Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Uluslararası ortamın anarşik oluşu üzerine…

Hayatın teoriği ile pratiği arasındaki uçurum öyle derin ki, aynı meselenin teorik hali ile pratik hali birbirilerinin tam anlamıyla, birbirinin tam zıddı bir pozisyon alabilir.
Uluslararası ilişkiler size ilk olarak bir merkezi otorite olmaması nedeniyle sistemin anarşik olduğunu söyler. Aynı zamanda uluslararası ilişkiler teorilerinde, sistemi her görüş kendi zaviyesinden ele alarak açıklamaya çalışır. Buna göre sistem bazılarına göre rekabet üzerine, bazıları için ittifak üzerine kuruludur.
Diğer yandan uluslararası ilişkiler teorisyenleri, sistemin merkezine güvenliği koyar. Şöyle ki; uluslararası sistemde temel birim devlettir, güvenliği sağlamak da devletin sorumluluğudur. Buna göre, güvenlik problemleri de bazen iç, bazen ise dış dinamiklerden oluşabilir. Realist teoriler genel olarak, güvenlik problemlerinin başka ülkelerden kaynaklandığını, şu durumda devletin güvenliğinin dışarıdan gelen tehlikelerden korunmakla sağlanacağını, bunun da aynı zamanda vatandaşların güvenliklerini otomatik olarak sağladığını savunurlar.
20. yüzyılın, daha net tarih vermek gerekirse Soğuk Savaş sonrasının en etkili kelimesi “terör”dü.  11 Eylül sonrasında da terör kavramı aşırı yoğun biçimde uluslararası ortamı meşgul etti. “Egemen devletler” kendi güvenlikleri için tehlike olarak gördüğü grupları, bunlar bazen terörist gruplar olmasa bile, tehdit olarak görerek uluslararası ilişkiler konjonktürü oluşturdu. Bu durumu bazen daha ileriye götürerek, “teröre destek veren ülkeler” listesi hazırladı ve birçok ülkeye bu liste üzerinden yaptırım, ambargo uyguladı.
Aslında garip olan ancak garipsenmeyen bir şekilde, bazen çıkarlar gereği terör listelerinin başındaki gruplar ve ülkeler terör listesinden çıkarıldı, Taliban-ABD örneğinde olduğu gibi savaş tazminatına benzer ödemeler dahi yapıldı. Ancak bu yapılırken bir önceki gün terör listesinde olan gruplar ve ülkeler, hangi kritere göre terörist, hangi kritere göre dost ülke oldu bunu net olarak anlayamadık. Gördüğümüz tek şey şuydu: Egemen devletler, iç politikalarını diledikleri gibi dizayn etmek, ekonomik gelişimlerini arttırmak için çıkarları uğruna birtakım grupları bir gün terörist, bir gün meşru yapı olarak kabul etti, buradaki tek belirleyici unsur çıkar ilişkisine dayalı bir keyfi durumdu.
Geçtiğimiz hafta ABD, Rusya'da hapsedilmiş olan basketbolcu Brittney Griner'a karşılık Rus “silah kaçakçısı” Viktor Bout'u serbest bıraktı. Bout, 12 yıl boyunca ABD’de hapis yatmış bir isim. Bir dönem dünyanın en çok aranın kişisi olan Bout “ölüm taciri' lakabıyla anılıyordu.
Bout’u biraz tanımak gerekirse…
ABD Adalet Bakanlığı, Bout hakkında 2010 ‘da bir iddianamede hazırlamış ve şu şekilde iddialarda bulunulmuştu:
"Bout, 1990'lardan beri uluslararası silah kaçakçılığı yapmaktadır. Afrika, Güney Amerika ve Ortadoğu dahil dünyanın çeşitli bölgelerine silah ve askeri teçhizat taşıyabilen bir kargo uçağı filosu kurmuştur ve bu sayede büyük bir silah kaçakçılığı işini yürütmüştür. Afganistan, Angola, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Liberya, Ruanda, Sierra Leone ve Sudan gibi ülkelerde, Bout'un sattığı ya da aracılık ettiği silahlar, çatışmaları körüklemiş ve rejimleri desteklemiştir."
