Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Laiklik sorunu ve kullanım faydaları

Birkaç gün önce, Abdulvahhab el-Messiri'nin "kapsamlı laikliğe” karşı öne sürdüğü "kısmi laikliğin" anlamı yeniden gündeme getirildi. Kısmi laiklik eksik bir önerme ve dostumuz Hamad er-Raşed kendisine karşılık olarak sağlam bir bilimsel argüman olan “Messiri'ye Karşı Laikliği Savunmak” başlıklı koca bir kitap yazdı.
Avrupa iç savaşlarını takip eden yüzyılların laiklik kavramı mirasına eşlik etmesi, bazı kimselerin faydasını anlamalarına engel oluşturmuştur. Hristiyanlık tarihinin “fundamentalist ideolojik” ve “entelektüel akademik” düzeylerde kavramla etiketlenmesi bunun göstergesidir. Tüm bunlar, Doğulu ve Batılı birçok ülkedeki modelleri aracılığıyla çeşitli şekillerde uygulanmasıyla kavramın tanık olduğu gelişmeden uzakta eğitimsel bir okumayı ifade etmektedir. Bazıları laikliği dinin bir tür “karşıtı” olarak konumlandırmak için " Sezar'ın hakkını Sezar'a, Tanrı'nın hakkını da Tanrı'ya verin” ifadesine dayanmışlardır. Bu ifade, toplumsal eşitsizliği, mezhepsel çatışmaları ve etnik farklılıkları kontrol altına almak için en başarılı ve güçlü kavramları kullanmayı amaçlayan, yenilenen devlete karşı gerici akımların argümanlarını desteklemektedir. Ama laiklik olmasaydı bu dünyayı katliamlar ve akan kanlar dolduracaktı.
“Laiklik” ile “din”i aynı kefeye koyma tuzağına düşenler arasında önemli bir düşünür olan Muhammed Abid el-Cabiri de var ve bu konuda “Din, Devlet ve Şeriat Uygulaması” adlı bir kitap yazmıştır. George Tarabishi (Corc Tarabîşî), Cabiri’nin önermesini "Sapkınlık" adlı kitabında tartışmış ve burada hatırlatmamız gereken bu önermeyi haklı bir şekilde hedef almıştır. Cabiri “laiklik” yerine “demokrasi”nin kullanılmasını önerir ve bu görüşünü şöyle açıklar: “Bana göre (laiklik) sloganı Arap ulusal düşüncesinin sözlüğünden çıkarılmalı ve (demokrasi) ile (rasyonalizm) sloganlarıyla değiştirilmelidir. Arap toplumunun ihtiyaçlarını birebir ifade eden bu ikisidir. Arap dünyasında (laiklik) sorunu asılsızdır, yani ihtiyaçları, bu ihtiyaçlarla örtüşmeyen içeriklerle ifade etmektedir.” Cabiri ardından "politik rasyonalite" ile ilgili garip bir ifade ekler “Demokrasi, bireysel haklar ve grup hakları gibi hakları korumak demektir. Rasyonellik ise, siyasi pratikte arzulara, fanatizm ve ruh halindeki dalgalanmalara değil, zihin ve onun mantıksal ve etik standartlarına dayanmak demektir.”
