Abdulaziz Tantik
TT

Yönteme Dair…

Yöntem, bir şeyi düşünürken, yorumlarken ve tanımlarken belirli bir usul üzerinden gerçekleşen düşünsel duruştur. Yöntem üzerinden bir şeyi diğerinden farkını ortaya koyar ve ona göre yeniden düşünme ameliyesi gerçekleştirilir. Bir şey yaparken tutulan, bir amaca erişmek için izlenen düzenli yol. Bilimde, belli bir sonuca erişmek için, bir plana göre izlenen dizgesel yol. Felsefi zeminde bir gerçeğe erişmek için tutulan mantıklı düşünme yolu, metot olarak tanımlanır. Sözlük, bilim ve felsefede de yöntem aynı özelliklere sahiptir. Belirli bir bakışı öne çıkartarak ona göre bir parçayı, olguyu, olayı yorumlamaktır.
Bir yöntem, belirli apriori ilkeleri işaret eden bir bakışın izleği olarak kurulur. Her yöntem, kendisine göre bir dünya görüşünün ürünü olmak durumundadır. Elbette ki yöntemi daha dar alanda tanımlamak da mümkündür. Ancak, bir dünya görüşü ve bu dünya görüşüne dayalı, ahlaki, siyasi, bilişsel ve varlığa dair tanımlamalar olmazsa olmazıdır.  Her yöntemin kendi içinde de alt yöntemler bulunabilir. Örneğin; İslam: yaşam, varlık, bilgi ve ilişkiler ağını işaret eden bütünsel bir bakışı sunmaktadır. Ama aynı zamanda bilgi ve mahiyetine dair bakışı sunduğu gibi yaşamın ilkelerini, bilginin üzerine bina edildiği usulü, varlığı ve varlığın mahiyetine dair yöntemi de içerir. Bir ilişkiler mantığını inşa eder ve buna uygun bir yöntemi de işaret eder. Yöntemler arasında bir geçişkenlikten söz edilebilir. Bu üst yöntemin derinliği ve kapsayıcılığı ile birebir ilişkili bir tutumu içerir.
Bir yöntem, kapsayıcı olmalıdır. Ama aynı zamanda bazı şeyleri dışarıda bırakmayı da önerir. Bir şeyleri alırken, bir şeyleri de dışarıda bırakır. Örneğin; İslam söz konusu olduğunda ilişkiler ağı içindeki yöntem üzerinden düşündüğümüzde; bir, ilişkide bir dengeyi öne çıkartır. Kişinin salt kendisini düşünerek başkalarını dikkate almaması makul ve meşru görülmez! Kendisini düşündüğü kadar başkalarını da düşünmekle sorumludur. İşte bu dengenin oluşturulması açısından önemlidir. İkinci temel ilke ise; ‘kendin için istediğin şeyi mümin kardeşin için istemedikçe gerçek imana sahip olamazsın’ emridir. Kendine istediğin bir hayrı başkasına da istemekle yükümlü tutuluyorsun. Böylece tekebbür ortadan kaldırılmaktadır. Üçüncü ilke ise; ‘aldatan bizden değildir’ ilkesidir. Bu ilke ile hem kendini ve hem de başkalarını aldatmayı yasaklayarak güvenin tesisini esas kılıyor. Bununla da yetinmeyen İslam, affetmeyi sağlayan merhametli olmayı bir ilke olarak ortaya koyuyor. Hatasını anlayanı affetmek ilişkiler ağı içinde ilişkiyi tamir etmeye matuf önemli bir bakışı sunmaktadır. Bununla sınırlı kalmadan; kişi, yaptığı hatayı fark ederek tövbe ettiğinde, yani o hatadan döndüğünde ise artık o hatayı yapmamış gibi bir davranışla mükâfatlandırılmaktadır. İşte bu ilişkilerin sürekli tazelenerek çürümeye karşı alınmış çok önemli bir ilkeyi açığa çıkarmaktadır.
Yöntem, kendi içinde farklı özelliklere sahip olan şeyi kendi totalliği içinde anlamlı bir bütün olarak idrak ederek ona göre bir ilkeler skalası oluşturmak ve bu ilkelere dayalı olarak bir bakışı sunmayı sağlayan mekanizmadır.
