Bekir Uveyda
TT

Kaderin depremi ve insanların depremleri

İngiltere'nin güneydoğusundaki Surrey bağlı Epsom kenti ile Türkiye'nin güneyi ve Suriye'nin kuzeyindeki köy ve şehirler arasında binlerce kilometre mesafe var. Ancak coğrafi ayrılığın bu uçsuz bucaksız uzaklığı, hangi inanca ve kültüre mensup olurlarsa olsunlar, tüm insanların ezelden beri var olan ve sonsuza kadar da var olacak bir gerçekte her zaman birleşecekleri gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bu gerçeğin özü özetle şu; ölümden ve yalnızca Yaradan'ın bildiği, yarattıklarının tamamı içim meçhul bir zamanda onunla yüzleşmekten kaçış yoktur.
Geçen hafta Pazartesi sabahı yaşanan Türkiye-Suriye depreminin trajedilerini İngiltere'nin Epsom kenti ile birleştiren bir şey mi var? Her iki olaydaki acı ve trajedinin boyutu herhangi bir şekilde karşılaştırılamayacak gibi görünse bile, evet, var. Dünyanın herhangi bir yerinde aniden vurabilecek olan kader depremi, Türkiye'nin güneyi ve Suriye'nin kuzeyi sakinlerini, uykularında yakaladı. Aynı sabah Epsom halkı şok edici bir deprem etkisi yaratan bir habere uyandı. "Epsom Koleji"nin kadın müdürü, eşi ve kızları aynı okulun arazisinde yer alan evlerinde ölü bulunmuşlardı.
Depremde hayatlarını kaybeden Türk-Suriyeli 35 binden fazla ailenin – sayının katlanabileceğine dikkat çekelim- iki ülkede yüz binlerce evsiz kalan insanın yaşadığı trajediyle karşılaştırıldığında, İngiliz ailesi olayı neden tuhaf ve kendisine en ufak bir önem veren şey nedir? Tuhaflıklardan bahsedecek olursak bunlar çok, ikisi arasındaki acı ve trajedinin boyutunun karşılaştırılması ise ilk etapta mümkün değil. Ama farklı düzeylerde ilerilik ve geri kalmışlık, bilgi ve bilgisizlik, zenginlik ve fakirlik, refah ve sefalet gibi dünya toplumları arasındaki farklılıklara baktığımızda görebileceğimiz karşılaştırma ölçütleri onları ayırsa da kaderin her insan için gizlediği bilinmez son üzerinde derin derin düşünmek isteyenler için bir karşılaştırma yapılabilir.
Geçen hafta Pazar gecesine kadar, Türkiye'nin güneyi ve Suriye'nin kuzeyinde, geçen günün yorgunluğundan sonra biraz dinlenme, daha kazançlı ve daha az yorucu bir yarın ümidiyle yatağa giren herkes için her şey normal görünüyordu.
Aynı durum, güvenlik ve istikrar düzeyi açısından iki yer arasındaki farklılığa dikkat çekilerek Epsom halkı için de geçerli olabilir. Bayan Emma Pattison, kocası George ve kızları Lettie'nin trajedisinin ilk garip yönleri işte burada ortaya çıkıyor. Aile, tüm akrabalarına, arkadaşlarına, ayrıca tanıdıklarına, komşularına ve iş arkadaşlarına her bakımdan ideal durumda yaşayan bir aile gibi görünüyordu. 45 yaşındaki Emma eğitim alanında büyük bir başarı ile süzülüyordu, kendisini diğer ortaöğretim kurumlarından ayıran “prestijli” bir statüye sahip özel “Epsom Koleji” müdürlüğü pozisyonunu üstlenen ilk kadındı. Genç koca George'a gelince, o da saygın bir yeminli mali müşavirdi. Yedi yaşındaki kızları Lettie, akranı çocuklar arasında her zaman neşeli ve mutlu görünüyordu. Ne oldu da Epsom halkı o Pazartesi sabahı üçünün evlerinde cansız bedenler olarak bulunması trajedisine uyandı?
Sorunun cevabını almak için beklemek gerekiyordu ve tıpkı Türkiye-Suriye depreminde olduğu gibi şokun etkisi her geçen gün daha acı verici hale geldi. Üzerinden 3 gün geçer geçmez o ailenin yaşadığı trajediye verilen cevap şok ediciydi; polis kaynakları, kocanın anne ve çocuğu, ardından kendisini vurduğuna inanıyorlar.
Bilmeyenler için Epsom, şahit olduğu uluslararası at yarışları sayesinde uluslararası ünü artmış bir şehirdir. Bu yarışların başında ise kraliyet damgası taşıyan yıllık Ascot yarışı gelir. Kral 6. George dönemine (1822 yılına) kadar uzanan bu yarış etkinliklerine (bu yıl 20-24 Haziran’da düzenlenecek) dünyanın çok sayıda ileri geleni katılır. Böyle bir şehrin yaşam standartlarına göre başarılı bir kocanın başarılı karısını, güzel kızlarını ve sonra kendisini öldürmesi ihtimal dışı görünüyor. Ancak kader, her zaman, tüm insanların ruhlarının zaman zaman sarsıntılara yakalanma olasılığına maruz kaldığını kanıtlamaktadır. Bunların bazıları gelip geçen bulutlar gibi geçicidir, bazıları ise tüm aileyi dağıtan, yüksek binaların ve yüksek kulelerin yıkılması gibi kalplerdeki emniyeti ve ruhlardaki güveni yıkan depremlere dönüşebilen sarsıntılardır.
Gerçekten de uyuyanlar için bir sabah uyanıp dünyayı alt üst olmuş bulmak ne kadar zordur. Bu, hem bireysel dünyamız hem de bir bütün olarak dünyamız için geçerlidir.