Cuma Bukleyb
TT

Libya: Bu gecenin bir sonu var mı?

Dünyanın çeşitli yerlerindeki şehirlerin birbirlerinden farklı olduğu aklı başında kimseler için bir tartışma konusu değildir. Şehirler birbirine komşu olsalar ve birçok özelliği paylaşsalar bile birbirine benzemezler. Mutlaka birini diğerinden ayrıştıran bir fark mevcuttur. Bazen bu fark, bir güvercini diğerinden ayrıştıran fark kadar küçüktür ve bu yalnızca araştırmacı, dikkatli ve bilen birine görünür. Bazen de boşluk genişler. Ancak çeşitli derecelerdeki bu farklılıklar, ulusların pusulalarını kaybettikleri zamanlarda aniden ortadan kalkar. Bu durumda farklılıkları çözmek için silaha başvurulur ve hayatlar alt üst olur. Mahalleler, sokaklar ve meydanlar savaş alanlarına dönüşür. Anlaşmazlık uzlaşının yerini alır ve beraberinde yıkımı getirir. Böylece şehirler arasındaki fark kaybolur, ıssızlık ve dehşet içindeki şehirler birbirine benzer hale gelir. Ukrayna'nın başkenti Kiev ile Libya'nın başkenti Trablus bunun örneğidir.
Savaşlar ve özellikle de iç savaşlar, şehrin üzerindeki hoşnutluk giysisini çıkarıp yas giysisini giydirir. Belki de bu nedenle, eski çağlardan beri insanlar, kendileriyle olan barış antlaşmasını terk etmiş bir şehri ziyaret etmekten kaçınmışlardır. Ancak bazı hallerde ve zorlayıcı koşulların bir sonucu olarak, miras kalan geleneği görmezden gelmekten başka çare bulunamaz. Seçeneği olmadığı için zoraki yapılan bir eylem için kullanılan şu atasözü bunu özetlemektedir: Kardeşin bir kahraman değil, yalnızca mecbur. Yakın zamanda, “kanlı cumartesi” olarak bilinen olayın bitiminden yalnızca bir gün sonra Trablus'a gelen benim gibi bir ziyaretçi bunu hatırlayabilir. Trablus halkı bu günde, 2011'den beri çeşitli silahlı gruplar arasında süregelen şiddetli güç ve zenginlik mücadelesinin en kötü dönemlerinden birini yaşadı.
Bu son çatışmalar 27 Ağustos Cumartesi gecesi başladı ve ertesi günün sonuna kadar durmak bilmedi. Şehrin merkezindeki yoğun nüfuslu mahalleler, çeşitli silahların kullanıldığı kanlı ve şiddetli savaşlara tanık oldu. Kurbanlarının çoğu sivildi ve çoğu evlerinin içinde öldürüldü. Salı sabahı şehre geldiğimde savaş alanlarına gitmek istedim. Gördüğüm dehşet ve yıkım karşısında hayrete düştüm. Evler açılan ateşler sonucu harap olmuş insanlar evsiz kalmıştı. Sokaklarda ve caddelerdeki onlarca araba hurdaya dönmüştü. Havada hala barut ve ateş kokusu vardı. Silahlı çatışmalar dolayısıyla ve içine düştükleri dehşetin şiddeti nedeniyle halkın gözünde keder, yas, öfke ve hayal kırıklığı okunuyordu.
Son savaşlar silahlı grupların sayısını azalttı. “Trablus Devrimcileri” olarak bilinen taburlar ve Nevasi Güçleri gibi diğer silahlı gruplar karargahlarını ve cephanelerini kaybederek toz oldular. Trablus şu an iki askeri gücün kontrolü altında: “Caydırıcı Güç ve İstikrarı Destekleme Gücü.” Birincisi, Selefi bir liderin öncülüğünde, Selefi bir siyasi projeye sahip dini bir gruptur. İkincisi ise doktriner ve ideolojik çerçevelerin dışında bireysel bir proje olmakla birlikte güç mücadelesi denkleminde göz ardı edilemeyecek bir konuma yükselmiştir. İki gücün liderlikleri arasındaki farklılıklar, gelecekte aralarında savaş çıkma ihtimalini güçlendiriyor. Diğer taraftan iki gücün askeri olarak büyüklüğü, çatışmayı önlemek için caydırıcı bir rol oynayabilir. Çünkü böyle bir çatışma, yalnızca başkent Trablus için değil, tüm Libya ve geleceği için bir felaket olacaktır.
Libya Ulusal Birlik Hükümeti Başbakanı ve Savunma Bakanı Abdulhamid Dibeybe, son savaşa sebep olanların tutuklanması yönünde askeri savcıya talimat verdi ve ayrıca silahlı gruplara ait tüm kampların başkentten çıkarılması yönünde karar aldı. Kimse bu kararların uygulanacağına dair bahse girmiyor. Çünkü kimse, bahsi geçen iki gücün liderleri tarafından rehin alınan, dişleri sökülen bir hükümetin, silahlı grupları başkentteki karargahlarını terk etmeye zorlayabileceğine inanmıyor. Garip olan, daha önceki hükümetlerin çoğunun, çatışan grupların kendi aralarındaki savaşlardaki kayıpları telafi etmeye ve sivil kurbanların tazminatını görmezden gelmeye hevesli olmasıydı. Geçmiş yılların deneyimleri, batıda, doğuda ve güneyde silahlı grupların liderlerinin hukukun ve devletin üstünde olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim hiçbir hükümet silahlı örgütlerin liderlerini işledikleri suçlardan dolayı yargılamamıştır. Bu sefer farklı olan ne var?
Politikacıların kameralar önünde durup, yürekleri öfkeyle kabaran vatandaşların kırgınlıklarını gidermek için vaatlerde bulunmaları kolay değildir. Genellikle ertesi gün bu sözleri arkalarında bırakır ve hiçbir şey olmamış gibi rollerine geri dönerler. Libya'da on yıldır yaşananlara bir göz atmak bile dünyanın gözü önünde 6 milyon vatandaşın bedelini ödediği bir trajedinin derinliğini görmek için yeterlidir.