Bir yöntemin olmazsa olmazı, onun sahip olduğu metafizik/kelama dair ilkeleridir. Hangi yöntemi ele alırsak alalım; ilke olarak kabul ettiği metafizik ilkeler olmadan yol alamaz! Bir emrin yerine getirilmesini sağlayan ve bir yasağın kaçınılmasını belirleyen şey olmadan bu emir ve yasağın bir karşılığı olmayacaktır. O zaman Allah, Yaratıcı bir Kudret olarak öne çıkmakta ve yaşamın maliki olduğu kadar, insanlarında maliki olduğunu beyan ederek tam bir itaat istemektedir. Eğer siz Yaratıcı Kudret sahibi bir Tanrı telakkisine sahip değilseniz, o emir ve nehiylerin sizde bir karşılığı oluşmayacaktır. Bu diğer konularda da aynı özelliği gösterecektir. Adalet, meşveret, hak ve hukuka riayet, kötülükten uzak durmak, yalan, haksızlıktan kaçınmak, zulüm etmemek ve benzeri birçok konu ancak tek ve kahredici bir güç olarak Allah inancı söz konusu olduğunda anlamlı hale gelecektir. Bu konuda ileri sürülecek her sav, sorumluluk üretmekte zorlanacaktır. Yoksa ileri sürülecek birçok şey görülebilir. Ama insanlık tarihi boyunca dinlerin bu metafizik ilke olarak Allah inancının yerini dolduracak başka bir ilke bulunamamıştır, işlevsel kılınamamıştır.
Bir yöntemde metafizik olmazsa olmazı, bu anlaşılmıştır. Ama bu metafizik ilkeler üzerinden bir dünya görüşü oluşturulmalıdır. Bu dünya görüşü olmadan yol, yöntem, yordam oluşturmak imkânsız gibidir. İmkânsız gibi dememin nedeni; buna dair girişimlerin varlığı, seküler yaklaşımların öne çıkarılması gibi olgulardır. Ama işin hakikati, seküler düşünce kendi dünya görüşünü üretmiştir. Yöntem olma iddiası taşıyan her bakış, bir dünya görüşü belirginleştirmeden var olamaz! Bu ontolojik bir ilkedir. Her yöntemin bir akışı, yolu, yaşama dair yüklediği anlama ihtiyacı vardır. Dünya görüşü bütün bu olgulara anlam yüklemekte işlevsellik kazanmaktadır. Dünya hâkimiyetine giden yolda buradan geçmektedir. Ve bu mesele bugün çok iyi anlaşılmıştır.
Her dünya görüşü kendine ait bir ahlaki sistem inşa eder. Bir dünya görüşü ahlaki bir sisteme haiz değilse eksiklik taşır. Bu eksiklik onu dünya görüşü olmaktan uzaklaştırır. Bu ahlak görüşü ilişkiler ağını belirlediği gibi kişinin anlam dünyasını dışsallaştıran bir özelliği açığa çıkartır. Bu ahlaki zemini de metafizik ilkeler üzerinden oluşturulmuş bir yöntem ile belirlenir. Her ahlaki zemin aynı zamanda bir iktisadi ve siyasi zemini işaret eder ve inşa eder. İşte siyasal ve iktisadi zeminin kurucu ilkeleri de bu ahlaki zemine dayanır. İlkelerini bu ahlaki zeminin yönteminden hareketle oluşturur.
Burada temel bir ikilem söz konusu: siyasetin belirlediği iktisat ve buna dayalı ahlaki zemin ile ahlaki zemine dayalı siyaset ve buradan üretilmiş iktisadi zemin arasındaki derin farkı okumadan iki dünya görüşü arasındaki mahiyet farkını işaret etmek zor görülmektedir. Bir dünya görüşünü diğer dünya görüşünden ayıran şey, o dünya görüşünün üzerine bina edildiği metafizik ilkeleri ve bu ilkelere dayalı, varlık ve bilgi sistemlerinin yapısıdır. İslam, siyasal olanı ahlaki olana ikame eder. Seküler dünya görüşü ise siyasal olanın üzerine etik olanı inşa eder. Bu temel ayrım, yöneldiğiniz her şeyi tanımlarken farklılığı işaret ve ilzam eder.
Siyasal kavramının bugün bu kadar belirleyici olduğu savı, siyasal kavramına yüklenilen anlamla birebir ilişkili bir tutumu gösterir. Çünkü siyaset üzerinden belirleyici bir güç elde edilmektedir. Gücü elinde tutmayı sağlayan şey siyasal erke sahip olmaktır. Siyaset bu yüzden hem çok güçlü ve hem de büyük bir tutku ile yönelmeyi sağlamaktadır. Bu durumu sağlayan şey ise yöntemdir. Bu yöntemi belirleyen ise metafizik ilkeleri üzerine bina edilmiş dünya görüşüdür. O yüzden her dünya görüşü metafizik ilkeler olmazsa olamayacak olandır. Bir dünya görüşü, dünya görüşü olarak var olmak istiyorsa kendine ait metafizik ilkeler inşa etmek zorundadır.
