Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Savaşı hala çocuklar mı kazanıyor?

Çinli bilge Sun Tzu’nun yaklaşık 3000 yıl önce Savaş Sanatı adlı kitabını yazmaya başlamasından bu yana neredeyse tüm askerî yazarlar, hızlı nüfus artışının bir milletin savaşa gitme kararı almasının temel şartı olduğunu belirtti.  
Daha yakın bir zamanda İsviçreli paralı asker General Antoine Henri Jomini, 18’inci asırdan bu yana askerî akademilerin çoğunluğunda “vazgeçilmez” olan bir kitap serisinde bir teori geliştirdi. Bu teorinin yankıları bugün Savaş Üzerine adlı kitapta bulunabilir. 19’uncu yüzyılda Prusyalı askerî tarihçi Carlvon Clausewitz tarafından yazılan bu kitap bir “askerî İncil” mesabesinde.
Hint-Avrupa kabileleri, artan nüfuslarını besleyemez olduktan sonra Orta Asya’nın Prusya bozkırlarındaki ata yurdunu terk etti. Bu kabileler, sürüleri için daha verimli topraklarla meraları ve özlem duydukları kaynakları arayarak batıya ve güneye doğru akınlar başlattılar.
Keza kadim Romalılar ve Persler de yeni toprakları istila etmeyi bir ölüm kalım meselesi haline getiren yüksek doğum oranları sebebiyle akınlar başlatmaya itildi.
Ortadoğu ve Küçük Asya (Anadolu)’da Pers ve Bizans imparatorluklarına yönelik İslami fetih de aynı amaçla yapıldı. Aynı analiz, açlık çeken kabileleri uzak Moğolistan’dan Avrupa ve Ortadoğu’nun kalbine getiren Moğol İstilası için de geçerli.
Hızlı nüfus artışı Britanyalıları da 16’ncı yüzyıldan itibaren imparatorluk kurma yoluna sevk eden önemli bir etken oldu. Aslında çok sayıda insanı yeni topraklara gönderme yeteneği, çok eski zamanlardan beri imparatorluk kurmanın önemli etkenlerinden biri olarak gösteriliyor.
Akıncı devletler, akınları gerekli güçle beslemek için yüksek doğum oranına daima ihtiyaç duymuştur. Fransa’nın I. Dünya Savaşı’ndaki büyük kayıpları üzerine savaş döneminin “Kaplan” lakaplı başbakanı George Clemenceau, alaylı bir dille “Savaşları generaller değil, çocuklar kazanır” demişti.
Peki, bu kadim teori artık işlemiyorsa? Aslında ya tam tersi doğruysa ve bugünün bazı ülkeleri azalan nüfusları yüzünden savaşa sürükleniyorsa?
Şu an 3 ülke, komşularına karşı alenen ve gizliden savaş halinde: Rusya, Komünist Çin ve İran İslam Cumhuriyeti. Bu üç ülkenin her biri düşük doğum oranları, yüksek ölüm oranları ve yaşlı insan sayısındaki istikrarlı artıştan mustarip.
Rusya’nın nüfusu, son on yılda gerileyerek yaklaşık 147 milyonken 2022’de 141 milyon oldu. On yıl önce Rusya, dünyanın en kalabalık dokuzuncu ülkesiyken içinde bulunduğumuz on yılda 22. sıraya gerilemesi bekleniyor. Ortalama doğum oranı onu, dünya sıralamasının en altına, 213. sıraya yerleştiriyor. Daha da kötüsü şu ki 0-14 yaş arası en genç kesimin oranı, 65 yaş üstü yaşlı kesimin oranıyla aynı.
Bu dönemde Rusya Federasyonu’nun GSYİH’den orduya harcadığı pay, sağlık hizmetlerine harcadığının iki katı.
Bir diğer ifadeyle Rusya, işin sonunda çok sayıda silaha sahip olabilir, ancak bunları taşıyacak yeterli personeli olmayabilir. Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’ya karşı “özel harekâtını” başlatmasından bu yana işler daha da kötüleşti; son 12 ayın en iyi tahminlerine göre savaş çağındaki yaklaşık 1 milyon Rus, Putin’in emrettiği “gönüllü seferberlik” durumundan kaçınmak için ülkeyi terk etti.
Rusya ayrıca, artan bir işgücü sıkıntısı ile de yüzleşiyor. Aslında çoğunluğu Orta Asya ve Beyaz Rusya’dan olan göçmenler olmasaydı Rusya, çok daha ciddi bir işgücü krizi ile karşı karşıya kalabilirdi. Ukrayna’daki savaşın ilk yıllarında 100 binden fazla asker topladıktan sonra Putin şu an, komşu ülkelerden asker ithal etmeye muhtaç.  
Çok sayıda Çinli “geçici işçi”, Putin’in 2008 yılında ilhak ettiği Gürcistan’ın bir bölümü olan Güney Osetya’dan 100 bin yeni vatandaş ve Kırım yarımadası, Donetsk ve Luhansk’tan sürülen Rusya yanlısı yaklaşık 2.1 milyon Ukraynalı… hepsi Rusya için yardımcı bir işçi kesimi oluşturdu. Bu zorunlu uygulamalar, Rusya’yı ABD’den sonra dünyanın göçmenlere ev sahipliği yapan en büyük ikinci ülkesi haline getirdi.  
Çin de benzer şekilde güçlü bir demografik fırtınayla karşı karşıya. 60 yılı aşkın bir süredir Çin ilk defa, nüfusunda gerçek bir düşüşe tanık oluyor ve böylece nüfus bakımından dünyanın en büyük ülkesi olma özelliğini Hindistan’a kaptırmaya hazırlanıyor. Daha da fenası Çin, özellikle toplumun yüksek eğitimli genç sınıfları arasında çoğunlukla Kuzey Amerika ve Batı Avrupa istikametinde artan bir göç eğilimine tanık oluyor.
Rusya ve Çin’in aksine İslam Cumhuriyeti henüz nüfusunda etkin bir düşüşle karşılaşmadı. Bu, kısmen Afgan mülteci akınından kaynaklanıyor; her ne kadar mülteci oranı geçen yıl ve önceki yıl gerilemiş olsa da Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’ya yönelik artan genç İranlı akışını telafi ediyor.
Afganistan, Pakistan, Irak ve Lübnan’dan gelip halihazırda Suriye’de konuşlanmış sözde “şehadet gönüllüsü” 100 binden fazla gönüllünün İran’ın farklı bölgelerine gelip yaşamaları için ortaya atılan yerleşim planı üzerinde şu an son dokunuşlar yapılıyor.
Bununla birlikte yüzde 1’den daha az olan düşük doğum oranı ve artan yaşlı vatandaş sayısı, savaşa gönderilebilecek erkek sayısını azaltmakta.
Üç rejim, ABD liderliğindeki Batı lehine taraflı olduğunu düşündükleri mevcut uluslararası düzene karşı farklı düzeylerde düşmanlık gösteriyor.
Bu ülkelerdeki askerî taraf, vatandaşlarının sağlığı ve selameti için harcanan paranın neredeyse iki katıyla nasipleniyor. Askerî harcamaları, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri ortalamasının iki katından fazla, sağlık hizmetleri bütçeleri ise OECD ülkeleri ortalamasının yarısından az.
Ukrayna savaşı, durgun nüfus yapısına sahip eski otoriter devletlerde olduğu gibi, nüfusu azalan ve de yaşlanan bir ülkenin savaşı kazanıp kazanamayacağı sorusunu cevaplıyor.
Soru aynı: Savaşı hala çocuklar mı kazanıyor?