Sam Mensa
TT

Ukrayna, başörtüsü ve korona

Geçen ayın sonlarında, ABD ve Arnavutluk tarafından sunulan ve Rusya'nın Ukrayna'da işgal ettiği toprakları ilhak etmek için düzenlenen referandumları kınayan bir karar taslağı BM Güvenlik Konseyi’nden geçemedi. Taslak 10 üye devletin desteğini alırken Rusya kararı reddetti, 4 ülke, Çin, Brezilya, Hindistan ve Gabon ise çekimser kaldı.
Bu sonuç, Moskova ve dostlarının, değişen derecelerde de olsa, uluslararası sistemi değiştirmeye ve özelde Güvenlik Konseyi'ni, genelde BM'yi, işleyişini aksatacak ve etkinliğini yok edecek büyük bir hasara uğratmaya çalıştıklarını teyit ediyor. Karar taslağı bilhassa BM üyesi ve Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan bir ülkeyi, başka bir ülkenin bölgelerini güç kullanarak ilhak etmekten mahkum etmeyi amaçladığından, Çin, Hindistan ve Brezilya'nın çekimser kalması bu hasarın sonuçlarından biri. BM Genel Sekreteri de bunun altını çizdi: "BM Antlaşması açık ve nettir. Bir devletin topraklarının başka bir devlet tarafından güç kullanımı tehdidi veya doğrudan güç kullanımı sonucunda herhangi bir ilhakı, BM Antlaşması ilkelerinin ve uluslararası hukukun ihlalidir".
Washington, 3 ülkenin çekimser kalmasını Moskova'yı kınama olarak değerlendirirken, gerçek farklı olabilir, çünkü Rusya'nın yaptığı çok fazla yargıda bulunmayı gerektirmiyor ve Moskova'yı kınamaktan ziyade desteklemeye daha yakın olan oy kullanmaktan kaçınmayı gerektirmiyor. Bu ülkelerin Güvenlik Konseyi'ndeki performansının, Eylül ayında Şanghay Örgütü'nün Semerkant Zirvesi’nde olup bitenlerin, bazı ülkelerin Rusya'nın Ukrayna'daki askeri operasyonunu kınamayı reddetmesinin son örneklerini oluşturduğu uluslararası sistemi değiştirmeye yönelik çok sayıda ve giderek artan girişimlerle eş zamanlı olarak, küresel düzen karşıtı 3 ana ülke, Rusya, İran ve Çin’den endişe verici işaretler geliyor. Bunlar, rejimlerini ve iç koşullarının istikrarını tehdit ediyor. Elbette Rusya'daki sorun, farklı nedenler, özellikler ve siyasi rejimin doğası gereği İran veya Çin'deki ile aynı değil. Rusya'nın sorunu liderinin despotluğunda, İran'ın sorunu Veliyy-i Fakih vesayet sistemine dayalı dini kurumun egemenliğinde, Çin'in ise iktidar partisinin diktatörlüğünde yatıyor. Bununla birlikte, aralarındaki ortak payda, iradesini kısıtlamasız veya koşulsuz olarak dayatan, genellikle şeytanları uyandıran, sağduyuya veya insanlığa karşı kararlar veren pervasız despotlar olarak tanımlanabilecek liderleri olmayı sürdürüyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Moskova'daki yönetici zümrenin, Ukrayna kuvvetlerinin binlerce kilometrekarelik bir bölgeyi geri aldığı çarpıcı karşı saldırıdan sonra endişeli olduğuna şüphe yok. Keza 6 aydan fazla bir süre sonra, Ukrayna'daki askeri operasyonun ordunun zayıf performansı, kullanılan silahların ve teknolojinin Batılı ülkelerdeki muadillerine göre etkisizliği, hepsinden önemlisi, ekipman, mühimmat, yiyecek ve yakıt gibi lojistik yöndeki büyük eksiklikler olsun tüm cephelerde sekteye uğramasından kesinlikle kaygılılar. Bu eksiklikler, Putin'in bir yandan gerçek Rus gücüne, diğer yandan Ukrayna'nın gerçek askeri gücü ve savunma kararlılığına ilişkin yanlış bilgi ve tahminlerin kurbanı olup olmadığı sorusunu akla getiriyor. Putin ABD ve Avrupalıların ne niceliksel ne de niteliksel olarak verdikleri tepkiyi de belki beklemiyordu.
Ukrayna'daki savaş öncesi ve savaş sırasında, hatta Putin'in iktidara gelmesinden bu yana Rusya'nın siyasi gerçekliğine de bakmak gerekiyor. Ukrayna'daki başarısızlıkların yol açtığı öfkenin bir yansıması olarak, eskiden rejime sadık kişiler de başarısızlıkları hakkında söylenmeye başladı. Birçok Batılı gözlemci Rus rejimini yekvücut olarak görme eğiliminde olsa da, gerçek daha karmaşık. Savaşın muhalefetin kapsamını daralttığı doğru, ancak yönetici seçkinler içindeki birçok rakip taraf, özellikle yaptırımların Rus ekonomisi üzerindeki etkileri konusunda seslerini hala duyurabiliyor.
