İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Türkiye, İran ve İsrail ile 2023: Yanılsamaların olmadığı bir yıl

2022 yılı geçti ve 2023 yılını Arap dünyamızda yanılsamasız ve çok az hayal ile karşılıyoruz.
Coğrafyanın kalbinde olmak ama tarihin dışında olmak acı verici. Gücümüzü ve olayları etkileme yeteneğimizi abartmamız talihsiz bir durum. Bu noktada, 2022’nin hasadı doğrultusunda, Araplar olarak bizi çevreleyen zorluklarla yüzleşmek için ciddi düşünmeye dönmemiz gerektiğini savunuyorum. Genç toplumlarımızda oluşan tehlike göstergelerinden ise bahsetmiyorum bile.
Küresel olarak, Batılı demokratik kurumların dayanıklılığına, şokları massetme ve gidişatı düzeltme konusundaki sürekli yeteneklerine hayranlık duyan görüşümüzle ilgili birçok yanılsama yerle bir oldu. Büyük güçlerin, içine girilmesi kolay içinden çıkılması zor maceralara atılmalarını engelleyecek düzeyde bir akıl düzeyine sahip oldukları varsayımları da çöktü.
Örneğin son aylarda İngiltere, iki ayı bile tamamlayamayan en kısa süreli hükümete tanık oldu. Eski Başbakan Liz Truss'un düşüşü eylem olarak popülist, eğilim olarak "dogmatik" bir siyasetin salt başarısızlığından daha büyüktü. Aksine, geçen yüzyılın yetmişli yıllarında İngiliz siyasi ortamında doğan çatışmacı kanaatlerin kırılganlığını ortaya çıkarmıştı.
Fransa da geçen Nisan ayında entelektüel kanaatleri veya partizan bir tabanı olmayan bir cumhurbaşkanının bugünün dünyasında iktidarı yeniden kazanabileceğini, pazarlıklar, anlaşmalar ve bilinmeyen ile bilinenden yani ırkçılık canavarından korkutma yoluyla iktidar olabileceğini teyit etti.
ABD'de bile zayıf bir Demokrat yönetim, ara seçimleri asgari bir kayıpla aşmayı başardı ve Kongre'nin iki kanadından birini elinde tuttu. Ama her iki büyük partinin Demokratların ve Cumhuriyetçilerin de başı belada. Hafızası zayıf, seçimleri keyfi olan kaybolmuş, kafası karışmış bir seçmenin karşısında, her birinin içinde aşırılık yanlısı marjinal akımların ortaya çıkışı iki partinin durumunu daha da kötüleştiriyor. Bu seçmeni soldan saf, radikal ve irrasyonel tehlikeli idealler çekiyor. Sağdan da demokrasiyi alay konusu yapan ve devlete değer vermeyen dini köktencilik ve ırkçı fanatiklik çekiyor.
Karşı tarafta, doğuda, önümüzde iki eski komünist dev Rusya ve Çin var.
Bizim üçüncü dünyamızda uzun bir süre Batı karşısındaki Doğu seçeneğini temsil eden iki devde aslında komünist mirastan geriye sadece üç şey kaldı; tek adam otoritesi, zayıf çoğulculuk ve seçim yanlılığı.
Ukrayna deneyimi, Kafkasya ve Suriye'deki kanlı denemelerinden sonra Vladimir Putin dönemi Rus siyasi kültürünün alamet-i farikası haline geldiyse, Şi Jinping ile Çin ciddi anlamda tartışmasız güçlü lider dönemine geri döndü. Aynı şekilde, Moskova'nın uzlaşı köprüleri ve çalışmayan gaz boru hatları Avrupa'daki on milyonlarca insanda geçmişin tüm hayaletlerini uyandırdıysa, Moskova ile Pekin arasındaki çıkar ittifakı, kendi içinde bölünmüş ve yabancılardan, göçmenlerden korkan Batı’nın önümüzdeki on yılların tehditlerini stratejik, ekonomik, teknolojik ve demografik olarak dikkatlice incelemesine değer.