Cabiri'nin "siyasi rasyonalite"nin işlevi olarak bahsettiği şey "laikliğin" işleviyle aynı ama Cabiri iki nedenden dolayı laiklikten kaçıyor. Birincisi, anlamı, laikliğin ürettiği değerlere düşman olan dinsel mirastan kurtarmak için toplumları (laikliğin işlevini yerine getiren) siyasi rasyonaliteye ikna etmek. Müslüman kitleleri laikliğin gerekli olmadığına, rasyonaliteye öncelik verildiğine temin etmek için başka bir terim kullanımına yönelmek. Bunun temelinde, Cabiri'nin Arap toplumlarında laikliğin "Bilad-ı Şam Hristiyanları" tarafından yayıldığı, dolayısıyla Müslümanların Hristiyan aydınların propagandasını yaptığı bir kavrama ihtiyaçları olmadığı inancı vardır. İkinci sebep, (din ile devlet işlerini birbirinden ayırma) ifadesi, İslam toplumunda kesinlikle hoş karşılanmaz. Çünkü İslam'da din ile devlet arasında çatışma çıkarmanın bir anlamı yoktur. Burada Cabiri, laiklik kavramına yönelik radikal itirazı paylaşıyor ve yüzeysel laiklik anlayışını son söz kabul ediyor. Cabiri, "din ile devlet işlerini birbirinden ayırma" ifadesinden korkuyor çünkü bunu, İslami siyaset kavramının ve "şeriatı uygulama" araçlarının çiğnenmesi olarak görüyor.
Ancak Cabiri'nin laiklik kavramını çürütmek için benimsediği anlayış son derece eksiktir. Kavramın kullanımları yavaş yavaş gelişmiş, Hristiyan dini mirasından kurtulmuş ve artık sadece yüzeysel bir din ve devlet işlerini birbirinden "ayırmak" olmaktan çıkmıştır. Aksine, laiklik, toplumsal sözleşme klasiklerini (Rousseau'dan Kant'a) aşan politik felsefi teorilerin gelişimi, ilerlemesi ve özellikle de John Rawls'un toplumsal sözleşme kavramında bir deprem olarak kabul edilen adil adalet araştırmasında yaptığı büyük değişimle birlikte, yeni ve çoklu yüzler kazanmıştır. Rawls'un toplumsal sözleşme kavramı devletin işlevine ilişkin algıların geliştirilmesi, eşitsizlikleri kontrol etmek için siyasi dengeyi (ahlaki boyut gerekli değildir) bulmaya çalışan, birey, devlet ve öteki arasındaki adalet kavramını tanımlayan en anlamlı gerçekçi teorilerden biri olarak kabul edilir. Ancak Profesör Cabiri, laikliği insanların anladığı şekilde ele aldı ve sonra insanların laiklik olarak anladıkları şeyi geçersiz kıldı.
Kavrama yönelik ideolojik doldurma, laikliğin insanlar gibi büyüyen, gelişen, çeşitli kullanımları ve uygulamaları olan canlı bir kavram olduğunu unutan bazı düşünürleri bile etkisi altına aldı. Büyük deneyimler, devletin laikleşmesinin kültürel temelleri ortadan kaldırmadığını ve dine düşmanlık etmediğini kanıtladı. Aksine, iki nedenden dolayı dinler ancak laiklik yoluyla canlanır. Bunlardan ilki, laikliğin tüm dinler arasında düzen ve denetimi sağlaması, böylece dinlere ve onların takipçilerine yürürlükteki yasalar çerçevesinde adil davranılmasıdır. Tüm dini, dilsel, etnik ve nüfus yoğunluğuyla Hint laikliği bunun örneğidir. Laiklik, Müslümanların korunmasına katkıda bulundu ve o olmasaydı Müslümanlar Hindu aşırılık yanlıları tarafından yok edilirlerdi. İkincisi, laiklik bir ideoloji değildir, aksine kamusal bir alandır. Yeni bir gerçeklik yaratmaz, bunun yerine, topluluklar arasındaki anlaşmazlıkları sınıflandırır, dindarlığı daha rafine ve zarif kılacak şekilde bireyin dini alanının çevresi üzerinde çalışır.
Sonuç olarak, kavrama yönelik yaygara ve histeri, onun gelişimi, dönüşümleri ve tuzakları konusundaki bilgisizliği de yansıtıyor. Ama laiklik olmadan sivil devlet kurulamaz ve bu halkların tarihini, siyaset teorilerini,  devletlerin ve ulusların deneyimlerini okuyan herkes için basit bir denklemdir.