Sam Mensa
TT

İran rejiminin krizini ihraç etmesinin önündeki engeller

İran'da Mahsa Amini adlı genç kızın "başörtüsü uygunsuz" olduğu gerekçesiyle tutuklanmasının ardından ölümü nedeniyle iki ayı aşkın süredir devam eden protestoların, kronik alışkanlığı üzere rejimi, ülkede karşılaştığı her şeyin sorumlusu olarak Batı'yı, ABD'yi ve İsrail'i suçladıktan sonra iç krizini yurt dışına ihraç etmeye itebileceği yönünde öngörüler bulunuyor. Rejimin 1989'dan beri yorulmadan yaptığı şey bu. 2009'daki “ayaklanma” ya da “yeşil devrim” olarak adlandırılan hareket, yüksek fiyatlar nedeniyle patlak veren 2017 ve 2019 olayları sırasında da bunu yaptı. Rejim, en tehlikeli ve en derini olan mevcut krizinde de böyle bir eylemin krizini daha da kötüleştirebileceğini umursamadan, ülke içindeki ve Irak’taki Kürt bölgelerini bombaladı. Bu da İran rejiminin kriz ihracatını, Dini Lider Ali Hamaney'in tanımıyla "İslam Cumhuriyeti'nin stratejik derinliği" olarak gördüğü ülke veya bölgelere doğru genişletmesi korkusunu artırdı. Hamaney’e göre "Amerikalılar, İran'a karşı saldırıyı başlatma kararından önce stratejik derinliği olan bu bölgeleri felç etmeye karar verdiler." Hamaney, Amerikalılardan bahsetmeye devam ederek: "İran’a saldırmadan önce 6 ülkeyi, Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan ve Somali'yi devirmeliyiz" dedi. Ardından “Ancak İran'ın politikası Irak, Suriye ve Lübnan'da başarılı oldu ve bu da ABD'nin bu ülkelerde yenilmesine yol açtı” diye ekledi. Soru şu: İran'ın bugünkü koşulları, kriz ihracatını özellikle Lübnan, Filistin ve komşu ülkelere doğru genişletmesine olanak tanıyor mu? Pekin ve Moskova'daki müttefiklerinin koşulları en iyi durumda mı ve İran’ın dikkatleri kendi ülkesindeki kötüleşen koşullardan başka yöne çevirmek için gerilim yataklarını ateşlemesine izin veriyor mu? Cevap elbette olumsuz, çünkü son protestoların patlak vermesinden önce bile İran'ın asıl kaygısı daha fazla genişleme veya yayılmadan önce bölgedeki kazanımlarını korumaktı. Dolayısıyla Lübnan, Gazze ve özellikle de Batı Şeria’da yeni sorunlar ve çatışmalar yaratmaması ihtimali daha ağır basıyor.
Lübnan'da, İsrail ile deniz sınırını belirleme anlaşması, İran'ın onayı ve Batı ile örtülü anlaşmalar olmadan gerçekleştirilemezdi. Bu anlaşmaların bir kısmı Lübnan ile ilgiliydi, sözgelimi Batı’nın bir tür Lübnan’daki statükoyu tanıması anlamına gelen Hizbullah’ın Lübnan kararı üzerindeki kontrolüne, çıkarılacak doğal gazın özelde Hizbullah çevresi ve Şii toplumu, genelde Lübnanlılarının tamamı için beklenen faydalarına, bunun Hizbullah’ı rahatlatmasına ve planlarını desteklemesine göz yumması gibi. Diğer kısmı da Lübnan’ı aşıyordu, mesela Tahran'a yakın “Haşdi Şabi”nin adayı Muhammed Şiya es-Sudani'nin Irak hükümetinin başına getirilmesi ve neredeyse bir Şii-Şii çatışmasına dönüşecek krizden sonra Mukteda es-Sadr'ın uzaklaştırılması gibi. Bu ekonomik barış anlaşmasının müzakerelerinde İran'ın gölgesinin varlığı anlaşmayı sağlamlaştırıyor. Anlaşma büyük olasılıkla Lübnan-İsrail sınırlarındaki sakinlik gibi sürekli olacak ve bu da İsrail, İran, Lübnan ve özellikle de Hizbullah’ın çıkarlarını temin edecek.
