Abdulaziz Tantik
TT

Kendin olmaya dair…

İnsanın kendisi olması, herhangi bir etki ile hareket etmeden kendi isteğini yerine getirme çabasına sahip olmasıdır. Niyet ve eylem birlikte iş görmektedir kendin olmada… Salt niyet ettim kendim olmaya dediğinizde ve eyleme geçmediğinizde kendiniz olma isteğiniz bir hayal olur. Onu eyleme dönüştürdüğünüzde kendiniz olursunuz, kendiniz olduğunuzda ise etki ve tepkinin dışında bir olgunun, duygunun, fikrin ve niyetin mümkünlüğünü görürsünüz…
İnsanın kendisi olması demek,  gönüllü olarak yapılması gereken işleri yapması anlamına gelir. Bir şeye yönelecekse, bir şeyden kaçınacaksa veya bir şeye müdahil olacaksa bunu kendi gönül rızasına matuf olarak yapmasıdır. Bunun tam olarak gerçekleşmesi için ise; farkı öğrenmesi, bilmesi ve farkındalığına sahip olması elzemdir. Fark bize kendi olma hayalimizi gerçekleştirme zemini sunar. Bir şeyi istemek ile başkasının aynı şeyi istemesi arasındaki farkı kavramadan gönüllü olmayı anlamak zorlaşmaktadır. Gönüllülük  -ki kendin olmanın temelini kurar-; seni etkileyecek herhangi bir şeyden etkilenmemek ve yine size yönelik yapılmış bir eylemden dolayı tepkisel davranmamayı da içermektedir. Etki ve tepki meselesi bir şeyi olduğu gibi anlama ve kavrama istidadına zarar verir. Bir şeyi olduğu anlamak ve kavramak, onu etkileşim dışında olduğu gibi görmekle ilişkilidir. Bir şeyi olduğu gibi görmek, onun diğerleri ile arasındaki farkı ve onun öznelliğini de kavramak anlamına gelecektir. Bu da ilişkiye geçilecek şey ile ilişki doğal bir zemine yaslanacaktır. Gönüllü olmak ile doğal olmak arasındaki bağıntı da burada açığa çıkar.
Doğal olma, etkileşim dışında kalabilme becerisini gösterebilmeyle orantılıdır. İnsan, etkileşim içinde var olur. Ama bu etkileşim onun doğasına yabancılaşmasını sağlamaya yönelik bir etki orta çıkarır. Burada asli olan ile değişen arasındaki dengenin oluşturduğu gerilimi dikkate sunmakta yarar var. İnsan tabii ki etkileşim içinde var olacaktır. Ama bu etkileşimi doğasının bir parçası haline taşımamalıdır. Hatta etkileşimi doğasının temelinden hareketle başardığı zaman o etkileşime mebni olan şeyi de doğasının bir parçası kılarak onu gönüllülüğün zemini kılar.
Her sahtelik ki bu doğal olmaktan uzaklaşma veya birilerinin etkisinde gönüllü olmadan bir şeylere yönelmeyi de içerecek şekilde anlaşıldığında gerçekleştiğinde kişiyi yabancılaştırır. Yabancılaşma ise samimiyeti öldürür, samimiyet olmadığı zaman gönül zedelenir. Gönüllü olma istidadı yara alır. Bir hadiste ifade edildiği gibi: ‘Kalbinize küçük, küçük yanlışlar ile küçük noktalar düşürerek bunu süreklileştirdiğinizde kalbiniz kararır.’ (benim yaklaşık anladığım anlamı) . İşte yabancılaşma kalbi katılaştırma ve kapkara olmasına zemin oluşturmadır. Yani gönüllü olma, sahteden kurtulma, sahteden kurtulma ise yabancılaşmadan kurtulmayı içerdiği gibi, kalbi temiz tutmanın imkânını da sunar. Bu yüzden kişi, gönüllü olarak bir şeye yöneldiğinde kalbi saflığını ve samimiyetini de ekler, doğal olmasına katkı sunar. Böylece yapılan işten bir hayır çıkmasına vesile olur.
Şimdi gönüllü olmak, doğal olmak, kendin olmak gibi temel aksiyomları birlikte düşünmeye açıklığımızı belirginleştirerek meseleye yaklaşalım…
Kendin olmak, kişinin kendisine yöneltilmiş amacın/yaratılış amacının gerçekleştirilmesine matuf bir arayışın tezahürüdür. İnsan yaratılışının doğası ile yaratılışının amacının kendisine yüklediği doğası arasında bir gerilim yaşar. İnsanın varlığı iyiye ve kötüye meyyal olması, insanın iyiye yönelmeyi bir amaç olarak ortaya koyması arasındaki gerilim, kişinin davranışlarına etki ettiği gibi düşünce dünyasına da etki eder. Bu gerilim, kişinin etkileşimdeki duygu durumunu da etkiler. Kendin olma, gönüllü katılma, doğal hali kişinin etkileşimden olumsuz etkilenmeyi devre dışı tutmayı, olumlu etkileşimi, hatta etkileşimde irade gösterisini belirgin kılar. Bu da doğal hali olduğunda artık kişi, süreklileştirilmiş bir samimiyet ile safiyetini kurar ve şeytanın iğvasına karşı kendi korunağını oluşturur, İlahi lütuf sayesinde…
Bir şeye gönülden yaklaşmak, katılmak, onu benimsemek, kendin olmanın temelini kurar. Kişinin kendi doğasını doğru konumlandırdığı zaman, farkını idrak ederek bu farkı gözeterek hareket ettiğinde ise doğallığını güçlendirir. Bu güçlendirilmiş doğa, gönüllüğü asli unsura dönüştürür. İşte bu asli unsura dönüşmüş gönüllülük kendin olmayı zorunlu bir konuma taşır. Bu süreçte her adımda, alanda, katmanda da ilahi İnayetin varlığını da aklından hiç çıkarmadan tabii…
Kendin olmanın yabancılaşmanın zıttı olduğunu biliyoruz. Gönüllülüğün ise sahteliğin karşıtı olduğu da bedihidir. Kendin olmak ise başkası olmaktan azade oluş olduğu da açıklık kazandı. İşte mesele burada saklı… Başkası olmadan doğal olman, sahteliğe kaçmadan, gönüllü olman, saf ve samimi olman, kendin olmanın anahtarını sana verecektir.
