Mustafa Özcan
TT

DEAŞ niye İran’ı seçti? 

İranlı yetkililer ve haber kaynakları 26 Ekim'de (2022) Fars eyaletinin yönetim merkezi Şiraz kentindeki Şah Çerağ Türbesi’ne düzenlenen silahlı saldırıda aralarında çocukların da bulunduğu 15 kişinin hayatını kaybettiğini duyurdu.  Saldırının faili olayın hemen ardından yaralı şekilde ele geçirilmiş ve tedavi için hastaneye kaldırılmıştı. Yetkililer bilahare yaralı ele geçirilen saldırganın kurtarılamadığını ve hastanede öldüğünü ilan ettiler. Bu detay her türlü yoruma açık.  Saldırıyı terör örgütü DEAŞ üstlenmişti. Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyine ait "Nournews" saldırıyla ilgili haberinde, saldırganın yabancı uyruklu olduğunu duyurmuş ancak uyruğuna ilişkin bilgi vermemişti. Yarı resmi Fars Haber Ajansı ise saldırganın adının "Hamid Bedahşan" olduğunu yazarken yetkililer tarafından uyruğu karanlıkta bırakılmıştır. Milliyeti farklı bile olsa ismi İran isimlerini hatırlatmaktadır.  İranlı yetkililer olayla ilgili yorumlarında saldırganı tekfirci olarak nitelendirmişlerdi. Genellikle türbelere yönelik saldırılar tekfirci zümreler tarafından işleniyor.  Şiraz’da Bostan ve Gülistan Yazarı Şeyh Sadi’nin türbesi ile birlikte benzeri birçok Sünni şahsiyetlerin türbesi de bulunmaktadır.
 Saldırgan neden Şii türbesini seçti?  Saldırgan doğrudan Şii inancındaki ‘8. İmam’ olarak bilinen İmam Ali Rıza’nın iki kardeşinin metfun bulunduğu mezarlara yöneliyor. Burada çifte mezara saldırı, 22 Şubat 2006 tarihinde Samarra'da bir benzeri gerçekleştirilen çifte türbe saldırısını akla getiriyor.  Saldırıda Samarra'da İmam Hadi ile İmam Hasan el Askeri'nin kabirleri hedef alınıyor. Bunu yapanlar adeta arı kovanına çomak sokmuş oldular. Bunun bilinçsiz olması mümkün değil.  Buna yapanlar Şii kesimleri kışkırtmayı amaçlamış olmalıdır. 22 Şubat 2006 tarihinde yapılan benzeri saldırıdan sonra Irak’ta hassas dengeler üzerine kurulu kırılgan siyasi ve sosyal yapı Şiiler lehine bozulmuş ve değişmiştir. Saldırıdan kaynaklanan bir histeri ile Sünni kesimlere yönelik bir sindirme kampanyası başlatılmıştır. Böylece Irak tamamen Şii nüfuzu altına girmiştir. Buna benzer bir gelişme veya ikinci hamle ise 2014 yılında DEAŞ’in  baskın bir biçimde Musul ve civar bölgeyi ele geçirmesiyle olmuştur.  Paralelinde Suriye'de Rakka kentini de ele geçirmişlerdi.  Bunun üzerine Devrim Muhafızlarının Irak klonlaması olan Haşd-ı Şabi kurulmuştur.  Böylece en azından Irak'ın siyaseten Şiileştirilmesi süreci hızlandırılmış hatta tamamlanmıştır. Bu tertiplerle Irak,  2003 yılından beri İran’ın gölgesi ve gözdesi  Dava Partisi ve türevleri tarafından yönetilmektedir.
  Samarra’daki saldırı hemen tekfircilere ve selefi gruplara mal edilmiştir.  Olay, olağan zanlı ya da fail makamında üzerlerine atılmıştır.  İbrahim Caferi dönemine denk gelen bu saldırıdan sonra kimi analizciler ve kaynaklar  Irak’ın İran nüfuzuna sokulması için saldırının İran  istihbaratı veya güdümlü yerel elemanlar tarafından işlendiği ihtimali üzerinde durdular. Nitekim, 2014 yılında 400 araçlık bir konvoyla Suriye’den gelen Ebubekir Bağdadi ve avanesi Irak hükümetine ve güvenlik çemberine, güçlerine takılmadan ve yakalanmadan Musul’a vasıl olabilmiştir!  Nuri Maliki’nin ruhu duymadan onca yolu nasıl kat etmişlerdi? Neden Maliki ve hükümeti kulaklarının üzerine yatmıştı?  Musul Merkez Bankasını basmışlar ve mevcut parasına el koymuşlardı.  Neden oradaki askerler buhar olup uçmuşlar ve askeri kıyafetlerini de çıkararak sırra kadem basmışlardı?  Çünkü karşı koyma talimatı almamışlardı.