Ortadoğu bölgesi düzeyinde ise 2022'in taşıdıkları ve bu anlarda 2023'e aktardıkları, her ne kadar tarih okuyan ve ondan ders çıkaranlar için sürpriz olmasa da içerik ve boyutları itibariyle çok önemli. Örneğin, Binyamin Netanyahu'nun İsrail'in 1948'deki kuruluşundan bu yana en sağcı ve saldırgan hükümetin başında yeniden iktidara gelmesi bir sürpriz değildi. Bu dönüş normaldi ve muhalif İsrail güçleri bir süredir bunu bekliyordu. Bunun da ötesinde, suni muhalif “Benett-Lapid koalisyonu” ne İsrailliler ne de Filistinliler için ciddi bir gelecek vizyonu taşımıyordu. Öte yandan, ister 1948 sınırları, ister Arap Batı Şeria ile İranlı Gazze iki devletçiği içinde olsun, Filistin sokağının her zamankinden daha bölünmüş ve dağılmış olduğunu görüyoruz.
Ayrıca İran liderliğinin, hizmetine adanan tüm koşullardan yararlanarak işgal projesini sürdürmesi garip değil. Zira şimdiye kadar dört Arap ülkesini yutan bu projeye karşı koyacak hiçbir Arap stratejisi yok. İkinci olarak Tahran, Batı’nın kendisinden hesap sormak gibi ciddi bir niyeti olmadığını biliyor, ancak yine de Batı’ya karşı Pekin ve Moskova ile ilişkilerini güçlendirerek onunla çatışmanın maliyetini yükseltiyor. Tabii onunla çatışmak gibi bir arzu varsa. Üçüncüsü, İsrail aşırıcılığı ağırlık kazandıkça Tahran bundan giderek daha fazla fayda sağlıyor. Çünkü o zaman kendisini Araplara karşı bir komplocu olarak değil, bir destekçi olarak sunuyor. Bu konu belki de Tahran ile Tel Aviv arasındaki örtülü bir arada yaşama uzlaşısı yaklaşımının merkezinde yer alıyor.
Son olarak, bazı şüphecilerin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a oynadıkları bahisten bir süredir vazgeçtiklerini iddia ediyorum. Aralarında tarihten ders çıkaranlar ve bölgedeki stratejik denklemleri anlayanların da olduğu bu kişiler, Ankara'nın rolünün arkasında sistematik düşünen, stratejik vizyon ve önceliklere göre hareket eden akıllı bir liderlik değil, hırslı bir siyasi ve partizan popülist zihniyet olduğunu anladılar. Kahire’ye Mısır’ın iç sorunları nedeniyle düşman olmak, Erdoğan'ın Ortadoğu'daki en kalabalık iki Sünni Müslüman ülkenin büyüklüğünü hesaba katmadığının kanıtıydı. İşin kötüsü bu, İran'ın bölgeye yönelik saldırısının zirveye ulaştığı bir dönemde gerçekleşti.
Ardından, büyük felaket yaşandı; Ankara'nın Suriye ayaklanması konusundaki pozisyonu.  Erdoğan sadece ayaklanmaya destek sözü vermekle kalmadı, aynı zamanda ayaklanmaya mezhepçi ve partizan bir karakter kazandırmaya çalıştı. Bu da başta İran ve birçok Batılı ülke olmak üzere bazı tarafları ayaklanmayı "şeytanlaştırmaya" teşvik etti. Ardından, herhangi bir dış tarafa bel bağlamayan bağımsız vatanseverleri marjinalleştirme karşılığında, kendisine ve akımına bağlı liderleri onlara dayatmaya başladı.
Verilen sözler, Türkiye'nin Kasım 2015'te Suriye-Türkiye sınırında bir Rus askeri uçağını düşürmesinin ardından Moskova'nın tepkisi nedeniyle sona erdi. Ardından, Ankara'nın Esed rejiminin iki ana müttefiki olan Tahran ve Moskova ile ortaklaşa "Astana sürecine" dahil olmasıyla birlikte Suriye ayaklanmasının aleyhine dönme kertesine vardı.
Bugün, Türkiye seçimlerden birkaç ay önce ve Suriyeli mültecilerin varlığına karşı kışkırtılan Türk “milliyetçi” sokağı yatıştırmak ve “Kürt ayrılıkçıları” vurma gerekçesiyle Ankara, İran ve Rusya'nın desteklediği, İsrail'in de onayladığı Esed rejimi ile ilişkileri fiilen ve alenen normalleştirme kararı aldı. Böylece, aşırı Türk milliyetçileri ile aşırı İran milliyetçilerini birleştiren en önemli hedefin, Kürtlerin birliğine ve Arapların gücüne yönelik ortak karşıtlıkları olduğu ortaya çıktı.
Bu, her ne kadar etkileri ve yankıları sadece yeni yıla değil, gelecek yıllara da yayılacak olsa da 2022 hasadının son dersiydi.