Kant'ın savunduğu "ebedi barış" durumuna, o tarih sonrası ana henüz ulaşmadığını, acımasız askeri gücün, liberal ülkeler için barışın nihai garantörü olmaya devam ettiğini gösterdi. Bu gücün, Batı'nın değerlendirmelerine ve takdirlerine göre Rusya ve Çin örneğinde olduğu gibi, kökleri liberalizme bağlı olan otoriter güçlerin dayanak noktası olmaya devam edeceğini söylemeye gerek yok.
Fukayama, günümüz dünyasının, genellikle işgal, şiddet, zorla asimilasyon ve kültürel sembollerin kasıtlı manipülasyonunu içeren tarihsel çatışmaların sonuçları şeklinde ortaya çıkan sosyal yapılardan ibaret olduğunu iddia ediyor. Böylece kendilerini “ Zero sum struggle” (Sıfır toplamlı oyun) adı verilen yararsız bir çatışmanın içinde bulan belirli kimliklere sahip gruplar ortaya çıktığını söylüyor. Bunun nedeni, bir taraf için her kazanımın diğeri için bir kayıp olması, dolayısıyla aralarında ortak hiçbir şeyin olmaması. Bu da askeri çatışmanın kaçınılmazlığı anlamına geliyor.
1914'te Avrupa, neredeyse bir asırdır büyük ölçüde yıkıcı çatışmalardan uzaktı, ancak buna rağmen Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yaşandı.
Bu noktada, Cole'un 19. yüzyılın ortalarındaki Yıkım tablosu ile önceki iki dünya savaşının sonuçları arasındaki fark, nükleer bir çatışmanın gerçekleşmesi durumunda olası hasarın boyutu olabilir.
Tarih döngüsel gibi görünüyor, bunun için Amerikalı tarihçi Arthur Mayer Schlesinger'in ilerlemeci çizgi görüşünden özür diliyoruz.