Kapsayıcı yöntem, metafizik ilkelerden hareketle oluşturulmuş yöntemin, dünya görüşü, ahlaki yapıyı, siyasal ve iktisadi alanı da belirleyen temel bir yöntemin varlığıdır. Örneğin, kapsayıcı bir ilke olarak kozmolojiyi belirleyen ve bu kozmoloji üzerinden hem metafizik ilkeyi, hem de dünya görüşünü ve ahlaki yapıyı kuran ilke: Yaratılmışlıktır. Varlığın yaratılmışlığı ile belirginleşen Yaratıcı varlığın ilkesidir. İkinci temel ilke ve yine kozmolojiyi de içeren, yaratılmış her varlığın fani/geçici tabiatıdır. Yeryüzü ve içindekilerin geçici bir tabiata sahip oluşu yaşanılan bir tespiti de içermektedir, yani tecrübeye dâhildir. Geçici olanın yanında baki olanın varlığı ise Yaratıcı Kudretin kalıcı bir tabiata sahip olduğunu anlamayı kolaylaştırır.
Yaşamın istikametini belirleyen ilke ise; hem bir son düşüncesi ve hem de yaşam süresince olup biten her şeyin bir hesaba çekileceği ilkesidir. Yani bu dünya ‘imtihan dünyasıdır’ tezi… Bu tezi güçlendiren ise, hesabın ölüm sonrasına ait oluşu ve böylece geçiciliğin kalıcı bir tabiata dönüşeceği bir ilkenin varlığıdır. Yani yaşam salt bu dünya ile sınırlı değil, bilakis öte dünya ahiret diye bir yaşam alanı vardır. Burada yapılan her eylemin karşılığı ise orada görülecektir. Eğer her şeye Kudreti yetmeyen bir tanrı telakkisi varsa bu ilkelerin bir karşılığı olmayacaktır. Kahhar ve her şeye gücü yeten bir varlığın Allah olarak kabulü ile başlayan süreçte alt ilkelerin hepsi anlamını izhar edecektir. Yöntem bu ilkeleri anlamlı bir şekilde bir arada bir sisteme dönüştürebilmeye imkân sağlayan sistematik bakıştır.
Varlık ve bilgi arasındaki korelâsyonu da işaret eden yaklaşımlar vahiy olarak insana bildirilmektedir. Yaratılmış varlığın içinde muhatap olarak kabul gören insanın varlığı ve ona verilen sorumluluk ile kendisinin teklife muhatap kılınması, bir dünya görüşünü inşa ederken ve yaşamın üzerine bina edilmesi gereken izleğini oluştururken olmazsa olmaz değere haizdir. Yaratılmış varlığın insana musahhar kılınması/boyun eğdirilmesi aynı zamanda nasıl bir ilişki ağının kurulmasını da belirginleştirmektedir. Ki buna dair bir ilkeyi de vahiy bildirmektedir. Örneğin, ‘barışın ikamesi’ insana yüklenilen sorumluluğu işaret eder. Böylece ilişkiler ağının en belirgin özelliği barışın ikamesine dair oluşturulacak yaklaşımın belirleyiciliğini işaret eder. Buna göre ilişkilerin nitelikleri belirlenir.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuranda ifade edilen emir ve nehiyler ile bu emir ve nehiylerin dayandığı temel ilkeleri dikkate aldığımızda her bilginin yöntemin zenginliğini oluşturan belirli bir ilkeyi kavramsallaştırdığını söylemek mümkündür. Böylece müslüman zihin, metafizik/kelami ilkelerini kendisine sunulan biçimi ile kavramsallaştırırken, onun üzerine bina edeceği dünya görüşü ve onun anlamlı yolculuğunu sahih ve sahici bir şekilde yürürlüğe koymak için müslümanca düşünmeyi elzem kılar. İşte müslümanca düşünmek, bir yöntem üzerinden gerçekleştirilebilecek bir özellik gösterir. Müslüman olmak ile müslümanca düşünmek arasındaki derin ayrımı da buna göre yeniden betimleyebiliriz.
Eğer, bir yöntem kapsayıcı ilkelere haiz ise, ona uygun geliştirilmiş düşünce de kapsayıcı bir özellik taşır. Bu yüzden Müslümanlar tarihsel yürüyüşlerinde bu meseleye dair bakışlar geliştirmişlerdir. Ellerindeki bilgi yöntemlerine uygun bir şekilde hareket kabiliyeti göstermişlerdir. Gazali, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi isimler yanında Fahreddin-i Razi, İbn-i Arabî büyük sistem düşünürleri oluşmuştur. Ama sonuç itibarı ile bugün bizim sahip olduğumuz bilgi ve birikim üzerinden düşündüğümüzde ve karşı karşıya kaldığımız düşünce karmaşasını dikkate aldığımızda, modern düşüncenin kadim düşünceden tam bir kopuş sergilediği bir zeminde yeni bir yöntem arayışı zorunlu bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır. Bu konuda kafa yoran âlim, aydın, entelektüellerin bir yöntem arayışı anlamlı olacaktır. Müzakere adabı içinde ortaya konulan yöntemin eleştirisi yapılmalı ve sahih ile sahici bir bakışı önce biz kazanmalıyız, sonra da insanlığa sunarak insanlığın içinde debelendiği bu anlamsızlık girdabından çıkışına yardımcı olmalıyız…