Soğuk Savaş sonrası, ABD’nin daha önce Sovyetler’e karşı kullanılması için dağıttığı silahlar, küreselleşmenin de etkisiyle, tabiri caizse serbest bir şekilde ortalıkta dolaşıyordu. SSCB'nin dağılmasından sonra karaborsada da bulunan büyük miktarlarda askeri silahın bir kısmı, iddialara göre, Bout tarafından dünyanın birçok yerindeki çatışma bölgelerine, genellikle uluslararası silah ambargosuna tabi olan bölgelere ulaştırılıyordu.
Nihayetinde, bir dönem Rusya’nın iade etmeyi reddettiği, Rusya’dan nadiren ayrılan Bout, Tayland’da yakalandı, 2 yıl sonra ise ABD’ye teslim edildi ve 2012 yılında suçlu bulundu, 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bugün ise, çok sayıda sivilin öldürülmesinde dahli olduğu gerekçesiyle yargılanıp suçlu bulunmuş olan Bout, takas sonucu serbest bırakıldı. Kendisiyle takas yapılan Griner, geçen yıl Moskova’da bir havaalanında esrar yağı taşıdığı gerekçesiyle tutuklanmış olan bir sporcu. Yani, uyuşturucu madde taşıyan birine karşılık “ölüm tüccarı” olarak tanınan bir isim serbest bırakıldı.
Uluslararası ilişkilere dönecek olursak, teoriler bize bir şey daha söyler: Devlet meşru aktördür. Yani güç kullanma tekelini meşru olarak elinde bulundurma hakkı devlete aittir. Şu durumda, devletlerin silah satışı normal bir alışveriş iken bireysel olarak bu işe girişmek suçtur. Ama ne zamana kadar suçtur, bu suçları farklı yapan nedir? Ya da şöyle söyleyelim; herhangi bir ülke, -bunu bazen ABD yapar, bazen İran yapar, bazen başka bir ülke yapar- çatışma olan bölgelere silah satar hatta aynı anda iki tarafa da satar, bu meşru kabul edilebilir edilmese dahi anarşik uluslararası sistem gereği bu ülkeye yaptırım uygulamaya, ülke yeterince güçlüyse, kimsenin gücü yetmez. Aynı işlemi bazen bir ülkenin istihbarat elemanı ya da herhangi sivil biri yapar. Ama sonuç aynıdır: Satılan silahlarla masum insanlar öldürülür, çatışmalar uzar, terör grupları imkan bulur. Dolayısıyla tekrar sormakta fayda var: Şu durumda kim, hangi kritere göre ne kadar suçlu ve herhangi bir şekilde cezalandırılacak mı?
Dün silah satmak, çok sayıda sivilin öldürülmesinde rol oynamaktan dolayı suçlu bulunan Bout, bugün serbest bırakıldı. Hatta Rusya’da “meşru bir aktör” olarak siyasete atıldı. Dünün “teröristi” bugünün siyasetçisi olabiliyor. Ya da dünün meşru bir aktörü bugün suçlu bir terörist olabiliyor. Şu durumda, doğru ve yanlışı neye göre belirleyip ona göre bir seçim yapacağız?
O halde soru şu: Dünyanın herhangi bir yerinde, Bout’un ya da herhangi bir yapının sattığı herhangi bir silah sivilleri hedef aldıktan sonra bu eylemin failleri, teröristler ve terör destekçileri, kısa süre içinde serbest kalabiliyorsa, böyle bir anlayış, yıllarca beynimizi “terörle mücadele” diyerek yedikten sonra, terörle nasıl mücadele edecek? Bu terörle mücadele değil de, terör gruplarını cesaretlendirmek değil de nedir?
Amerikalıların "silah kaçakçılığının Bill Gates"i olarak nitelediği Victor Bout'un hikayesinin, başrolünü Nicholas Cage'in oynadığı "Lord of War/Savaş Tanrısı" filmine ilham olduğu söyleniyordu. Şimdi, film üzerinden lanetlenen bir “savaş tanrısı”, “meşru aktör” haline gelirken sivillerin ise sadece figüran olduğu görüyoruz. Bu bile bu senaryonun sorgulanmasını gerektirmez mi?