On yıllardır ekonomik yaptırımlar altında olan İran ise, doğrudan nedenleri farklı olsa da ortak paydası yönetimin politikaları ve uygulamaları olan birçok protestoya tanık oldu. 1989 yılındaki protestonun nedeni dini mercii Hüseyin Ali Muntazeri'nin Veliyy-i Fakih'in yardımcısı görevinden alınmasından sonra dini mercii kurumu içinde çıkan krizdi ve o dönemde bu krize “fitne” denilmişti. 1999’da 6 gün süren öğrenci protestoları yaşandı. 2009’da cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları nedeniyle patlak veren ve Emir Hüseyin Musavi ile Mehdi Kerrubi'nin bugüne kadar ev hapsine alınmasına yol açan Yeşil Devrim gerçekleşti. 2017’deki protestoların nedeni pahalılık ve yüksek fiyatlardı. 2019’daki protestolar ise benzin fiyatlarındaki artış nedeniyleydi. Bu yazı yazıldığı sırada, genç kız Mahsa Amini'nin rejimin kadınlara dayattığı kıyafet kurallarını ihlal ettiği için Ahlak Polisi tarafından tutuklanmasının ardından hayatını kaybetmesinin akabinde çeşitli İran şehirlerinde patlak veren protestolar ve huzursuzluklar 3 haftadan fazla bir süredir devam ediyordu. Bu, belki de Tahran Mollalarının karşı karşıya olduğu en tehlikeli kadın ve genç devrimi. Zira İran'daki katı yönetimin temel sayılan direklerine kadar uzanıyor. Yaptığı çağrılardan biri de kadınlara bedenleri konusunda özgürlük, kıyafetlerini seçme hakkı verme, dünyanın geri kalan kadınları gibi düşünce, müzik dinleme ve hayattan zevk alma özgürlüklerini yeniden kazanmaları. Protestolarda atılan sloganlar rejimin kimliğini değiştirmek için referandum çağrısı yapma kertesine vardı.
Çin'e gelince, durumu Rusya ve İran'dan farklı ama aynı zamanda birçok sorundan muzdarip. Bu sorunların en önemlileri; yüksek borçlar, iflaslar, emlak krizi, emtia ve gıda fiyatlarındaki yükseliş, gençler arasındaki yüksek işsizliğin yanı sıra, Pekin’in politikasının, şeffaflığın yokluğu ve kullanılan aşıların etkinliği, kapanma politikası ve sanayileşme üzerindeki yansımaları başta olmak üzere birçok düzeyde “korona” salgınıyla mücadelede ortaya çıkan başarısızlığı. Buna ek olarak, politikacılardan, medya çalışanları, araştırmacılar ve akademisyenlere kadar muhaliflere yönelik baskı, Hong Kong sorunu ile Müslüman Uygur azınlığa karşı davranışların sonuçları ve daha birçok sorun devam ediyor. Bütün bunlarla birlikte Çin Devlet Başkanı Şi Cinping bu ayın 16'sında düzenlenecek Komünist Parti Kongresi'nde eşi görülmemiş bir hamleyle üçüncü kez seçilmek için çabalıyor.
Bu üç ülkenin şartlarını alt üst eden Ukrayna'daki savaş, başörtüsü meselesi ve “korona” salgınını bir araya getiren bir tesadüf mü yoksa her şeyden önce çılgınlık noktasına ulaşmış otoriter bir eğilimden kaynaklanan kötü performansın birikimi mi?
Yeni olan, bu ülkelerin birlikte, Ukrayna'daki savaşın arka planında, genel olarak Batı ile devam eden çatışmalarıyla bağlantılı olarak kötüleşen iç sorunlardan muzdarip olmaları. Üç ortak paydaya sahip olmaları da dikkat çekici ve bunların ilki, her şeyden önce halkın bedelini ödediği despotluk. İkincisi, Hong Kong hariç, Çin'de halen gizli, Rusya ve İran'da ise aleni olan protesto hareketlerinin ivmesi. Bu, özgürlüklerin kısıtlanması, baskılarının ivmesinin artması ve ekonomik koşulların daha da kötüleşmesinin bir sonucu. Üçüncüsü, genel olarak Batı'ya ve özel olarak ABD'ye düşmanlık.
Komünizmin Rusya'da çöküşü ve Çin'de tek parti kapitalizmine dönüşmesiyle ideolojik yönü çökmesine rağmen, Batı ve ABD'ye düşmanlığın nedenleri çok. Batı’nın kibri ve kendini beğenmişliği, değerlerini tartışmaya kapalı küresel değerler olarak görmesi, hatta bu değerlerin birçok yönden ideolojik prensipler haline gelmesi, ek olarak, tüm dünyayı istila eden ve birleşik bir yaşam tarzı dayatan yumuşak güç açısından Batı’nın üstünlüğü nedeniyle söz konusu ülkeler düşmanlıklarında haklı olabilirler.
Rusya (özellikle de Putin döneminde) başta olmak üzere bu gerçeği reddeden ülkeler, bu dinamiği kırmaya çalışıyorlar ve bu da bir tür çarpışmaya yol açtı. Koşullar, Ukrayna'yı savaş alanı olarak seçti. Sorun şu ki, Rusya ve İran'ın hedefleri ve hatta birçok hayali var, ancak bunlara ulaşmak için ekonomik, askeri ve teknolojik yeteneklerden yoksun olabilirler. Çin'in hem hedefleri ve hayalleri var hem de gelecekte bunları gerçekleştirmesine yardımcı olabilecek unsurlara sahip.
Batı her zaman haklı değil ve şimdi rasyonel liderlik eksikliği yaşadığından siyasi açıdan sayısız hataları bulunuyor. Özgürlükle tam serbestliği birbirine karıştırdığı ve doğaya karşı gelerek toplumsal cinsiyeti ortadan kaldırmaya varacak kadar hak kavramlarında çok ileriye gittiğinden sosyal açıdan çok hatalıdır. Tek başına tüm gerçeğe sahip bir taraf yok,  dünyanın rasyonel yolu özgürlük, halkların özgürlüğü ve bireysel özgürlükler için kendi kaderini tayin hakkı yönündedir. Eski ve yeni diktatörlerin ve despotların bekalarını engellediği için kabul etmekten kaçındıkları da budur.