Kalbin mutmain oluşu ilahi zikir ile gerçekleşir. Mutmainlik, yanlış yapmaktan uzaklaşma anlamına gelir. Bu uzaklaşmayı sağlayan şey ise mutmainliğin insana kazandıracağı sükûnet ve durgunluktur. Dalgalı suda hareketler kaybolur. Durgun suda ise her hareket gözlemlenir olur. İşte durgunluğu sağlayan ruh, kalp ve beden her hareketi tespit ederek o hareketin neliğine dair sağlam ve sahih bir duygu sahibi olur. Bu da tepkilerinin olumlu oluşunu garanti altına alır. Sükûnet ise etkileşimdeki olumsuzluğu engeller. Etkileşimin oluşturacağı etkiyi sükûnet tam olarak fark eder ve bu farkındalık ile onu diğerlerinden ayrıştırarak doğru eyleme yöneltir. Burada farkın açığa çıktığı zemin önemli. Gönüllülük bu zemini sunar. Doğal olma, bu zemini güçlendirir. Kendin olma ise irade ile bu zemine yaşam alanı sunar.
Örnek bir olay üzerinden meseleyi biraz daha anlaşılır kılalım:
Namaz kılma meselesi, kişinin kendi isteği ve gönüllü arzusu üzerinden gerçekleştiğinde onu her türlü kötülükten azade kılar. Yani namaz kılan bir kişinin kötülüğe meyyal oluşu neredeyse imkânsız olur. Ama namaz kılan ve bir sürü kötülük yapan kişiye hayatımızda rastlamışızdır. Fakat Kuran, bize ‘namazın kişiyi, Fahşa’dan, Münker’den ve Bağy’den uzak kılacağını açıkça söylüyor. İşte eğer salt geleneğin bir tevarüsü olarak namaz kılıyorsa kişi, namaz onu itminana taşımıyor. Çünkü onu samimiyet üzere kılmıyor demektir. Çünkü öyle öğrenmiş ve öyle meşru görüldüğü ve kendisine de meşruiyet sağladığı için kılıyordur. Bu da onda bir itminan, imanın temel bir göstereni kılmıyor. Ailesinden öğrenen kişiler, sonra aileden uzaklaştığı andan itibaren namazı terk etmeye meyyal olurlar ve çoğu namazı terk eder. Sosyolojik olarak kırsaldan kente göç edenlerde bunu daha fazla gözlemleme imkânı bulunur. Ama namazı bir şuur ile kılan, namazın doğasını tam olarak idrak eden ve bu doğanın kendi doğasının temelini kurduğuna iman eden kişi ise namazı bir başka türlü kılacaktır. Bırakın terk etmeyi, bilakis her zeminde ve anda namaz ile iştigalini artıracaktır. Bu şuur farkı kişinin tutumunun belirleyiciliğini de işaret ediyor. İşte ‘Ey iman edenler iman ediniz’ emri ilahisini de bu düzlem üzerinden anlamamız mümkündür.
Burada şuur ve iman ilişkisi önemini açığa çıkartır. İman, şuurun besleyicisi ve farkın açıklayıcısı konumunu taşıyor. İman etmeyen kişinin kendi olma hayali de gerçekleşme şansı bulamaz! Burada kendin olman, gönüllü olman, yaratılış amacına matuf bir karakterin kendisine binaen anlamlandırılması gereken bir şeydir. İman, şuurun derinliğini sağlar. Bu derinliğin üzerine bina edilmiş benlik, kendisi olmayı idrak ederek, kendisi olma arzusunu iradesi ile destekler ve hayata geçirir. İşte bu hayata geçirme eylemi gönüllülüğü ve doğallığı içinde taşır. İman olmadan kendin olman, gönüllülüğü sağlaman ve doğal halini belirginleştirmen zorlaşır. Çünkü kişi, sürekli bir saldırı altındadır. Bu saldırı, doğanın kendisinden gelebilir, kötü arzuların tetiklemesinden gelebilir, ins ve cin şeytanların tasallutundan gelebilir, seni belirleme imtiyazı kazanma arzusu taşır ve sen buna ne kadar direnebilirsin, belli değil! İnsan, etkileşime açık dedik; iyiye ve kötüye açıklık…
Burada bu saldırılar kişiyi kendisine yabancılaştırır ve düşman kılar. İnsan kendi hedefine düşman olduğunda kendisine düşman kesilmiş olur. Bu temel gerçekliği dikkate alarak meseleyi ele almalıyız. Yeryüzüne düşüşümüz, saldırıya açıklığımızı da işaret eder. İlahi İnayet ise iman üzerinden bize ulaşır. İman etmeden ilahi inayeti kazanmamız imkânsızdır. Bu yüzden iman etmek, iman üzerinden şuur sahibi olmak ve bu şuur üzerinden farkındalığa sahip olup, yabancı ve sahtenin yerine doğal ve gönüllülüğü koyarak kendin olmayı seçen insan, ilahi inayete mazhar olur.