İsrail tarafında işler daha karmaşık ve kırılgan; yakında açıklanacak olan radikal sağcı hükümet Batı Şeria ve Kudüs'ü İsrail ile birleştirmeyi taahhüt ediyor. Filistin Otoritesi bireysel de olsa şiddeti kontrol edemiyor. ABD’de sorunlardan ve İsrail ile daha fazla gerilimden kaçan bir yönetim var. Açıklanması beklenen hükümetin yaklaşımının gerilimi artırmak mı yoksa azaltmak yönünde mi olacağı en önemli soru olmaya devam ediyor.
İsrail'in başbakan adayı Binyamin Netanyahu liderliğindeki muhafazakâr Likud Partisi ile Itamar Ben-Gvir liderliğindeki aşırı sağcı "Yahudi Gücü" Partisi arasında koalisyon için varılan anlaşmanın ardından, Ben-Gvir’in İç Güvenlik Bakanlığını üstlenmesi bekleniyor. Bu da katı Arap karşıtı siyasi duruşları nedeniyle Filistin-İsrail ilişkilerinin geleceği hakkında endişeler uyandırıyor. Buna rağmen, az sayıda gözlemci, hâkim olan durgunluk halinde büyük bir değişiklik bekliyor. Yeni hükümetin Hamas'a karşı sonuçsuz da olsa geniş çaplı bir askerî harekât düzenlemekte muhtemelen hiçbir çıkarı olmayacak, aksine Gazze ile var olan ekonomik can damarını korumaya çalışacak. Hatta bunu kademeli olarak genişletebilir ve bu, 17 binden fazla Gazzeli için İsrail'e giriş izni, her iki yönde sınırı geçen ağır yüklü tırlar için günlük izin anlamına geliyor. Buna karşılık Tahran'ın desteklediği Hamas, bu somut teşviklerin yanı sıra iki taraf arasındaki sükûneti desteklemek için İsrail'e füze saldırıları düzenlememe yaklaşımını sürdürecek gibi görünüyor.
Batı Şeria'ya gelince, yerleşimcilerle yaşanan gerilimler, Filistin Otoritesinin çöküşü ve İsrail'in aşırı küstahlığının bir sonucu olarak bireysel olduğu varsayılan “direniş” eylemleri zemininde, Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü tarafından hazırlanan bir raporda, "Hamas’ın şu anda İsrail ile çatışmayı Gazze'deki toprakları yerine Batı Şeria'ya taşımayı hedeflediğini açıkça kabul ettiği" belirtildi. Görünüşe göre "İran’ın orijinal vekili", bireyler şeklinde de olsa Batı Şeria’da kendisine vekiller klonlamaya çalışıyor. Nitekim üst düzey bir Hamas yetkilisi olan Mahmud ez-Zahar yakın zamanda verdiği televizyon röportajında ​​dikkat çekici bir açıklama yaptı: "Gazze'de (İsrail'e karşı) dönemsel savaşlar yürütülmesine karşıyım, ancak Batı Şeria'da dönemsel savaşlar olmalı." Şunu da ekledi: “Batı Şeria bugün İsrail’in canını acıtma aşamasında ve bu böyle olduğu sürece müdahaleye gerek yok. Çünkü biz, kısmi muharebelerle güçlerimizi tüketmek istemiyoruz (...) Ama görüşlerini daha iyi şekilde belirlemelerine yardım ederek ve onlar için uzaktan dua ederek destek olabiliriz.”
Olası sükûneti sarsacak iki gelişme var. İlki, Mescid-i Aksa’da büyük bir sorun çıkması ve bunun, İsrail hedeflerine fırlatacağı roketlerle Hamas'a kutsal bölgenin "savunucusu" rolü vermesi olasılığı. Daha uzak olan ikinci olasılık, İran ile İsrail arasında yaşanacak bir güvenlik gelişmesinin yanı sıra Netanyahu'nun iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltme çabasıyla ABD'yi kendisine destek olmaya zorlamak için sorunlar ve çatışmalar çıkarma ihtimali. Netanyahu’nun ABD ile ilişkileri düzeltme çabasının arkasında, açıklanması beklenen hükümetinin bileşimi demokratik olarak seçilmiş bir koalisyonun sonucu olsa da Netanyahu’nun değerlerinin anti-demokratik, hatta Amerikan çıkarlarına düşman olması nedeni yatıyor. Aynı durum, devam eden protestoların rejimin gözlerini İsrail'e çevirmeye teşvik etmesi ve böylece yeni bir sarsıntı yaratması ihtimali nedeniyle İran için de geçerli.