DEAŞ’ın Musul’a gelişinde şike veya muvazaa mı vardı?  
 DEAŞ üzerinden Iraklı Şiiler durumdan vazife çıkarmıştır. 2014 yılında Maliki yerine Haydar İbadi geçse de Şiiler dana da güçlenmiş ve Sünniler etrafa saçılmışlar ve dağılmışlardı.  Sünnilerin birçoğu mülteci durumuna düştü ve DEAŞ’in Sünni kesimdeki faaliyetleri nedeniyle bir kısmı da zanlı hale geldi. Suikastlar zinciriyle birlikte Sünni kesimin ileri gelenleri tasfiye edildi.  
Yüksek Eğitim Bakanlığına göre Irak'ta, 30 Nisan 2003'ten beri (2018’e kadar)  250'nin üzerinde profesör öldürüldü, 3 bin 250'si ise ülkeden kaçtı.  Türklerin yakından tanıdığı Dr. Isam er-Râvi  Bağdat’ta öldürülenlerden birisiydi.
Şiraz’da meydana gelen saldırı benzeri bir atmosferde cereyan etti.  Ülke baştan sona kaynıyor ve önceki halk hareketlerinden farklı olarak yediden yetmişe neredeyse herkes rejimin gitmesi için seferber oluyor. Bu atmosferde rejime yapılabilecek en büyük jest, iyilik, ortamı sulandırmak ve bulandırmak olurdu. Halk ile rejim arasındaki mücadele keskinleştiği bir sırada rejime en büyük iyilik ve hediye tekfircilerin devreye girmesi olurdu. Rejim, halkın kalkışmasını yatıştırma yolunda hareketini mal edecek dış mihrak ararken tam da yabancı uyruklu ve menşeli birisi Şiraz’a gelerek Şiilerin kutsal eşik saydıkları bir mekana saldırı düzenliyor? Elbette olay münferit karakterli ya da başka bir ifadeyle yalnız kurtlardan birisinin eylemi olabilir! Ama bu yine de  ‘neden şimdi?’ sorusunu sormamıza engel teşkil etmiyor. Halkın hareketine gölge düşürmek anlamına gelen bu tür bir saldırı elbette rejimin ekmeğine yağ sürer.
 Nitekim saldırıdan hemen sonra gelen değerlendirmeler, saldırının gösterilerden ve göstericilerden kurtulmak isteyen İran rejiminin kendi marifeti olduğu yönündeydi.  Bu anlamda sosyal medya konuya eğildi ve Adil Hanif Davud gibi bazı isimler, haftalarca gösterileri durduramayan ve tutunabilecek bir dal arayan İran rejiminin bu olayı istismar edebileceğini ifade etmiştir.  Aynı şekilde Afganistan uzmanı Ahmet Muvaffak Zeydan da bazı teknik ayrıntıları nazara vererek bunun bir İran komplosu olduğunu ileri sürmüştür.  Kendini doğrulayan kehanet deyiminde olduğu gibi göstericilerden kurtulmak isteyen İran kendi kendine komplo kurmuş da olabilir. Hamaney’in sarayına kadar uzanan,  yaklaşan göstericileri durdurmak için saldırı rejime dışarıdan gelen bir pas hükmündedir.  İran halkı rejime karşı birleşmiş ve Besiç ve Devrim Muhafızlarını lime lime etmeye ant içmişken, çifte türbeye yalpan saldırı kontra bir saldırı hükmüne geçmiştir.
 İran gibi ülkeler terörü kendi çıkarları için kullanıyorlar. Hem terör yapıyorlar nem de terörü istismar ediyorlar.  Trump döneminin son Dışişleri Bakanı Mike Pompeo El-Kaide'nin yeni ana karargahının İran olduğunu söylemiştir. Bin Ladin'in yakın ekibinden Kuveyt asıllı damadı Süleyman Ebu Geyt gibi isimler bu ülkede yıllarca barınabilmiştir.
 Devrim, Şah’ın bıraktığı veya kaldığı yerden devam ediyor. Faize Rafsancani gibiler de bu süreçte gözaltına alındılar. Rafsancani’nin tanınmış danışmanlarından Sadık Zibakalam da devrimcilerin halkı bastırmak için Şah’tan kalma metot ve yöntemlere başvurduklarını söylemektedir.  Gelen gideni aratmakta ya da devrim kendi çocuklarını yemektedir.