Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Umutsuzluğa kapılmak ve günah

“Benim açımdan dünyanın en büyük günahı, umutsuzluğa kapılmaktır. İman sahibi olmak ise, fırtına ve kasırgalara rağmen sabaha ereceğinize ve günle buluşacağınıza inanmak demektir...” Roger Garaudy
Umut ve hayat yan yana gelmeyi en çok hak eden ve en çok yakışan kavramlardır. Çünkü umudun olmadığı yerde hayat da bitmiş demektir. Belki de bu sebeple Hz. Yakub oğullarına ısrarla umutlarını canlı tutmayı tavsiye etmiştir: “Yavrularım! Haydi gidin, Yusuf ile kardeşi hakkında haber elde etmeye çalışın! Allah’ın rahmetinden de umut kesmeyin! Şu bir gerçek ki, Allah’ın kuşatıcı ve kurtarıcı rahmetinden yalnızca kâfirler güruhu umut keser.”[1]
İnsanı inancına da, hayallerine de, ideallerine de bağlayan şey umududur. Umudunu yitiren insan adeta her şeyini yitirir. Örneğin bir hastalığa yakalanan kişi iyileşme umudunu kaybederse peşinen yenilgiyi kabullenmiş olur. Hâlbuki ona düşen görev umut içerisinde ve gerekli sebeplere de başvurarak iyileşmek için çaba göstermektir.
Allah’a gerçek anlamda iman eden kişinin umudunu yitirmesi asla söz konusu olamaz. Zira bilir ki işlerin sara sarpa olduğu bir anda “… Allah yeni bir durum meydana getirir.”[2] Bir de kişi Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle kuşanıp kararlarını almışsa böyle bir durumda Allah ona bir çıkış kapısı sunacaktır. “Kim Allah’ın emir ve yasaklarına karşı dikkatli ve saygılı davranır iyi bir Müslüman olmak için uğraşırsa, Allah ona her dara düştüğünde bir çıkış yolu gösterecektir!”[3] Yeter ki kişi, umudunu kesmeden yapması gerekeni yapmaya devam etsin.
İnsanın hayatında bazen öyle zamanlar olur ki, şartlar iyice zorlaşır, umutlar yavaş yavaş azalmaya başlar hatta kişi kaybettiğini ve yenildiğini zanneder. Böyle düşünenlere Allah Teâlâ, benzer his ve duygular yaşayan elçilerin durumunu haber vererek onlara nasıl yardım ettiğini ve içerisine düştükleri bu karamsarlığı nasıl bertaraf ettiğini bildirmektedir: “Nihâyet elçiler, kâfirlerin iman etmesinden iyice ümit kestikleri ve yalancı çıkacaklarını düşünmeye başladıkları bir sırada, yardımımız yetişiverdi imdatlarına; böylece, dilediklerimiz azaptan kurtarıldı. Çünkü azâbımız, suç işlemekte ısrar eden bir toplumdan asla geri çevrilmez!”[4] Şu gerçeği de unutmamak gerekir ki gecenin en karanlık zamanı şafağa en yakın anıdır. Hz. Peygamber’in gönlü iyice daraldığı, ruhunda sıkıntılar yaşadığı bir zaman diliminde Allah Teâlâ ona adeta şöyle demişti: Ey Nebi! Bir düşün! Sen iyice bunalmıştın! Yaşadığın toplumda var olan zulümler, haksızlıklar, sorunlar, sorunlara karşı çözüm üretememen seni üzüyordu. İşte öyle bir dönemde “Biz senin göğsünü iman, ilim ve hikmet nurlarıyla aydınlatıp, iliklerine kadar işleyen bir iç huzuru ve cesaret bahşederek, gönlünü ferahlığa kavuşturmadık mı? Ve sırtındaki yükünü kaldırıp görevini kolaylaştırmadık mı? Belini büken ve tek başına asla altından kalka-mayacağın o ağır yükünü. Ve seni, tüm insanlığa örnek olacak tertemiz bir ahlâkla yücelterek şeref ve itibarını yükseltmedik mi? Demek ki, zorlukla kolaylık iç içedir ve her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.”[5]
İnsan bazen de kendi yaptığı hatalar sebebiyle de umutsuzluğa düşerek Allah’ın onu affetmeyeceğine dair içinde birtakım kuruntular taşır. Hâlbuki bunlar insanın kendi ürettikleridir. Yüce Allah’ın bu ve benzeri durumlarla ilgili ifade ettikleri tamamen farklıdır: “Ey kendilerine yazık eden günahkâr kullarım; sakın Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Unutmayın ki Allah, tövbe edildiği takdirde bütün günahları bağışlar! Çünkü O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”[6]
Rahmetli Garaudy iman eden bir kişi için; “Dünyanın en büyük günahı, umutsuzluğa kapılmaktır.” der. Muhammed İkbal ise umudu kaybetmeyi zehir olarak niteleyerek şu cümleleri kurar: “Ümitsizliğin, hayat için bir zehir olduğunu kabul etmek zaruridir. Ümitsizlik, kişiyi mezar gibi sıkar. Yeis, hayatı uyutur. Aydınlık günü, uzun ve karanlık bir geceye çevirir.”
Kişi, Allah’a iman etmişken ve Allah, “Ben kuluma yeterim.”[7] buyurmuşken umutsuz olamaz. Belki bazen umutları azalabilir, bazı tereddütler yaşayabilir ama umudunu asla yitirmez. Çünkü bunun hem inkârcıların bir özelliği[8] olduğunu hem de umutsuzluğun içine düştüğü takdirde boğulacağı bir bataklık olduğunu bilir.  Bu bataklıkta boğulmamanın yolunun vahiyden geçtiğini unutmaz. Tıpkı Mehmet Akif'in dediği gibi:

“Allah'a dayan saye sarıl hikmete râm ol
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol
Allah'a dayan gâyene tevfikini versin
Kur'an'a sarılmazsan eğer yese düşersin.”

[1] Yusuf 12/87
[2] Talak 65/1
[3] Talak 65/2
[4] Yusuf 12/87
[5] İnşirah 94/1-5
[6] ez-Zümer 39/53
[7] ez-Zümer 39/36
[8][8] el-Hicr 15/56